23 Mart 2011 Çarşamba

Final Four 2011 (Salondan İzlenimler)


Evsahibi olduğumuz Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finalinde; kendi taraftarlarının organizasyon ile ilgili fikirlerini önemsemeyip, yüksek bilet fiyatlarıyla taraftar gruplarını geri planda bırakarak, salonun sahaya yakın stratejik noktalarını pasif seyirci profiliyle doldurmalarının yanısıra;

salonu canlandırabilmek için sıkıştırıldıkları bir köşede çaba sarfeden az sayıdaki taraftarını, girilen müzik ve anonslarla baltalayıp kendi evlerinde deplasmanı yaşatan organizatör dehası Acıbadem grubu ve Fenerbahçe yönetimi yetkililerine aldığımız bronz madalyadaki --koç ve takımın hataları kadar hatta bir taraftar gözüyle daha büyük--katkılarından dolayı teşekkürlerimizle!






Üstteki fotoğrafı bizim maçtan iki saat önce salon içinde turlarken çekivermiştim. Protokol tribünü sağındaki koridor girişine kurulan bu müzik sistemi ve resimdeki beyaz formalı anonscunun, ne halt edip ortamın içine edeceğini önceden bilebilseydim daha o zamandan uyarabilirdim ama maçın beşinci setine kadar onları susturma çabamız sonuç vermedi, Ali Koç maç ortasında taraftarla diyalog kurup sonunda müdahale ettiysede artık iş işten geçmişti.




Hakem masasında takım kadrolarını coşkuyla anons edip, maç içinde Türkçe ve İngilizce olarak resmi anonsları yapan Mustafa Özben vardı, o basket maçlarında olduğu kadar müdahil değildi. Ama resimde ki bu şahıs (daha sonra forumlarda dj Hopdedik Ayhan olduğunu yazdıklarında öğrendim) yaptığı absürd esprili anonslarıyla, servise gelen oyuncuları gereksiz yere beklentiyle strese sokmasıyla, hem saçma anonsları hem de sayılar sonrası girilen uzun süreli müzikler yüzünden bizim sinirlerimizi bozarak, doğru düzgün tezahürat girmemize fırsat bırakmadılar.


Cumartesi günkü maç öncesi salon dışında Azerbaycan bayraklı birilerinin ellerinde ki tomar tomar bileti gelen Azeri öğrencilere dağıttıklarını gördük, bu sayede salonda kalabalık gözüktüler. İlk gün maç bitimi büyük kısmı salondan ayrıldı, boş gözüken yerlerini sonradan Fenerbahçeliler kaplamaya başladı.



Maça parayla bilet alamayan bazı tanıdıklar, gençler daha sonra bunlardan kaptıkları biletle içeri girdiler, vaziyetin böyle olduğunu görünce keşke cumartesi için bilete para vermeseydim dedim. Yokuşun başında duran karaborsacılar da cumartesi biletlerini normal fiyatına, pazar günü final biletini ise iki katına satacak fiyat veriyorlardı, tabii Fenerbahçe yenilince hevesleri kursaklarında kalmıştır.



Azeriler bol bol bayrakla yerleştikleri giriş tarafı üst katta Ra-bi-ta diye tezahürat ede ede takımlarını desteklediler, zaman zaman da A-zer-bay-can diye tempo tutuyorlardı. Maçın bitiminde açtıkları pankart onlardan böyle bir taşlama beklemediğimden komik geldi ama herhalde böyle bir pankartı eskeza vakıfgüneşi yenip biz açsak elit voleybol camiası bizi topa tutardı.



İtalyan taraftarlar yaklaşık 30 kişi maraton tribünü ile solundaki file arkasının kesiştiği alt köşeye yerleştirilmişlerdi. Fazla kalabalık olmamaları şaşırttı ama takım sitesinde bu maç için düzenlenen tur fiyatının 570 euro olduğunu görmüştüm, doğal olarak belli bir seviyede para harcayabilecek orta yaşlı bir grup gelmişti. Üçüncülük maçımızdan sonra yanlarına gidip konuşmak istediğimde ingilizce bilen birine denk gelemedim ama gene de çok eğlenceli diyalog oluverdi, çok renkli keyifli bir kitleydi.


Pazar günü ellerinde dağıtılan Türk bayraklarını sallarlarken finalde kimi tutacaksınız diye sorduğumda ingilizce bilen olmayınca çok net anlaşamasakta yaptıkları el hareketlerinden (Rabita el altından iş çeviriyor tarzında bir el hareketi ile Hooker meselesine gönderme yapıyorlardı) ne rabita'yı ne de vakifgüneşi tutacaklarını anladım. Üstümdeki polar önümü kapadığından hangi takımlı olduğumu anlayamayıp açmamı istediler, Fenerbahçe deyince baş parmakla good diye selamladılar.


Salon içinde kurulan Fenerium standında voleybol forma ve tshirtleri satılıyordu. Ayrıca yan tarafta Fenercell ve Superonline standları da vardı. Rabita-Pesaro maçı bitene kadar salon içinde sarı tshirt ve şakşak balon dağıtımı yapılmadı. Böyle olunca girişte herkes bir tane alıp yerine geçeceğine, salon içinde kutulardan gönüllü çalışan üniversiteli gençlerin yetişebildiği yerlere dağıtılmaya başlandı, uzak noktalardakilerin tshirt almak için bu düzensizlikte biraz sabırlı olması gerekti.

Yarı finalin ilk maçında salona girdiğimde maç kaç kaç diye skorboarda bakayım deyince gördüğüm görüntüye şaşırdım diyemem. Zira bu dandik skorboard sezon başından beri defalarca böyle arıza yapıyordu, tam final four zamanı gene bir rezalet olarak iki set boyunca falan çalışmadı.







Maçtan yarım saat kadar önce Alex de Souza'nın salon içinde görülmesiyle ona yönelik büyük ilgi ve tezahüratlar yükselmeye başladı. Taraftarları selamlayarak saha içine iniveren Alex, röportaj yapmak için FB tv kamerasının olduğu uzak köşeye gidene kadar yanından geçtiği bütün oyunculara başarılar diledi, sonra vatandaşı Ze Roberto ile kucaklaşıverdi.



Maç öncesi dağıtılan tshirtlerle ortam iyice renkleniverdi ancak daha salona girdiğim anda biletteki yerimin olduğu blokta biraz zaman geçirince etraftaki ve ön portatif kısımlardaki seyirci kitlesinin çok sıkıntı vereceğini hissetmiştim. Çevrede dolaşırken gördüğüm tanıdıklara organizasyonun çok kötü olduğunu, bizim gibi taraftarlara toplu halde duracakları doğru düzgün bir yer ayarlanmadığından hala ne olacağını bilmediğimizi söyledim. Hatta anons gibi şeylere bizim voleybolda alışkın olmadığımızı umarım organizasyonda patlamayız, takım iyi oynar da taraftara ihtiyaç falan olmaz diye de ekledim. Ne yazık ki endişe ettiğim şeyler birer birer gerçekleşiverdi.



Takımımızın sahaya çıkışı muazzam bir coşku ve alkış ile sanki futboldaki bir derbi gibi atmosfer hissi verdi. Atkılarla mohikan marşı yapılarak iyice havaya girildi, çalan müzik ve şarkılar birbiri ardına salondakilerin eğlenmesini sağlıyordu ama asıl önemli olan maç öncesi değil, o önlerde oturan seyircilerin maç sırasındaki coşkularının nasıl olacağıydı.



Hakem arkasındaki maraton tribünü sol üstlerde bir yerde kısıtlı bir alan sıkışmaya başlamıştık. Maç başlayacakken hala gelip biletinde yazan yere oturmak isteyen birileri çıkıyordu. Alkış yaptığımda önümdeki seyirciler gürültüden rahatsız oluyordu vb. Yani böylesine önemli bir maç öncesi canımızı sıkacak ne kadar durum varsa hepsi yaşanıyordu ve bunların çok uzun zaman önceden planlaması yapılması gereken kendi evsahipliğimizdeki organizasyonda yaşanması daha acıydı.



Bu kısımda bir bölümü FBD'lilerce biletleri alınarak organize olunmuş bir taraftar bölgesi olmuştu, bazıları da dışardan öyle veya böyle bilet bularak geçte olsa içeri girebildi. Takıma destek olmak isteyenler buraya toplandıkça sıkışıklık arttı. Haklıyız Kazanacağız, Samanyolu, Fenerbahçe marşı, Athena Holigan, Çünkü Fenerbahçeliyiz vb. şarkılar salonu maç vaktine kadar oyaladı. Bu gürültü içinde tezahürat etmeye çalışmak boşa yorulmak oluyordu, oyunculara tezahürata da fırsat olmadı.


Maçın ikinci setinde hafif alkollü halde gelen Selçuk Yula ve birkaç arkadaşının oradaki ortamda vişne suyu içmeye devam ederek, FBD'liler arasında muhabbetleriyle dağılan konsantrasyonun tekrar sahaya yönelmesi uzun zaman aldı, bu arada set ise yavaş yavaş gitmekteydi. Alkolden dolayı etraftakilerle, özellikle ön taraftakilerle neden bağırmıyorsunuz, ayağa kalkmıyorsunuz gibisinden tartışmalar da zaman zaman görülüyordu.


Maçtan önce iki saat boyunca taraftarın salon içinde nereye yerleştirilebileceği ile ilgili görevliler yetkililer ile diyalog halindeydi, bunun o saate kadar ayarlanmamış olması trajikomik bir durumdu. Zaten pahalı bilet fiyatları ile futbol derbisi üzerine gelen bu maçlarda büyük bir tribün kitlesi salondan uzak kalıvermişti. Bilet alarak gelen ya da son anda bedava girmek için fırsat kollayarak takımını desteklemek isteyenlere ise file arkası alt ve üst tribünde yer ayarlandığı söyleniyordu.



Ama maç öncesi o kısımlara bakınca oturarak dağınık halde maç izleyen seyircilerle doluydu, onlar eğer biletteki yerlerine oturdularsa bu nasıl bir yer ayırmaydı anlam veremedim, oralarda onları rahatsız edecek şekilde yerleşmek icap edecekti. Uzun bir süre salon dışında biriken Genç Fenerbahçeliler içeri alınıp file arkası alt tribünün yarısına konuşlandırıldılar. Onların arkasında,çevresinde yerlerinde oturan seyircilere sıkıntı verildi ama bu organizasyon beceriksizliğinin bir sonucuydu. Hem parayla bilet satmaya kalkılıyor, hem de belli bir kesimi içeri yöneticiler falan sokuyordu, şu biletleri kategoriyle, taraftar için daha ucuza komple bir tribün ayırarak yapsaydılar bu görüntülere gerek olur muydu.


Rakip vgstt aldığı 708 bileti banka-sigorta vs. çalışanlarına ve içlerindeki beleş grup organizasyonlarına dağıtaraktan kendilerine ayrılan yerlerini doldurmuştu. Protokolün sağında kalan köşede aşağıdan yukarı genişleyerek artan bir yer ve file arkası en üst balkonlarda yer verilmişti. Evsahibi bizken onlara daha fazla kişiye beleşe dağıtmaları için bilet ve daha iyi yerden izlemeleri için koltuk ayarlamamızı mı bekliyorlardı anlayamadım. Oyuncuların kendi aileleri dahil %90 ı bedava bilet ile gelen ve ufak bir grup kiralık taraftar toplayan bir kitleye daha farklı ne saygı gösterilecekti bilmiyorum.




Maç öncesi iki dost birbirlerine başarı dilerken, Giovanni bizim koçu mat ederek kazanan taraf oldu. Maç boyu olağanüstü hırsı ve oyuna müdahaleleri ile takımını sürekli rakibin kendilerine saygısızlığı ve küçümsemesi üzerine odaklı motivasyonuyla sonuca gidiverdi.

Ze Roberto ise maç sonrasında taraftarların organizasyon ile ilgili sıkıntılarının ardından akla ilk gelen hedefti.



Maç öncesi oyuncuların üzerinde biriken başarı baskısı ve oluşan stres, salonda yaratılacağı umulan motivasyon ortamıyla ve tecrübeyle aşılacak diye düşünülüyordu ama bu konuda bazı büyük tecrübeli oyuncularımız başarıya doymuş seviyedeki performanslarıyla hayalkırıklığı yarattı.















Maçın İspanyol hakemi verdiğimiz sette durum 22-20 gerideyken birkaç pozisyonda blokta temastan çıkan topları göremeyip salondakilerin tekrarı izleyerek verdiği tepkilere maruz kaldı. Şanslıydı ki daha yakınında hemen arkasında bizim gibileri oturmuyordu, ingilizce ispanyolca gürleyebilmek için sahaya çok uzak kalıyordum.



Yarı finalde Naz ve Seda'nın oyuna girip çıkmaları bir oluyordu, rakibin oyuncu rotasyonuna karşın bizim yedekleri yeterince kullanmayışımız dikkat çekiciydi. Maç sırasında gözüm yedek köşesine gittiğinde oradaki bütün herkesin ilk defa nasıl bu kadar aktif heyecanlı olduğunu, hepsinin sanki taraftar gibi bütün tezahüratlara katılıp hoplayıp zıpladığını, bağırıp alkışladığını, alınan sayılarla birbirleri etrafında döndüklerini görüyordum. Ben onları öyle gördükçe daha şevke gelip tezahürat edesim geliyordu ama salondaki binlerce kişi o yedek oyuncular kadar heyecan göstermiyordu.




Yarı final maçında ilerleyen setlerden bir görüntü, önlere doğru yaklaşılmaya çalışılarak sahaya daha yakın ve etkili olmak için çaba sarfedildi ama oralardaki seyircileri ne kadar uğraşılsa da canlandırmak mümkün olmuyordu. Ali Koç ta daha fazla dayanamayıp saha içinden önce file arkasındaki GFB'lilere amigo Yücel'in yanına gidip konuştu, daha sonra bizim olduğumuz maraton tribünündeki yere geldi. Sesiniz gelmiyor, canlanın biraz diyordu ama bu kadar anons ve müzik arasında böylesine ölü bir kitleyle nasıl tezahürat edilebilirdi diye şikayet edildi.


Sayı alıyoruz tam tezahürat edecez, birden bire hoparlörlerden müzik sesi, tempolar lafı ağzımıza tıkıyordu, boşuna yoruluyorduk. Anonscu sinirlerimizi bozuyordu, belki tek işe yarayacağı iş olur diye düşündüğüm onun verdiği haydi ıslık gibi talimatları bile seyirciler iplemiyordu.


Takım moladan sahaya dönecek haydi kızlar haydi Fenerbahçe diye alkış tutmak istiyorum ama çalınan müzik o kadar uzun sürüyordu ki, neredeyse rakip servis attığında top havadayken kesiyorlardı, yani doğru düzgün bir motivasyon çabası sergileyemeye dört set boyunca çok az fırsat oldu.



Beşinci sete uzayınca, baktık olacak gibi değil file arkasındakilerin maratondakilerin yanına gelmesi için işaretleşmeler yapıldı, orada biraz daha sıkışarak koridorlara falan yayılarak tezahüratçı kitle iyice kenetlenip son bir enerji koyuverdi. Fenerbahçe aşkına milleti ayağa kaldırma uğraşı ardından, bizler inandık sizde inanın diyerek büyük bir coşkuyla girilen uzatmaya takım da bu kenetlenmeye cevapla farkı açıverdi. Herşey istediğimiz düzene giriyor zannederken, oyuncular gene bir tıkanma yaşayıp rakibin serisine cevap bulamadı ve acı verici şekilde maçı üstüste iki hatayla tamamladık.



Bir kez daha gördüm ki, marifet koca salonu nicelik olarak doldurup tshirtlerle renklendirmekte değil, nitelik olarak yeterli destek verecek olanlarla pankartlarla renklendirmekteymiş. Bunu haftalar boyunca dillendirip organizasyonda yanlış yaptıklarını anlattıysakta dinlemediler, sonuçta bu organizasyonun maliyeti yanısıra koca bir sezon için yapılan yatırım maliyeti de ellerinde patlamış oldu.












Yarı finalden bize kalan görüntüler hüzün dolu oldu. Sahadaki oyuncularımız gibi bizlerde tribünde hayalkırıklığı içindeydik, cılız bir şekilde Sarı Melekler ooo o ve Armanın Gururu Sarı Melekler tezahüratı edilebildi, oyuncular zor zar ayaklanıp taraftarlara alkış tutarak bir kısmı yerlere yığılıverdi. Rakip oyuncular hakettikleri final niteliğindeki galibiyeti doyasıya kutlarken, bizim oyuncular da birbirlerini teselli ederek soyunma odası yolunu tutuyorlardı. Bu arada sağ çıkış köşesinin orada bazı seyircilerin laf atmasına tepki veren Nihan onlara doğru cevap veriyordu, biz o tarafa gitmeye fırsat bulamadan hem Nihan hem de o kişiler gözden kaybolmuştu.


Salonun çoğu boşalmıştı, biz az kişi kaldığımız yerde mağlubiyeti hazmetmekle uğraşıp, sinirli halde herkes birbirine birşeyler söyleniyordu, anonscuya da organizasyonu düzenleyenlere de saydırıp düz gidiliyordu, sadece beşinci sette biraz voltran oluşturarak maça etki edebildiğimizden bu seferde 7-2 den maçın verilmesine oyuncular ve koçun nasıl izin verdiğine hayret etmiştim, beşinci setteki geri dönüş faciasını affetmek kolay değildi ama bunun dışındaki kısımda taraftar gözümle oyunculara değil idarecilere kızıyordum.

Zor zar toparlanıp, birbirlerine çatanları olan oldu geçti artık diye sakinleştirerek, görevlilerin lütfen boşaltın serzenişleri sonrasında salondan ayrılıverdik.


Üçüncülük maçında salona maç başlamadan on dakika kadar önce girdim, FBD'liler maratonda sol altta az bir kişiyle toplanmıştı, benim gibi bir kısım münferit taraftar daha oraya gelip takımı desteklemeye uğraştık, GFB'liler bu defa piyasada yoktu. Dışarda bekleyen ufak bir grup genç ise maç başladıktan sonra bir şekilde içeri giriverdi.



Oyuncuların toparlanıp bu maça konsantre olması zordu, maça girişimiz felaketti. En azından bu sefer o anonscu ve müzik rezaleti yoktu da, kendi alıştığımız tarzda takımı destekleyip sonradan oyuna giren oyuncularla ritim bularak maçı kazanıverdik.



Maçın ortalarında vgstt ikizleri bizim solumuzdaki file arkası alt köşesine oturuverince, tepki verilmeye başlandı. Dışarı çıkın, oturmayın orada diye sert tavırlar ardından özge dışarı diye bağırışlar ve uğultular gelince bir anda bütün ilgi bu noktaya yöneldi. Önce diretip oturmak için inat eden kardeşinin yanına gelen diğeri de Nilay ile beraber oturuverdi. Ama uzayan tepkiler ve tartışmalar sonrasında onlar orada daha fazla oturamadı, kalkıp tekrar koridordan içeri gittiler.


Kimsenin Nilay, Güldeniz gibi oyunculara bir tavrı yokken neden böyle cins oyunculara sinir olunduğunu düşünmeden milletin yorumlar yapması iyice bıktırıyor. Bunun yanısıra bir süreliğine maçtan kopulunca koştura koştura oraya gelip onları bırakın sizin takımınız burada oynuyor diye ayar çeken Çağrı bey ve sonrasında gelip sakin olunmasını isteyen Abdullah Paşaoğlu ve Ali Koç ta ilginç oldu. Bu manzarada tek hoşuma giden ise küfür ediliyor,çıkartın şunları dışarı diye diklenen vgstt idarecisi kadınlara, hayır kimse küfür falan etmiyor, siz kendi işinize bakın diye cevap verip susturan kulübün bazı özel güvenlik amirleri oldu.



Maç bitimiyle önümüzden geçip köşedeki taraftarlarını selamlamaya giden Pesaro oyuncularını hep beraber alkışladık. Pesaro taraftarlarının birkaçı maç sırasında da Fenerbahçe atkısı açarak atkı şovlarına katılıyordu, yalnız elindeki pompalı kornayı kullanan kadının çıkardığı ses koordinasyonuyla beraber yaptığımız Fener... tezahüratlarına ilk başta alkış tutan FBD'lilerin daha sonra kadının sık sık kornayı çalmasıyla yahu susmuyor bu diye ona laf sallaması da ilginçti.




Salonun tepesine asılı olan oyuncu afişlerinden görüntüler, organizasyonda herhangi bir dans şovu falan yoktu, Mehmet Ali Bey'in anlattığı muhteşem organizasyon hazırlıklarından salonda normal zamanlarda olmayıpta bu haftasonu olan tek farklı şey bunlardı



Bu salonda belki bir daha yaşanmayacak bir görüntü bütünlüğü


Avrupa şampiyonluğu hedefiyle kurulan, belki de dünyanın en kalabalık teknik ekibi masörü fizyoterapisti malzemecisi vs. ile hiçbir eksiği olmayıp fazlası bile olan ama Mehmet Ali beyin üçüncülük maçını izlemeye dahi gelmediği kadro



Üçüncülük ödül töreni bize uzak olan köşede hemen maç bitimi ardından kurulan podyumda giriş tarafı file arkası tribüne yönelik olarak yapıldı.



Madalyasını alan Nati'nin hemen ardından dönerek bize selam verdiği an



Oyuncular buruk bir teselli olan bronz madalyalarıyla tribünleri selamlayıp tekrar bizim önümüze geldiler, bu taraftar sizinle gurur duyuyor diyerek alkışlandılar.

Maç bittikten sonra ise önümüzde dizilerek kendileri Sarı diye başlatarak Şampiyon diye devam ettiler ama maalesef şampiyon olamadıklarından birkaçının boğazlarının düğümlendiğini farkettim. Seda'nın yaşlı gözlerinin çevresindeki makyajın dağıldığı gözüküyordu.



Evsahipliğindeki bir turnuvayı teselli ile kapatan takımın artık kalan son hedefe odaklanması için ilk kenetlenmesi



Maç bitimiyle FBD'lilerin Christiane Furst için hazırladıkları Almanca doğumgünü pankartı açıldı. Ancak blokların kraliçesi diye yazılan Chris'in doğumgünü yanlış biliniyormuş, kız pankartı görünce şaşırıp okuyuverdi, çok teşekkürler jesti ardından üzgünüm ama bir hafta sonra diye işaret yaptı. Final maçı sonrası yanına gidip konuştuğumda meğersem doğumgünü 29 marttaymış, evet yanlış biliyorlarmış dedim, hem bunun için kusura bakmayın hem de yenildiğimiz maç için sizden çok özür diliyorum deyince bu kızı daha bir takdir ediverdim.



Organizasyonun en ilginç anlarından biri; bulunduğumuz kısımdan ayrılmamızı bekleyip belli bir süre sahaya ısınmalar için çıkmayan vgstt oyuncuları, kimsenin gitmeyeceği anlaşılınca sahaya ıslıklar ve uğultular eşliğinde geliverdi. Bu arada salonda bir bayrak tshirt seferberliği hakimdi, bir yandan ellerdeki kırmızı vakıfbank güneş sigorta, ejderhalar tshirtleri, Türk bayrakları falan etraftakilere dağıtılıyordu. Salondaki Fenerbahçeli seyircilerin bu tshirtleri almak için birbirlerini ezdiklerini görmek sinir bozucuydu.



Bizim olduğumuz kısımda bir anda nereden getirildiğini anlamadığım Rabıta bayrakları ile vgstt takımını desteklemeyenlerinde olacağı gösterilince, bir anda bütün medya fotoğrafçı ilgisi oraya yöneliverdi. Ben bu şekilde kullanılmak istemediğimden herhangi bir bayrak almadım, hatta bir tanesini kirli koltuğa koyup üstüne oturdum, ama vgstt tshirti giyip onları destekleyecek kadar Fenerbahçeli olamadım. Karşı taraftan el kol hareketleriyle belalar okuyanlar, işaret yapanlar yüzünden biraz gerilim arttı, Ali Koç gelip bu tavırlar bize yakışmaz diye konuşurken yanındaki görevlilerde lütfen gerilim yaratıp organizasyonda bir rezalet yaşamayalım tavırları aldılar.



Sıkıntının hangi oyunculardan kaynaklandığını biliyorsunuz diye oradakiler cevapladı, daha sonra organizasyondaki hatalar yüzünden dünkü maçta yaşanan sıkıntılar konuşuldu. Ali Koç ilk defa böyle organizasyon yapınca acemilikler olduğunu, hatalar yapıldığını söyledi, taraftarların yerine seyircilerin çoğunlukta olması, anons ve müzik sistemlerinin hata olduğunu kabul etti.



Salonda öyle ilginç bir kitle vardı ki, sağ taraflarımızda zeytinyağlı dolma getirip maç sırasında piknik yapanlar vardı, çocuklarını koltuklarda uyutanlar da eksik değildi. Açıkçası tribün kültürü olduğunu iddia eden bir kulüp taraftarlarının, kendi kulüplerince bu kadar dışlanması ve ihtiyaç olunca kullanılır vaziyette olması çok can sıkıcı durumlar. Bunların üstüne maç başladıktan sonra görüldü ki bizim gibilerin artık bu salonlarda yeri yokmuş, dün kendi takımını böyle ayaklanıp coşkuyla alkışlamayan Fenerbahçe formalılar, sahadaki vgstt oyuncularına tempo tutuyorlardı.



Karşı taraftaki bukalemun vakıfbanklı birkaç kişiyle yaşanan nasıl koyduk cevaben kafa koparmalı işaretleşmelerden sonra saha içinde önümüzde oturan sivil emniyet amiri bu tahrikleri görerek oraya gidip onları uyarıverdi, bir daha da kıpırdayamadılar. Tabii daha sonra spor büro polislerinin de birkaç kişiyi sorgulaması oldu.

Daha üzücüsü berbat bir final ortamında, alkış temposunu yedek oyuncuların başlattığı neredeyse tezahüratsız geçilen, tribün desteğinden yoksun bir takımın şampiyonluğunu izlemekti. Son sete doğru içeri girip bir türlü yerleşecek yer bulamayan ufak bir kiralık taraftar grubuna bazı genç Fenerli çocuklarında para için katılmış olması da yazıktı.



Sol tarafımızda kendilerine ayrılan yerde oturup maçı izleyen oyuncularımızdan Seda gibi birkaçı fazla dayanamayıp maçın ilk setinde oradan ayrıldı. Maçın bitiminde orada kalan Nati ile konuşmak için yanına gittim. Gelecek sene için teklif yapılırsa takımda kalmasını istediğimizi, bu kupayı bize getirmesini söyledim, henüz takımla ilgili nasıl bir planlama olacak bilmiyorum dedi.

Sonra Chris ve Naz ile konuşup oradan ayrılıverdim, oyuncularda kısa süre sonra toplu halde ayrılıverdiler. Biz bir süre daha durup herhangi bir oyuncumuza ödül verildi mi diye bekledik ama sahaya dizilenlerin içinde kimse olmayınca kupa törenini izlemeden salondan ayrıldık.
Çıkış kapısına gelmeden önce son bir bakış attığımda Mehmet Ali Beyin ortada dizilmiş olan protokol heyeti içindeki başı yana düşmüş üzüntülü görüntüsü hafızamda yer etti.

Fotoğraf Kaynak ; Cev , Fenerbahçe.org , Metin Timur , voleybolunsesi , stiff1907 , voleybask , Ahmet Besler














Hiç yorum yok: