10 Nisan 2010 Cumartesi

Fenerbahçe - Arkas 3-2 Salondan İzlenimler

Sponsoru olmadan, hatta göğüs reklamı dahi olmadan, kulübün kendi kaynaklarıyla, kendisinden çok daha fazla paralarla yatırımlar yapan müessese takımlarına karşı mücadelesiyle bizleri gururlandıran erkek voleybol takımımız bu sene de finale vardı. Bir gün önce bayan voleybol takımına hakettiği ortamı yaratan taraftarlarımız bu duyarlılığın onda birini erkek takımına gösterme özverisinde bulunmasalar dahi, her zamanki gibi salonda olan bir avuç kitlenin de yardımıyla maçı olağandışı şekilde çevirip serinin daha fazla uzamasına izin vermediler.

İki gün üstüste aynı saatlerde oynanan maçlarda taraftarın nasıl çifte standartlı davrandığını görmek bizi üzdüğü kadar oyuncuları ve teknik ekibi de üzüyordur. Ama maçtan önceki gün Abdullah Paşaoğlu'nun bana dediği gibi, en azından ilk arkas maçındaki gibi rakibe baskı kuran kırk kişi bile bize galibiyet için yeter demesi erkek maçlarının gerilimli atmosferi hakkında fikir verebilir.

Salona vardığımda maça 5 dakika falan kalmıştı, ana tribünün ortaları dolu gözüküyordu ama maçı sadece izlemekle yetinmeyecek olan bizlerin olduğu bölümde çokta yeterli bir kitle yoktu. Artık finale çıkma durumumuz olduğu bir maçta o blokta en azından 50 kişi falan olmasını beklerdim. Yanımdaki gençler yakınımızdaki file arkası tribünü işaret edip koç Jan de Brandt da geldi izlemeye deyince, oraya baktım ki Frauke ile Alice'in de geldiğini gördüm. Jan de Brandt solunda takımın istatistikçilerinden biri, malzemecilerinden biri ve koçun sağında da oğlu ile oğlunun arkadaşları ile oturmaktaydılar. Onların önünde ki koltuklara ayrılmaz ikili Frauke ile Alice yerleşmişti. Jan de Brandt'ın oğlu ve üç arkadaşında sarı lacivert atkılar vardı, onlar böyle sohbet ederekten maçı takip ettiler. Maç rahat geçerse sonlara doğru yanlarına gidip konuşurum diye düşünüyordum ama maç oldukça stresli ve uzun geçip, rakibi sinir etme çabalarıyla sürekli oyunu takipte olduğumuzdan pek onlarla ilgilenemedim.

File arkası duvardibinde gene her zamanki müdavim kitleden simalar gelmişti, orada da 15 kişi kadar vardı. İlk başlarda pek katılım olmasa da maçın ilerleyen sürecinde parlayan kıvılcımla ayaklanıp ateşlemeler yaptılar. Bizim olduğumuz taraflarda da 25-30 kişi olunca maç boyu salonda 40-50 kişi civarı bir taraftar topluluğu ile enerji sarfettik.

Jan de Brandt kafilesi çevresinde de onlarla beraber 40 kişi kadar maçı izleyen seyirci vardı. Karşı taraftaki file arkası tribüne baktığımızda da dağınık halde 30-40 kişi vardı ama bunların içinden 4-5 tanesi maç sırasında dikkatimiz çektiler. Bir tane arkas eşofmanlı hatta bayraklı biri vardı, bunun yanında oturdukları yerden zaman zaman arkas sayılarını alkışlayan, serviste tempo tutan sivil, takım elbiseli falan 40 yaş civarı dört kişi daha vardı. Onlar ses çıkardıkça bizim tepkilerimiz oluyordu. Bu arkas eşofmanlı şahıs akli dengesi yerinde miydi değil miydi tam çözemedim, önde oldukları zaman tek başına coşup bayrağını falan sallarken, bizim takımın patlama yapmasıyla geriye düştüklerinde koltukları tekmeleyip üzüntüsünü çıkarıyordu.

Salonda maçın başlaması ardından da yetişenlerle aşağı yukarı 500 kişi civarı topluluk olmuştur. Ben girdiğimde arkas takım halinde seremoni için bizim önümüzde dizilmişti, bizim takım ise ortalıkta yoktu, uzak taraftan sıra halinde girişleri gözükünce herkes alkışlamaya başladı. Anonslar ardından arkasın bizim önümüzde maça başlayacağını görünce güzel oldu dedim, üç setin ikisinde önümüzde olcaklar, takım iyi olursa, biraz da biz rakibe baskı yapıp bitirebiliriz düşüncemi sesli dile getirdiysem de, maçın gidişatı bizim takımın istikrardan uzak yapısıyla inişli çıkışlı oldu.

Önde oturan ağabeyler çevredekilere zaten az kişiyiz şöyle toplanın bari diye seslenip, beni de aşağıya yanlarına çağırmalarıyla en ön sıraya yerleştim. Gerçi en ön sıra dediysemde ,gene önümüzde bir sıra güvenlik görevlilerince boş tutulmaktaydı, bir özel güvenlik elemanı da önümüzde oturuyordu. Kike'nin servisiyle başlayacak olan maçta ona biraz müsamaha gösterip daha maçın başından ispanyolca kızdırmayayım dedim ama ilerleyen süreçte bol bol sataşmaktan geri kalmadım. Oturduğumuz yerden "dilimde şarkıların gündüz gece, deli gibi aşığız Fenerbahçe, salonları yakarız senin için, şampiyonluk gelince..." diye bağıraraktan başlamıştık.

Protokol tribünde Hakan Dinçay, Abdullah Paşaoğlu yanlarında hemen bench arkasına denk gelen Violet Duca gözüküyordu. Violet Hanım bizim takım önüne geldiği zamanlarda sürekli onlara bilhassa Arslan'a seslenip moral veriyordu. Maçın başlangıcından biraz sonra Ali Koç'ta gelip yerini aldı.

Karşılıklı sayılar geliyorken ,ilk teknik mola öncesinde ahmet toçoğlu bileği burkulmuşcasına bir süre yerde yatıp tedavi gördü. Bu sıralarda tezahürat kesilip,sessizlik oldu, ahmet ayaklanınca alkışlandı. Fakat aynı ahmet birazdan tekrar oyuna girip aldığı sayılarla gaz vermeye falan başlayınca bizden tepkiler de gelmeye başladı. Maç boyu ahmet ne oluyor, hani sakatlanmıştın, artist misin, artist ahmet, bu rolle oscar alırsın falan diye sataşıyorduk. Zaten takımının en çok hatalı servis atanı da o oldu.

Oyunda rakibin hızlı oyun kurmasıyla ortadan bulduğu rahat sayıları önleyememenin sıkıntısını uzun süre çekiverdik. Bu orta hücumlara blok yerleşimini yapamayınca geriden takibe başladık. Arkamdaki gençler farklı farklı tezahüratlar girip bağırıyorken, servislere baskı yapmalarını söylememiz gerekti. İkinci teknik mola zamanında oyun skorda başabaş duruma gelmişti. Rakibin genç pasörü ceyhun'un ilk maça göre biraz daha dikkatli olduğu gözden kaçmıyordu. Bu sefer servislerinide biraz daha çizgiye yakın kullandı. Bizim kaptan pasörümüzün iyi başlamadığı ve kötü paslar verdiğini görmemize rağmen moral aşılamak için sürekli alkışlıyorduk. Bazen Emre'nin hataları oluyordu, haydi Emre boşver takma kafana diye sık sık aynı sahneler üç sette tekrar etti. Onun maçtan kopmaması için verdiğimiz uğraşta zaten takımı maça ortak etmesiyle meyvesini verdi.

İlk setin sonlarında rakibi yakalayıp mola aldırdığımız sıralarda coştursana bizi bu tribünlerde... diye bağırmaktaydık. Karşı taraftan Violet Duca bize baş parmağıyla çok güzel diye işaret yapıyordu. 20-22 gerideyken yaptığımız 5 sayılık seriyle set set set tempoları arasında seti alıverdik. Bizim sahaya geçen oyuncuları ayakta alkışlarken Arslan'da her zamanki haliyle yumruğunu bize doğru sıkıp, daha fazla coşku ister gibi eliyle işaret yapıyordu.

İkinci set kötü başlamamızla, arkasında maçın kopmaması için asılmasıyla kötü geçiverdi. Bir hücumda Arslan'ın pası anlaşmazlıktan dolayı boşa düşüverdi. Bir başka hücumda antenin çok uzağına uzattığı topu Coskovic zorlukla karşı sahaya yolladı falan derken farklı geriden takip etmeye başladık. Bizden ayrılıp şampiyonluk yaşama isteğiyle transfer olduğunu söyleyip kaç senedir havayı alan liberoları nuri komik bir şekilde bize sayı kazandırdı. Dışarı giden servise eğilirken kafasına değen top, aynı ilk sette de benzer şekilde sırtına değerek çıkan top gibi bize sayı oldu. Fırsatı kaçırmayanlar nuri gol gol gol şampiyonluk gidiyor diye dalgasını geçti. Arkamdaki gençlerin biri bunu Fener gol gol gol diye anlayıp bir iki kere böyle bağırınca yahu ne diyorsun diye susturuverdim.
İkinci teknik molaya geride girmemize rağmen saldır Fener saldır Fener... diye bağırıyorduk ama çok kötü sayılar verip canımız sıkılmaktaydı. Uzaktaki servisleri yuhlasakta farkın açılmasıyla sesler azaldı, setlerde 1-1 eşitlik oldu.

Üçüncü set öncesi şu seti alsaydık adamlar maçtan kopacaktı diye kendi aramızda konuşmaktaydık. Neyse artık deyip sahaya adım atan oyunculara doğru haydi beyler diye alkış tuttuk. Takım önceki sete göre daha düzgün bir giriş yaptı. Önümüzde servise gelen rakiplere sataşıp duruyorduk. Hoca çizgiye basıyor falan diye tepki vermemizle çizgi hakemi daha dikkat kesiliyor, onlar da atışa biraz daha geriden zıplıyordu. Bir pozisyona top taşıma çalınınca itiraz etmeye başladık. Yanımdaki ağabeyler bu Serdar bizi eczacı serisinde şampiyonluktan edip çıldırtmıştı deyip ona yeter artık Serdar diye hatırlatmaya başladılar. Serdar İzmirlimisin sen, ayıptır hoca falan diye tepkiler maç boyu olmaktaydı. O da duyuyor kafasını sallıyordu. Bir tek sana tutuldu bu kalpler diye önde girdiğimiz ilk teknik mola sonrası bağırılmaktaydı. Maçın kötü gittiğimiz sürecinde ceyhun zaman zaman sırtı dönük paslarla çapraza top yolluyor, biz de sık sık tekli blokta yakalanıp onlara sayı imkanı veriyorduk. Uzun süre buna da çare bulamadık. Gene de bu set bizim kontrolümüzde gidiyor görünümündeydi ama servis hatalarımızla ikinci teknik mola zamanı skorda denge oluverdi. Maç boyu hatalar yapan bizim oyunculara moral verme çabalarından helak oluverdik.

Karşılıklı sayılar, gidip gelen toplar setin sonunun çekişmeli olacağını gösteriyordu, üstüste bloklarla aldığımız iki sayı ardından arkas teknik ekibi mola için düğmeye bastı ama orada ne olduysa anlayamadım, bir iletişim problemleri oldu ya da geciktiler, bunu gören bizim teknik ekipte servisteki oyuncumuza zaman kaybetmeden kullan çabuk diye işaret yapıp servisi kullandırdı. Rakip benchten itirazlar geliyordu, bu sette oyunda olan bülent sinirlerimizi geriyordu. Protokol ile de laf atışmaları olmuştu. Biz hakem kararlarına, rakip oyuncu itirazlarına falan sürekli tepki gösterince, en sonunda mola sırasında kulübün özel güvenlik şeflerinden biri yanımıza geliverdi, daha sonra bir diğeri de geldi. Polis kamerası sürekli sizi çekiyormuş, biraz daha dikkatli olun sonra size sıkıntı olmasın diye bizi uyarıverdi. Bizde birşey yapmıyoruz ki, maç içinde anlık olan doğal tepkileri veriyoruz deyince, evet ama lütfen daha sakin davranın deyip gittiler. İşte böyle şartlarda taraftarlık yapmakla uğraşıyoruz.

Bu esnalarda biz üç sayılık avantajımızı hatalarla kaybediverince moraller daha da bozuldu. Gardner bir pozisyon ile ilgili itiraz ede ede yardımcı hakem ile masaya söylenip duruyordu, takım mola için oturmuştu ama o ayakta o tarafa kötü kötü bakmaktaydı. Mola ardından haydi defans falan gibisinden uğultular arasında rakip ile otuzuncu sayıya kadar gidip gelen bir çekişme sonunda bu seti kaybediverdik, herkes yıkılmıştı.

Bir maçtan bir gün sonra bambaşka değişiveren takımın oyunu, bir maç içinde dahi şaşırtıcı istikrarsız iniş çıkışlar gösteriyor diye can sıkıntısıyla konuşuyorduk. Özellikle rakip bizim önümüzdeyken o kadar çığırtkanlığımıza rağmen kaybedilen set moral bozucuydu, bizde yorulmuştuk. Lavaboya gittiğimde Jan de Brandt'ın oğlu ve arkadaşları da oradaydı. Ne konuştuklarını anlamadım ama keyifsizken diyalog kurmakta istemedim, koç ise piyasada yoktu, herhalde büfeye gitmişti, Alice ile Frauke yerlerinden kıpırdamadan heyecanla maçın devamını bekliyorlardı.

Dördüncü sete haydi beyler bırakmayın maçı seslenmeleri ile başlasakta,sonrasında kötü girip farkın açılmasıyla salon genelinde ahlar vahlar yükselmeye başladı. Yan tarafımda ki ağabey dertlenmekteydi, yahu bu seri pazara uzarsa gel bunları destekle bağır, sonra hemen ardından kızların maçı onda bağır nasıl olcak bu iş demekteydi. Bir de bayan basketbol maçı da var o gün diye düşünürken, hele ki ikinci teknik molaya doğru fark yediye çıkınca al işte gitti maç diye moral bozukluğuyla kopmaktaydı. Dedim "yaa ağabey erken pes ettin, daha maç gitmedi, buradan bir ufak seri yapsak belki canlanırız ama haklısın çokta kötü oynuyoruz, bu oyunla da ışık vermiyorlar". Set dönünce ona hatırlattım söylediklerini, Fenerbahçenin olduğu yerde umut kesilmez diye.

Fark açılmaktayken, oyuncular gibi tribündekilerde, protokoldekilerde moralmen yıpranmış halde, koltuklara yığılmışlardı. Herhalde maçı izleyen büyük çoğunluk bu maç gitti demiştir. İkinci teknik mola bu surat ifadeleriyle geçtikten sonra, Özkan servise gelmişti. Haydi Özkan deyip beklemeye başladık. Bir sayı kazanmamızla haydi bir daha diye seslenmekteydik ama tezahüratlar durulmaktaydı, herkes az bir ümitle kıvılcım bekliyordu. Emre'den gelen blokla saldır saldır Kanarya sesleri yükseliyor, bir sayı daha istiyorduk. Haydi beyler sesleriyle, rakibin hücumunu ıslıklamaya başladık, Emre bir blok daha yapıverdi. Bu sefer daha bir coşkuyla bütün salon saldır saldır Kanarya diye bağırmaktaydık ki mola alıverdiler. Etrafımızdakilere sakın maçtan kopmayın biraz daha sayı olarak yaklaşırsak güzel olacak diye konuşmaktaydık. Seriye devam etmememiz için konsantrasyon bozmaya aldıkları mola sonrası ne yazık ki Emre topu dışarı vurdu ama bizler boşver Emre diye alkışlıyorduk. Come on Divis seslenmeleri ile servis atmasını beklemeye başladık. Onun serviste olduğu süreçtede bloklarımızın oturması sonucu bir ufak seri daha yapmamızla iyice enselerine yapışmış olduk.

Bu set ayaklanmış olan duvardibindeki ekibinde yoğun katılımıyla Haydi Fener Haydi Fener haydi, tam zamanı şimdi diye bağırmaktaydık. Rakibin sürekli itirazları ortamı geriyordu, hakeme kart için baskı yapmaya çabalıyorduk. Ali Koç ile Hakan Dinçay üst taraftaki taraftarlara sakin olun diye işaretler yapmaktaydı. Özkan ve Emre'nin ateşlemesiyle başlayan heyecan had safhaya varmışken, Coskovic ile öne geçmeyi de becerdik. Adı kendinden garip olan burutay'ı sert smaç servis için oyuna aldılar, neyseki bunu bertaraf edebildik. Gardner'ın sayısına itiraz edenler, sonra Arslan'ın karşı sahaya geçip çevirdiği topa da itiraz ederek bizi kızdırmaktaydılar, 22-21 önde olduğumuz sırada gene arkas benchinden itirazlar uzayınca hocaa yeter artık bu kaçıncı oldu be, geveze karılar gibi susmuyorlar, kartını mı unuttun falan diye bağırmaya başladık. En sonunda hakem bu üçüncü oldu diye işaret edip sarı kartını çıkardı. Sarı kart ile bir sayı daha kazanıp iki sayı avantajlı duruma geçmiştik. Ama bu avantajımızı erittiler, gene de artık bu seti bizden alabileceklerine dair bir korkumuz yoktu, herkes avazı çıktığı kadar bağırıp onların servisini yuhalıyordu, Gardner ile aldığımız sayı sonrası az sayıda taraftara rağmen salon Kanarya Kanarya saldır saldır Kanarya diye inliyordu. Servisteki Özkan'a hadi Özkan hadi koçum diye gazlayıp, ardından yaptığımız blokla seti alıverdik. Her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırıyorduk. Oyuncular ölü ruh gibi hallerinden sıyrılıp canlanmışlardı, birbirlerine sarılıp hırs aşılıyorlardı, bunu görmek tie break öncesi bizi rahatlatıyordu.

Set arasında oturup dinlenmeye koyulmuştuk, bu esnalarda Abdullah Paşaoğlu'nun file arkası tribüne yaklaşıp seslendiğini gördüm. Jan de Brandt'ın yanında oturan bayan takımı istatistikçisi olan genç arkadaş sonunda onu duyup fırlayıverdi. Biraz sonra elinde kırmızı bir enerji içeceğiyle geri döndü. Bunu aşağıdaki Abdullah Beye fırlattı, o da set arasında koçtan taktik alan takımın oradaki yardımcıya fırlatıverdi. Anlaşılan takımın malzeme kutusunda enerji içeceği kalmamıştı, büfeden bir tane aldırıp Gardner'a verdiklerini gördüm. Koskoca Fenerbahçe bir enerji içeceğini böyle mi buluyor yahu, şimdi oyunculara yudum yudum paylaştırcaklar mı diye yanımdakilere söyleniverdim. Herneyse, file arkası duvardibindekiler uzun süredir oyuncuları alkışlayıp moral verme çabasındaydı. Takım toparlanıp sahaya doğru yönelince bizim olduğumuz taraftakilerde ayaklanıp, haydi beyler bu maçı alıcaz diye gaz vermeye başladık.

Onlar bize uzak taraftan servis atarak başlayacaktı, maç boyu uğraştığımız bülent servisteydi. Herkes atışa doğru hareketlenirken uğultu yapmaya başladı ve hata yapıverdi. Coştusana bizi bu tribünlerde... sesleri arasında atılan servislerle bizim oyuncular üstüste sayılarla oyuna iyi giriverdik. Gene bu seriyi bozmaya mola almakta gecikmediler. Çok iyi savunma yapmaktaydık, her çıkan topla alkışlar patlıyordu, onların seken toplarında gürültü yapıp dağılmalarına uğraşıyorduk. Onlar servis atmadan önce haydi Serkan iyi manşet, come on Divis, konsantrasyon falan diye bağırıyorken sağlam oynamamız üzerine ikinci mola haklarını da kullanmak zorunda kaldılar. Maça gelemeyen bazı ağabeyler arayıp skoru soruyorlardı, arkamdaki gençler de ağabey bu set 15 te mi bitiyordu diye soruyorlardı. Oyuna dönünce arkas iyice dökülmekteydi, dört pas kararı ile bir sayı daha kazandık, tribünde coşku artmıştı.

Takımların yer değiştirmesi ile önümüzden geçen arkaslılara gelin gelin bakalım diye işaret yapıyorduk. Servis attıkları vakitlerde yüklenmemiz üzerine yaptıkları hatalarla bizi iyice keyiflendiriyorlardı, bravo hep böyle atın diye onları sinir edecek şekilde alkışlıyorduk. Artist ahmet, bülent, gökhan, kike, duerden, mezsaroz vs. kim gelirse maç boyu boş geçmemiştik.
Sevmişim seni herşeyden fazla...koymuşum arkasınla ziraatına diye bağırıyorduk. İlginç şekilde ayaklarla falan çıkardığımız bir topa hakem yanlış düdük öttürünce itirazlarda bulunduk. Oyuncuların da itirazıyla tekrar ettirildi. Kalan sayıları da alıp maç sayısına varınca, şampiyon Fenerbahçem ne istersen iste benden... diye tezahürat yaparaktan maçı bitiriverdik.

Herkes büyük bir keyifle havalardaydı, parmaklıkların oraya yığılıverdik, oyuncuların tebrikleşmesi ardından ana tribün önünde Fener çekip seyircileri alkışladılar. Rakip ise elenmiş olmanın bozukluğuyla bizden gelen lafları sindirmeye çalışıyordu. Bizim takımı tribüne çağırmamızla alkışlarla yumruklar hırsla havada önümüze doğru geldiler. Karşılıklı üçer kereden Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener yaptık. Arkalarından şampiyon sesleri ve inandık size bu sene... diye bağırırken, oyuncularımız file arkası duvardibindeki taraftarlarımızın alkışlarına da karşılık verip dağıldılar. Bunun ardından suratları allak bullak giden rakip oyunculara olan tacizler artmıştı, file arkasındaki taraftarlar altlarından geçen arkaslı oyuncu ve teknik ekibin hareketlerine sinirlenip cevap veriyordu, ceyhun'un yukarı doğru birşeyler dediğini gördüm, duerden de keza öyle, arkalarından gelen kaptanları Gökhan ile karşılıklı birşeyler konuşulmaktaydı, bizde yüklenmeye başlayınca Ali Koç o taraftakileri, Hakan Dinçay'da bizim taraftaki taraftarlara yönelip saha içinden sakinleştirmeye çaba göstermekteydi. Tamam yendik, daha fazla uzatmayın, boşverin diyorlar, bizim taraftarlar ise bülent size küfür ediyor, olur mu böyle iş, gökhan kaç sene bizden ekmek yedin yeter be nedir bu rezaletiniz falan diye bağırmaktaydılar. Polis ve güvenliğin de zorlamasıyla tribünden uzaklaştırılmaya çalışılıyorduk. Aşağıda onların yardımcı hocası olan -kartıda gören- adama seneye de bekleriz deyip ayrılmak üzere merdivenlerden çıkmaya başladım. Bu esnalarda Coskovic ufak kızını alıp sahaya geri dönmüştü, soğuma hareketleri için o yere uzanırken kızına da top verip sahaya salıverdi. Diğer yarı sahada da birkaç oyuncumuz esnemekteydi. Çıkarken Alice ve Frauke ile selamlaştım, koç ise oğlu ve arkadaşları ile onlardan ayrılıp alt kata inmekteydi.

Maç boyu sarfettiğimiz eforun yanında bütün bağırışmalar falan sonucu çok terlemiş, baş ağrısıda yoğunlaşmış şekilde diğer taraftarlarla dışarıya dökülüverdik. Bu salondaki gelecek mesaimiz vgstt nin kiralık taraftarının Burhanfelek Fenere mezar olacak dediği kupa finali olacak. En azından bu maç öncesi bir arkas maçıyla daha yorulmamış olacağız. Ama görünen o ki ziraat serisi bu kadar taraftar ile gene istediğimiz saatlere ayarlanamadan bizim için çok zor geçecek.

1 yorum:

Güray Gürsoy dedi ki...

Gene mükemmel anlatmışsın Kerem'cim.
Hepinizin gırtlaklarına,elerine
sağlık.Taraftar dediğin böyle olmalı işte.Efektif tarftar budur.
Bilinçli,oyuna etki eden 100 tane
kemik taraftar ile neler olmaz.
40-50'ye razıyız gene de.
Maçın kazanılmasında büyük etkiniz
oldu.Helal Olsun.

Bir de dediğin gibi bu var.
******************
Biz hakem kararlarına, rakip oyuncu itirazlarına falan sürekli tepki gösterince, en sonunda mola sırasında kulübün özel güvenlik şeflerinden biri yanımıza geliverdi, daha sonra bir diğeri de geldi. Polis kamerası sürekli sizi çekiyormuş, biraz daha dikkatli olun sonra size sıkıntı olmasın diye bizi uyarıverdi. Bizde birşey yapmıyoruz ki, maç içinde anlık olan doğal tepkileri veriyoruz deyince, evet ama lütfen daha sakin davranın deyip gittiler. İşte böyle şartlarda taraftarlık yapmakla uğraşıyoruz.
*************
Polis kamerası çekiyormuş.
Hey Allahım ya .....

O Bahsettiğin eleman Arkas'ın
paralı elemanı.
İzmir'deki maçlarda forması ile
bir baştan öbür başa dolaşır
durur kiralık elemanları ve çalışanlarını çoşturmak için.
Onu da getirmişler demek.

Salona münferit gelen Fenerbahçeliler hiç olmazsa alkış
yapsalar,ayağa kalkıp bir tepki
verseler çok iyi olacak ama
ruh gibi oturuyorlar.
Ben de bunu anlamıyorum.

Arkas'ın yardımcı antrenörü
eski voleybolcu Fazıl kılıdır.
Her maç böyledir.
Böyle çirkef bir takım ancak
gs dir.Bunlarda zaten onların
voleybol şubesi.
Bunlara koymak büyük keyif işte.
Ne yazık ki bu keyfi orada tadan
az sayıda kişi oluyor.

Tekrar teşekkürler Kerem'cim.