18 Kasım 2010 Perşembe
Fenerbahçe - Sisley Treviso 2-3 (Salondan İzlenimler)
Erkek voleybol takımı taraftarına yaptığı çağrıyla şampiyonlar ligi maçında bayramlaşmak arzusunda olduğunu duyurdu. Ancak kurban bayramında kurbanlık olarak gördüğümüz İtalyan takımı, Sisley Treviso, kasapların acemice hatalarıyla elinden kurtulup ülkesine galibiyetle dönüverdi.
Aynı akşama üç takımımızın birden avrupa kupası maçı olmasından dolayı ve bu maçın zorluk derecesi daha fazla olunca, kulüp taraftarın dikkatini çekebilmek için maçın biletlerini satın alarak taraftarına ücretsiz yapıverdi. Sezon başından beri , hatta birkaç senedir yeterli destekten uzak ortamlarda mücadele eden erkek voleybol takımının; ufacık salonda, 5 liralık biletler için bir bayram günü bu ikramı yapacak durumlarda olması bizim açımızdan üzücü bir gerçek.
Maça girişlerin serbest olmasından dolayı fazla geç kalmadan salona gidelim diyerek bayramda İstanbul'da olan voleybol hakemi kuzenimle salona gidiverdik. Henüz alt kategorilerde çizgi hakemliği yapan kuzenim sürekli övdüğü Marshall'ı izlemek için sabırsızlanıyordu. Salon dışında bekleşen genç taraftarlar, kümeler halinde tezahüratlar söyleyerek zaman geçiriyordu. İçeriye giriş serbest olduğu halde,görevliler geleni geçeni fazla bir arama yapmıyorlardı. Tanıdıklarla bayramlaşaraktan, bizim yedek sırası karşısındaki tribünde en ön sırada bir yere oturuverdik. En ön diyorsamda aslında ikinci sıra oluyordu, zira güvenlik görevlileri bu sezonda en ön sırayı boş tutmaktaydılar. Parmaklıklara asılmış olan pankartlar görüş açımızı engelliyordu, "bitmez tükenmez aşkımız" yazan pankart ile FBD pankartının arasındaki boşluğa göre oturup, arka çizgiyi de görebilecek duruma geldik. Aslında bu pankartların biraz daha aşağıdan sıfır hizayla asılması gerekirdi ama anlaşılan bu maç görevliler buna dikkat etmemiş, geçen sene bazen bunun için tartışmalar çıkıyordu.
Girdiğimiz sırada ısınma hareketleri yapmak için iki takım oyuncuları da sahadaydı. Biz salona girerken dışardaki gruplar da girip file arkasındaki yerlerine toplanmıştı. Yere uzanmış ısınma hareketlerini yapan takımı tribüne çağırmaya başladılar, sonra boşverdiler. Maça uzun bir süre olduğundan etraftakilerle muhabbet ederek zaman geçirdik. İlk defa babasının yanında maça gelen ufaklık ilgi odağıydı, "bir sabah tuttu babam elimden, götürdü beni en büyük sevgiye..." diye giden yeni beste aklıma geldi. Onun yaşlarındayken nasıl heyecanla maçlara gittiğimizi, sahayı görebilmek için omuzlarda izlediğimizi ufaklığa anlattık.
Rakip takım eşofmanları üzerlerinde toplu halde sahaya gelip diğer yarı sahaya geçiş yaptılar, salondan pek bir tepki yükselmedi, taraftarlara dönüp alkış tuttuklarında salondakiler de alkışlayıverdi. Bizim oyuncular da alkışlar ile sahaya geliverdi. File arkası tribünde orta blokta toplanmış olan Genç Fenerbahçeliler takımı çağırmaya başladı, oyuncular o tarafa yönelip alkışlarlarken, tribünden sarı sesleri geldi, şaşıran oyunculardan gelen lacivert karşılığıyla 5-6 kere sarı-lacivert diye bağırarak alışıldıktan daha fazla uzattılar. O tarafa dikkatli bakınca, çoğu maça gelen biri olarak çoğunluğu hiç görmediğim gençlerdi. Başlarındaki amigoları Ercan ve sarı Doğan kulüp güvenlik amiri peşinden uzak tarafa giderlerken, tribündekiler sarı Doğan için tezahürat yapıyordu. Sonra Sefa reisleri için tezahürata başladılar, ardından rastgele seçimlerle yeni bestelerden söylemeye koyuldular ve maça daha yarım saatten fazla süre vardı.
Yarım saat kala tribünler yavaş yavaş dolarken etrafa bakıp yaklaşık 1000 kişi vardır diye tahminde bulundum, maç vaktide yaklaşık %90 doluluğa ulaşıp 1250 civarı sayıya vardı. File arkası köşelerde boşluklar kalmıştı ama ana tribün ortalarında merdivenlere oturanlar bile oldu. Tezahürat edecek file arkası kitleden hariç, her zamanki şekliyle bizim olduğumuz blokta sağ taraflara toplananlarda oldu. Ben onların en solunda olduğumdan hem oturarak hem tezahüratlara katılarak takip edebildim, arkamda oturan kadın-erkek karışık topluluklar vardı. FBD üyeleri bu maça fena ilgi göstememişti, bu sezon voleybol maçlarında görmediğim bir sürü kişi gelmişti. Sahadaki oyunculara selam yollayan büyük Alper ve Ayhan ağabeylere aşağıdan Arslan "ya siz neredeydiniz şimdiye kadar" diye seslendi. Alper ağabey etraftakilerle bayramlaşırken, file arkasındakiler ona tezahürat etmeye başladı. Milyonlarca yaptırmak için yanlarına çağırdılar, bütün salon ayağa davet edilip icra edildikten sonra tekrar bizim olduğumuz tarafa döndü.
Avrupa maçlarında yabancı kontenjanı olmadığından Geriç'te sahadakiler arasındaydı, kadro dışı bırakıldığı söylenen İsmail Cem Kurtar yoktu. Kuzenim Marshall'ın akılalmaz youtube videolarından bahsediyordu ama ben onun sakatlıklardan önceki halleriydi, eskisi gibi oynarsa videoda uçtuğu gibi bizi de uçurur dedim. Hakemlerin giydikleri kıyafetlerin İtalya'dan getirildiğini kendilerinden de 400 lira kesinti alındığından bahsetti. Hakemleri incelemekteydik, baş hakem bütün masa ve çizgi hakemlerini etrafında toplamış onlara birşeyler anlatıyordu. Masada duran bir kadınında gözlemci olduğunu varsaydık. Futbol ve basketbolun aksine uluslararası maçlarda evsahibi takımın ülkesinden olan masa ve çizgi hakemlerinin olması ve onların tarafsızlığına güvenilmesi bana çok ilginç geliyor. Sadece iki hakem ve muhtemelen gözlemci tarafsız yabancı ülkelerden seçiliyor.
Oyuncular pas smaç organizasyonları yaparken vurdukları sert smaçlarla toplar tribüne sekmekteydi. Eczacıbaşı deplasmanında sıfır hiza tribün olunca, bu ısınmalar sırasında toplardan nasıl sakındığımızı ve herkesin Gamova'nın olduğu taraftan canını kurtarırcasına kaçışı gibi bazı anıları anlatarak biraz daha zaman öldürdük. File arkasındakiler arada bir tezahürat ediyorlardı, Siena maçındada kullandıkları uzun sopalı bayrakları getirmişlerdi, salona güzel görsellik katıyordu, Fenerbahçe bayrağının gölgesi bize yeter... sesleri yükseliyordu. Yanımdaki arkadaşın ufak oğlunun elinde girişte verdikleri şampiyonlar ligi kitapçığını görünce incelemeye başladım. Rakip takım kadrosunda bizden fazla yabancı oyuncu vardı, içlerinden en çok ismini duyduğum 3 numaralı Fei idi.
Hakan Dinçay'la beraber protokole gelenler arasında tiyatrocu Tekin Akmansoy'da vardı, o da nihayet sezonu açabildi. İlerleyen sürede federasyon başkanı da gelip koltuğuna kuruldu, bizim çevremizdeki boşluklar dolmuştu, yeni gelenlerden yer bulmak için sık sık önümüzden geçenler oluyordu. Oyuncularımız içeriden üstlerinde formalarıyla tekrar çıkış yaptılar, çubuklu formalar gözüktüğü gibi alkışlar yükseldi. Hakemler kaptanların ve koçların takım listeleri üzerine imzalarını alıp anons ile yerlerine yönelirken takım kadroları okunmaya başlandı. Rakip isimler ıslıklanırken, bizim oyuncular oley tempoları ile geçildi. Bu tempolardan gaza gelen masa hakemide bizim oyuncuların isimlerini okurken biraz daha uzatarak falan okumaya başladı. Violet Duca'nın da gelip protokolde bizim takım arkasında bir yere oturduğunu gördüm, maç sırasında da zaman zaman oradan kimi oyuncuları motive etmeye uğraştı.
Bizim takım önümüzdeki yarı sahaya yerleşmişti, salondakiler gene ayağa davet ediliyordu, yarım yamalak bir katılımla kasap havası eşliğinde maça giriş yapıldı. Ortama alışmakta geciken oyuncular, rakibi geriden takip edip, bizim için saldır Kanarya sesleri eşliğinde ilk teknik mola öncesi yakaladılar. Karşılıklı gelip giden sayılar ile maç başabaş gidiyordu, hem sahadakiler birbirlerini tartarken, biz de tribünden bunların bizden büyük üstünlükleri olmadığını hissetmeye başladık. Üç alkış temposuyla Fenerbahçe sen çok yaşa karşılıklı olarak file arkası ile yapılıyordu, ikinci teknik mola arasında müzik yayını yapılmaması için işaretler yapıldı. İyi servislerle öne geçmemizle birlikte rakip koç molasını alıverdi.
Manşette hata yapan Coşkovic üzerinden tekrar işleyip skorda dengeyi kurarak son sayılara girdiler, karşılıklı hatalar yapılmaktaydı ama setin kritik noktasına da varmıştık. Oyun kurmada dahi basit anlaşmazlıkla hata yapan oyunculara seslenerek morallendirme çabalarımız işe yaramadı, adamlar set sayısını ace ile oyuncumuzun hemen sağına düşen topla alınca canımızı sıktılar, bu kadar önemli sayıyı böyle kolay vermemeliydik. İtalyanlar bizim tarafa geçerken tribündekilerin bir kısmı arayı değerlendirip dışarı dökülüverdi.
İkinci set başlangıcında file arkasındakiler henüz tam kapasite yerlerine dönmemişti, hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada sesleri arasında daha sonra dönüverdiler. Bu boşlukta rakip takımda bizim önümüze düştüğünden biz klasik baskımıza başlayıverdik. Servislerini kullanırken yukardan bayraklar sallanıyor, atıcı oyuncunun kafasına sürtünüyordu. Yedek köşesindekiler hakemlere işaretle şikayet edip gösterme uğraşındaydılar. Bizim taraftakiler de atkıları ellerine alıp setin oraya yığılıverdiler. İlk başta güvenlikçiler engellemeye uğraştıysa da, sahaya müdahale edilmiyor birşey atılmıyor ki baskı yapmak için uğraşılıyor diye onları ekarte ettiler. Büyük Alper ağabey puşt puşt diyerek rakip oyunculara sallamaya başlayınca etraftakilerde gülmeye başladı. Biz de arkadan oturduğumuz yerden ıslık uğultu yapmaya koyulduk. Bu baskıların işe yaradığını rakibin servislerde hatalara sürüklendiğini görünce iyice organize olundu. File arkası zaman zaman tezahürat giriyor, duruma göre onlara katılıyorduk ama top rakipteyken uğultu koparıyorduk. Üstlerindeki bayraklardan rahatsız olan kimi oyuncular birkaç adım önden servise yönelmeye başladı, atkıcılarda sessiz beklerken, oyuncu tam zıplama hamlesini yapınca herkes birden öne yığılıp gürültüyle sallıyordu.
Rakibin verdiği sayıların yarısı servis hatasındandı, üstüne birde ayakla falan çevirdiğimiz muhteşem bir ralli sayısı koparınca, salondakiler iyice ayaklanıp coşuverdi, ikinci teknik molaya önde girmiştik protokoldeki Nori Gantar'da (Tekin Akmansoy) oturduğu yerden taraftarın tezahüratlarına elleriyle tempo tutuyordu. Rakipten seken top duvar tarafına bizlere doğru gelince herkes oraya yığılıp adamları şaşırtmaya çalışıyordu, liberoları bu toplardan ikisini çeviremedi, ortam bizim için iyice keyiflenmişti, İvan'ın katkısını artırdığı süreçte Geriç'te blokları işleyince skorda çok rahat bir vaziyete geldik. Ancak bu rahatlığa rağmen bir türlü set sayısını alamadık, konsatrasyonu zayıflayan takım bir tane doğru düzgün manşet getiremeyince hücumlarımızı karşılamaya başladılar, en sonunda Coskovic bu süreci noktaladı. Oyuncularımız alkışlarla saha değiştirdi, file arkasındakilerden "bizler inandık sizde inanın bizim için bu maçı alın sesleri" yükseldi, sonrasında gene bir kısmı ortadan kayboldu.
Su almaya giden kuzenim büfede bozuk para üstü verilmediğinden beş plastik bardak su ile geri döndü, hatta suların ambalajını da açmaya kalkmışlar ama bir tanesini açtırıp kaçıvermiş. Taraftarın rakibe baskısı ona çok eğlenceli gelmişti, böyle ortamda hakem olsa kendisi için çok zor olurmuş, zaten takip ettiği karşıdaki çizgi hakeminin oyuncularla çarpışmamak için ne kadar uğraştığını, taraftar baskısıyla hata yapmamak için sürekli çizgiye eğildiğini gördüğünü söyledi.
Üçüncü set rakip oyuncular bizden uzaklaşmıştı, eh doğal olarak o taraflarda oturan seyirciler bizim taraftakiler kadar fanatik eylemler yapmadığından aynı baskıyla karşılaşmadılar, buna rağmen biz gene de uzaktan servislerde uğultu yapmaya çabaladık. Bizim oyuncular iyi savunma yaptıkça, iyi servis attıkça bravolarla alkışlamaya başladık. Teknik mola sonrası file arkası gene karşılıklı tezahürat yapma arzusundaydı, Fenerbahçem benim biricik sevgilim... yapıldı. Bir tek sana tutuldu bu kalpler... denirken sahada İvan tutulamıyordu, skor avantajımızı sürdürdük. Bu şekilde setin sonuna götüreceğiz zannederken rakip koçun üstüste hamleleri gelmeye başladı. 22-17 iken iki mola hakkını da kullanmış ve 6 değişiklik hakkını da tüketerek bu müdahalelerle bizi iyice soğuttu. Birkaç defa ciddi şekilde hakeme itirazlar oluverdi, Arslan'da gidip itiraz etti ama Finli hakem oralı olmadı. Arslan o kadar hırslıydı ki sık sık gözleri tribünlere gidiyor, bizimle göz teması kuruyor, haydi haydi diye elleriyle coşku veriyordu. Çıldırt bizi Ekşi tempoları ile bu maç eskiden yaptığı gibi smaç servislere ağırlık verdi.
Karşılıklı sayıların gidip geldiği anlarda, eğer iyi manşet-pas-smaç denklemini kuramadığımız her defasında karşı taraf vuruş yapacağımız taraftan üçlü blokları kurmaya başladı. 18 numaralı Sırp oyuncu bizden uzaktayken smaç servisleriyle döktürmeye başladı, üstüste manşet hataları ve kötü hücumlar sergilemeye başladık ve bunca farktan rakibe yakalanıverdik. Haydi Fener haydi..tam zamanı şimdi sesleri eşliğinde mola sonrası stresli ortamda Arslan'ın kritik bir plase sayısı geliverdi. Set sayısı için servis kullanan bizimkiler böyle bir anda bile hata yapmaktan uzak duramadılar, devamında uzayan sayılarda gene sıkışan köşeye uzayan pas tercihleriyle blokları delip geçemeyeceği belli topların bizim sahamıza düşüşlerini izlemek biraz acı verici oldu. İtalyanlar 2-1 öne geçmişti, tribünde ve takımda üzüntü hakimdi, herkes o kadar sayı farkından nasıl bu setin verildiğini tartışıyordu. Diğer yandan Caferağa'da maça gidenlerden oradaki maçın farklı skorla önde gittiğini öğrenmemiz bir nebze teselliydi.
Set arasında tribünün ortalarında biryerde oturan bir abla gelip Alper ağabeylere biraz daha etkili destek olmaları gerektiğini, file arkasındaki grup gibi laylaylom yapmayın lütfen diyerek yerine döndü. İşin orası haklı olabilir ama bir yandan salon geneline bakınca bizim olduğumuz bloktakiler haricinde uzak taraftakilerin ıslık uğultu yapmadan maçı izledikleri görülüyordu, alınan sayılara sevinmek meselenin daha kolay kısmı. Maç uzadıkça salondan ayrılanlar olmuştu, file arkasındaki grup biraz daha azalmıştı. Bizim oturduğumuz yerden sağda ayakta duranların çoğunluğu da önlere doğru yığılmıştı, arkaları boş gözüküyordu. Bizim tarafta ısınan Treviso'lu oyunculara laf atmaya başladık. Formaları üstünden isimleri net okunmuyordu, kitapçıktan kadroyu inceleyip ülkücü tipli bıyığı olan 6 numaralı oyuncunun adı ne diye bakınca Papi olduğunu gördüm. Papiii diye başlayaraktan yarı italyanca-ispanyolca karışık birşeyler sallarken, tribündekiler de Papii papi papi diye tezahüratla onun dikkatini çekmeye başladı. Sonra takımlar yerleşince liberoları Farina ile uğraşıverdik, karşılayamayıp yerlerde süründüğü her topla beraber sete yüklenenlerden Farinaaa diye eller kollar sinyal yapıyordu.
İlk teknik mola zamanı file arkasındakilerden Alper ağabeye milyonlarca için çağrı gelmişti, hatta pınarbaşı yapalım isteyenlerde varmış, o da bize dönüp yahu olur mu şimdi bunların istediği, böyle kritik anlarda baskı yapmak varken milyonlarca mı yapılır diye dert yandı. Sayı farkını açıyorduk ama hakem bizim lehimize olan sayılar için karar vermeye o kadar ağır davranıyordu ki sinirleri bozmaya başladı. Blok temasımız olmadan dışarı gittiği belli olan önündeki topa dahi her bir köşedeki çizgi hakemlerine falan bakarak ağır tavırlarla sayımızı veriyordu, arada bir ona da laf atanlar oluyordu, aslında nereli olduğunu bilmiyordum ama kuzenime bu adam kesin İskandinavdır böyle soğuk karakter sarışın tipli demiştim ki Finliymiş. Bir pozisyonda herkes rakip oyuncu iki kere dokundu diye two two two bağırışları arasında hakeme yönelirken oyunu devam ettirdi.
Bazende aut diye itirazlarla yırtınıyorken, bizim oyunculardan biri elini kaldırıp bana değdi diye işaret ediyordu, bizlerde susuyorduk, ancak rakip takımdakilerden kimi zaman bunun aksi davranışlar itirazlar gelince kapa çeneni.... diye herkes uğultu koparıyordu.
Biz bir yandan rakip oyunculara baskı kuralım diye uğraşırken skordaki üstünlüğümüz devam ediyordu, alınan sayılarla bitmez tükenmez aşkımız karşılıklı olarak yapıldı ama oyun sürecine odaklandığımızdan tezahüratlara uzun süre katılmıyorduk, file arkasından "yan taraf ne oluyor hiç sesiniz çıkmıyor" diye toplu halde sataşmalar geldi. Biraz daha tezahürat edip tekrar baskıya koyulduk zira en iyi servisçileri iş başındaydı. Ben elimdeki kitapçıktan oyuncu numaralarına göre ismine bakıp sesleniyordum, sonra puşt puşt bağırışları atkıcıların yoğunlaşması falan derken farkı dörde çıkararak yirmili sayılara geldik. Ancak bu esnada sakatlık yaşayan Arslan yerde kalıverdi, ağrıları artınca kenara alındı ve yedek pasör Burak oyuna katıldı. Arslan'ın sakatlığıyla endişelenen tribünler alkış tutarak moral verelim istedi. Sette 22-17 öndeydik ve gene rakip koç sık sık oyuncu değiştiriyordu, oldukça geniş ve birbirine denk oyuncu kadrolarının avantajını kullanırken, bizim kadroda kenardan gelen katkı ne yazıkki zayıf kaldı. Yavaş yavaş bize yaklaştıkları anlar bizlere dejavu hissi yaşatmaya başladı, göz göre göre her sette bize geriden yaklaşıyorlardı, stres hem sahada hem tribünde artıverdi.
Bu ivmeyi kırabilmek için rakip üstündeki baskıya odaklanıyorduk ama 23-23te yakalandık, bizim oyuncuların basit hataları herkesin şevkini kırıyordu, mola sonrası bizim için saldır Fenerbahçe, yeter artık saldır Fenerbahçe sesleri ile dönüp beklemeye başladık ve nihayet üstüste iki sayı alıp maçta 2-2 eşitliği bulduk, keyiflenen salondakiler Fenerbahçe Fener bahçe oley seslerine katılıverdi. Şimdiye kadar bitirebileceğimiz bir maç uzamıştı ve rakibe puanı kaptırmıştık, tie break seti için rakip kaldığı yerden yani önümüzdeki yarı sahadan başlayacaktı. Eğer burada onlara biraz baskıyla saha değişikliğine avantajlı gidersek maçı alabiliriz diye konuştuk.
Hakemin para atışı ile kimin servisiyle başlanacağı belirlendi, Fenerbahçe sen çok yaşa canım feda olsun sana... haykırışları ile sahaya yerleşen takım salonda gittikçe azalmış bir kitle önünde uzatmaya başladı. Üstüste gelen sayıların verdiği coşku salonda hissediliyordu ancak bu güzel avantaj hemen aldıkları mola sonrası gene eriyiverdi. Onları servis hatalarına zorlarken, bizimkiler de geri kalmıyordu, ikramda bulunuyorlardı. Başabaş giden uzatmalarda Arslan'ın sakatlığı, artan ağrılarla kramp girmesi yüzünden bir süre yerde kalıverdi. Rakip koç bir anda bağıra çağıra itiraz etmeye başladı, tedavi olmasının kendilerine dezavantaj olacağını bildiğinden hakeme oyuncunun dışarı alınması gerektiğini işaret ediyordu. Bu bizim tepkimizi çekti, tribünden İtalyan koça tepki uğultuları bir süre devam etti. Bizim koç mola alarak takımı kenara çekti, Burak tekrar oyuna dahil oldu ve maçın gidişatı bu noktadan sonra olumlu olmadı.
Saha değişimine yenik durumda gelen oyunculara doğru yönelip, haydi beyler bırakmayın maçı diye sesleniverdik. Sayı farkı dörde çıkmıştı, maç gidiyor canlanın diyerek servise giden Burak'a seslenip moral vermeye uğraştık. İyi servisleri karşılamaya iyi yerleşince üstüste sayılar aldığımız bir seri yapıp farkı bire indirdik. Sayılardan sonra Kanarya kanarya saldır saldır Kanarya diye tezahüratlar artıyordu. Rakibe o kadar uğraşla yaklaşmışken bir anda gene tutukluk yapmamız ile serimiz bozuldu, salonda uzak tribündekiler montlarını giyip merdivenlerden çıkmaya başladı. Biz son gayretle haydi falan dediysekte maç İtalyanların oluverdi, Sisley Treviso oyuncuları sevinçleri ardından bizim oyuncularla tebrikleştiler, bizim tribünleri alkışladılar. Ortaya toplanıp Fener çeken oyuncularımız salonda kalan taraftarlar olarak bir süre alkışladık, onlarda bütün tribünlere doğru karşılık verdi, içlerinden Geriç bir tur daha dönerek alkışlarını uzattı. File arkasındakilerden cılız bir yenilsende yensende... sesi geliyordu.
Alabileceğimizi gördüğümüz maçı kritik anlardaki hatalarla, geriden yakalandığımız serilerle vermek herkesi hayalkırıklığına, şampiyonlar ligine yenilgiyle başlamak moralbozukluğuna sürüklemişti, bunları tartışa tartışa çıkarak gelecek maç buluşmak üzere ayrıldık. Maç sonrası bayan voleybol takımının oyuncularından bazılarının da tribünde olduğunu televizyonda gördüm ama bulunduğumuz noktadan ve maç ile ilgili aksiyon konsantrasyonumuzdan dolayı hiç farkında değildim, onları da artık yeni salonda görürüz. Ayrıca cev sitesinde röportajlara bakınca maç sırasında sataştığımız Papi'nin kaptanları olduğunu ve böylesine bir taraftar topluluğu önünde oynadığı için gurur duyduğunu söylediğini okudum. Ne yazık ki bizim bile tribünde kemik kadronun yarısı yokken sadece %50 performans verdiğimiz ortamdan etkilenseler de sonuçta galibiyetle çıkıverdiler. Hem takımın hem de bizim çok daha iyi olmamız ve artık içerde maç vermememiz gerekiyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder