14 Kasım 2010 Pazar
Fenerbahçe - Maliye Milli Piyango 3-0 (Salondan İzlenimler)
Aynı güne sıkışan bütün maçlar arasında, takımlar gibi taraftarlarda şehrin farklı bölgelerinde ki salonlara dağılıvermişti. Erkek voleybol takımımız saat dörtte başlayan maçta, iki galibiyetli rakibi maliye milli piyangoyu ağırladı ve antrenman ortamı gibi bir vaziyette galibiyete rahat ulaştı.
Yeni salonun açılış vakti yaklaştığından yaşanan yoğunlukta, hem cadde tarafındaki havuz ile ilgili hem de salonun inşaatı için malzeme getirmiş iki kamyonet iyice giriş kısmını kapatmıştı. Öyle ki maça gelmeseniz de olur gibisinden etrafta her yerde çalışmalar olunca kapıya ulaşmak için aralardan boşluk bulup inmek gerekti.
Girişteki görevliyle gene ayaküstü muhabbet ettik, benim sorum üzerine yeni salonda sanırım biletixte bilet satacak dedi, kombine kart çıkacak mı peki diye sorunca, Fenerbahçe zaten çıkarttı kart demesiyle ama bize hiç satışa sunulmadı ki dedim. İçeri girince anons edilen oyuncular dizilip maça başlamıştı. Ortam o kadar boştu ki ve maçta da tek tük heyecan yaratan pozisyon olunca fazla anlatılacak birşey olmadı.
File arkası tribünde bir tane bile taraftar yoktu, karşı file arkasında çoğunluğu maliye milli piyango genç takımı oyuncuları olmak üzere 15 kişi vardı (bunların ikisi Fenerbahçe genç takımındandı) Bir de orada oturan bir hanımefendi vardı ki sanırım libero Serkan'ın eşi yada kızarkadaşı olsa gerek, bir süre sonra diğer tarafta eşiyle birlikte oturan Cem Kurtar'ın çağırmasıyla onların yanına geçti. Ana tribündekilerle sanırım salonda 100 kişi civarı bir seyirci topluluğu olmuştur.
Tezahürat eden kimse olmamasına rağmen ufak FBD pankartını kim getirip astıysa orada öyle öksüz duruyordu, etrafında kimse yoktu, zaten çevrede de tanıdık kimse yoktu. Maç boyu oyuncuların sesleri duyulan ortamda bir defa bile Fenerbahçe diye tezahürat edilmeden başlayıp biten, zaman zaman sayıların 10-15 kişi tarafından alkışlandığı garip bir maç ortamıydı. Böyle konsantrasyondan uzak vaziyette maçta çok zevkli değildi, sık sık servis hatalarıyla sayılar alındığından, topun az da olsa döndüğü ralliler anca biraz ilgi çekiverdi.
Sadece bir defa önümüzde içeriye düştüğünü net gördüğümüz bir servis atışımızın çizgi hakemince dışarda gösterilmesine itiraz edivermek için uğultu kopardık, bunun dışında ağzımı esnemek haricinde açtığım olmadı. Bir defa da bizim oyuncular set arasında ısınırken file arkası tribüne kaçan top için yardım etmeye ayaklanıverdim. Oyuncular da aşağıdan tam göremediklerinden yukarı bakınıp kimse topu atmayacak mı diye bekliyorlardı. Koltuklarında mayışmış özel güvenlikçilerin istiflerini bozmadıklarını görünce bari ben gidip topu aşağı atayım dedim, buna karşılık Cengo ağabeyden teşekkür aldım.
En dikkat çekici şey ise Abdullah Paşaoğlu'nun protokolün bir sol köşesinde bir sağ köşesine git gel yapıp sürekli elinde bir kağıt üzerine birşeyler yazmasıydı. Ellerinde poşet içinde birşey olan iki adam gelip protokolün köşesinde onunla konuşmaktaydı. Uzun süre ne olduğunu anlamak için baktıysam da çözemedim. En sonunda maçtan çıkarken oyuncuların biraraya toplanıp İvan Miljkovic'e bir plaket takdim edildiğini ve ortalarındaki birinin de kağıttan birşeyler okuduğunu gördüm. İvan'ın etrafını saran diğer oyuncular sürekli bravo diye alkışlarla konuşmayı kesiyorlardı ama konuşma mikrofonla salona aktarılmadı, büyük ihtimal Abdullah bey maç boyunca bu yazıyı hazırlıyordu.
Maç bana sanki servis antrenmanı gibi geliverdi, birkaç defa ace yaptığımız oldu, rakip koç her sette iki mola hakkını kullanıp az sayıdaki seyircinin canını sıkıverdi. Hakan Dinçay maçı protokolde Arslan Ekşi'nin babası Mustafa Ekşi ile birlikte izliyordu, onlar da sık sık yapılan basit hataları hayretle karşılıyorlardı. Ana tribünün ortasında her zamanki ihtiyarlardan birkaçı vardı, onlarında önünde rakibin sayılarına alkış tutan 3-4 kişilik bir aile vardı. Bunlardan biri rakipteki 10 numaralı oyuncunun eşi olsa gerekki, bir ara yedekler arasındaki ona birşey söylemeye yerinden kalkıp tribünün köşesine kadar gitti, sonraki set oyuna girdiği vakitte çılgınca alkışlıyordu. Daha önce yazdığım gibi Cem Kurtar'ı sivil kıyafetleriyle bana uzak olan tarafta, elinde kahve alıp eşiyle tribüne otururken farkettim, kadroda olmayan diğer bir oyuncu Geriç ise aşağıda istatistikçilerin yanındaki yerini sağlamlaştırmıştı.
Maçın son setinde Arslan diz kapağı altındaki tibia bölgesinden ağrı hissedip yedek pasör Burak ile değiştirildi. Kenara gelen Arslan'a buz tedavisi yapılırken, yanına gelen Cengizhan ardından değişiklik için sıraya oturan herkes nasıl olduğunu sorup duruyordu. Ağrısı olduğu belliydi ve tam da şampiyonlar ligi maçı öncesi biraz endişelendik. Ancak maçtan sonra kendisiyle konuştuğumda iyi olduğunu söyledi. Bununla ilgili detayları birazdan yazarım.
Maçın ikinci setinde biraz direnebilen maliye milli piyango oyuncuları, o sıralarda kazandıkları sayılara bayağı şevkle seviniyorlardı ama devamını getiremediler. Oyuncuların uyumlarının ne kadar arttığını ya da şampiyonlar ligi maçına hazır olup olmadıklarını tahmin etmemize yardımcı olacak bir veri alabileceğimiz türden bir maç olmadı. Bu nedenle açıkçası güçlü İtalyan rakip karşısında ne olacağını, nasıl oynayacağımızı kestirmek şu an için güç gözüküyor. Maç boyu Aylin ablanın elinde kalemi oynata oynata yorumlar yaptığına denk gelmeyince bugünlerde milli takım takibi nedeniyle pek enerjik olmadığını düşündüm.
Maçın bitimi ile salondaki az sayıda seyirci ayaklanıverdi, önümde oturan dört tane genç haricinde öyle sürekli alkış koparan olmamıştı, oyuncuların Fener çekmesi ardından alkışlayıp herkes dağılıverdi. Oyuncular ise idarecilerle birlikte İvan'ın plaket takdim törenini yaptılar. Görmediğim kör noktada oturan tam techizatlı 10 tane çevik kuvvet elemanının böyle bir günde burada ne diye tutulduğunu çözemedim, özel güvenlikçilerde toplasak 10-15 kişi dağınık halde ön sıralarda oturmuşlardı. Bir de file arkası tribünde kamera ile kayıt yapan polis vardı, bu işgüzarlıklara pek gerek olmasa da oyalanıyorlardı.
Ben koç Demeter ile takımın durumu hakkında konuşma niyetiyle diğer çıkışa yöneldim. Aşağıda birkaç tane genç kız çıkacak olan voleybolcularla resim çektirebilmek için bekliyorlardı. Yan tarafta çalışmaları devam eden yeni salon ile aradaki parmaklıklarda geçilebilecek bir nokta farkedince oraya bir bakayım dedim. Geçiş o geçiş, koçla falan konuşmayı da unuttum, içeri bir girince resimler çeke çeke her noktasını geziverdim.
Ben orada üst katları gezerken, çalışmaları incelemeye gelen Mustafa Ekşi'nin yanına bir süre sonra oğlu da geliverdi. Ben de bir sürü açıdan telefonla resim çekip alt kata inmiştim, Arslan oradan ayrılıyorken yanına gidip geçmiş olsun dedim, otoparka kadar beraber gidip ayaküstü konuşuverdik. Seke seke gidiyordu ama durumunun iyi olduğunu, bir problem olmaz, Treviso maçında oynarım dedi. Takımın durumu nasıl, şampiyonlar ligine hazır durumda mıyız, gerçi son yıllarda bizim takımın form grafiği hep sezon ortasından itibaren yükselişe geçecek şekilde düzenleniyor ama şimdi çok yakında Avrupa maçları başlıyor, nasıl olacak bu durum diye soruverdim. "Evet aynen öyle form tutuyorduk, şimdi işimiz biraz daha zor. Yani aslında tam hazırız denemez ama hazır olmalıyız, dediğin gibi tam forma giremedik ama bu maçı kesinlikle kazanmak zorundayız, kendi sahamızdaki maçların hepsini kazanmak hedefimiz, gruptan çıkmak için öncelikle içerdeki maçları almalıyız onun için bu maçı ne durumda olursak olalım almamız lazım" dedi, "kazanıp iyi başlamamız takım için çok önemli diye tekrar etmesi dikkatimi çekti.
Yeni oyuncularla yabancılarla uyum sağladınız mı, sen pasör olarak adapte olabildin mi yoksa daha zaman gerekiyor mu dedim. "Zamanla daha iyi oluyoruz, artık uyum sağladık denilebilir, zaten onlarda çok üst düzey oyuncular, profesyoneller, bunu beceriyorlar, çeşitli yerlerde oynamışlar, kendileri kolaylaştırıyor herşeyi" dedi. (Gülerek) "Sen bilirsin takımın kapasitesini, yani şimdilerde %20lerde sayılırız, bir de %100 form tutacağımız zamanları düşünsene, nasıl oynarız" dedi.
Sizin şanssızlığınıza bu dönem Fenerbahçe'nin bütün branşları maç saatleri çakışıyor, mesela bugün üç maç aynı saatlerdeydi, taraftarlarda bölünüyor, kusura bakmayın yeterli destek verilemedi size daha dedim. Evet ne yazık ki oluyor böyle şeyler, bu sezon taraftar fazla gelemedi bakalım zamanla düzelir ama bu çarşamba çok önemli dedi. Otoparkın oraya kadar yürümüştük, iyi akşamlar görüşmek üzere deyip şoför koltuğunda kim olduğunu göremediğim bir arabaya binip uzaklaştılar.
Ben de salon ve havuz kapıları kapatıldığından, tekrar geri dönmek zorunda kaldım, yeni salonun içinden geçerek ana caddeye çıkıverdim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder