22 Mart 2011 Salı

AÇIK MEKTUP

Sevgili Gürol,
Bugüne kadar hiç yüzyüze gelmedik seninle. Birbirimizi sokakta görsek tanımayız bile ama yazışmalar sonucunda seninle kendimde ortak o kadar çok şey buluyorum ki bu mektubu yazmak istedim.
Ortak sevdamız FENERBAHÇE.
Objektif olmayı başarabilen ama söz konusu FENERBAHÇE olunca taraf olduğundan objektif olmak istemeyen. Yenilgiyi de galibiyet gibi maçın doğal bir sonucu olduğunu bildiği halde bir türlü kabullenemeyen.
Fenerbahçe'nin haklarını her zaman herkese karşı savunmayı herşeyden önde tutan.
Sporu ve sporun felsefesini özümsemiş, doğru bildiğini herkese ve herşeye rağmen söylemekten çekinmeyen.
İşte tüm bu nedenlerle yazılanlar farklı.
Daha önce yazdıklarımdan da bildiğin gibi ben hayatımda hiç voleybol oynamadım. Basketbolla, futbolla aktif olarak ilgilendim ama ne yalan söyleyeyim parke sahada hiç voleybol topuna el değmişliğim yoktur.(Çocukken gidilen pikniklerde elbet voleybol oynardık ve elimiz değerdi file niyetine çekilen ipe de topa da.)
Fenerbahçe Tv voleybol maçlarını yayınlamaya başladığı zamanlar- ki lige ilk çıktığımız 2004-2005 yılında başımızda Kübalı antrenör varken ki maçlardı yanılmıyorsam- izlemeye merak sardım. Erkeklerde marmariste Arkasa 0,5 puanla kaybettiğimiz şampiyonluğa, kadınlarda 2. olduğumuzda kaçan şampiyonluğa üzülmemi net olarak hatırlıyorum.
İzlemeye başladıktan sonra daha bir merakla öğrenmek istedim voleybolun tüm kurallarını taktiklerini. Senden de çok şey öğrendim, uzun zamandır sesi soluğu çıkmayan Özgür'den de(Ona da buradan selam olsun). Oturdum kitap okudum. Ama inan bana en çok 2 sene önceki Fenerbahçe Acıbademi izlerken çok şey öğrendim.
2. bitirdiğimiz sezon sonrasında 8JK nın antrenörü ile eski oyuncularını transfer etmemiz üzerine gelen tepkileri daha dünmüş gibi anımsıyorum. Babası 8jk lı eski oyuncu olduğu için kızı Violet Duca da eleştirilerden nasibini alıyordu.
Sezon ortasında antrenör gidip yerine Jan De Brandt geldiğinde ben voleybolu bu kadar çok seveceğimi de Fenerbahçe Acıbadem'in şampiyon olacağını da tahmin edemezdim.
Geçen yıl Jan De Brandt'ı küçümseyenler o kadroyu şampiyon yapmayanı dövmek gerek diyeceklerdi nerdeyse ama onlar Jan De Brandt'ın bizi ilk şampiyon yaptığı sene kadroda Marina Tumas, Anna Spasojeviç gibi iyi niyetli ama kapasitesi sınırlı oyuncularla şampiyon yaptığını unutturmak istiyorlardı. O kadronun özellikle de Seda ve Çiğdem'in bendeki yeri farklıdır, özeldir. Son sette servis atması için aldığı Merve nin bile unutulmazlığı vardır benim için...
Geçen sene bir çok maçı çıplak gözle izlemek için İstanbula 50.Yıl salonuna gittiğimi biliyorsun. Maçlardan keyif aldığımı da. Rakiplerle aramızda ciddi olarak fark olsa bile oynadığımız oyun bana keyif veriyordu. Keyif almamın nedeni rakiplerin zayıflığı değil oyun anlayışımızdı.
Bu sene takımdan Gamova - Dricks ve Alice ayrılıp yerine Sokolova- Fürst- Fofao- Kaisa alındığında takımın hücumda sadece Gamova üzerine kurulmayacağını savunmada da daha bir takım oyunu anlayışının yerleşeceğini düşünmüştüm voleyboldan anlayan bir çok kişi gibi. Hele bir de dünyadaki en iyi voleybol antrenörlerinden biri olan ve almadığı kupa tatmadığı başarı kalmayan Ze Roberto'nun bu takımın başında olacağını duyduğumda bu sene daha çok keyif alacağımı İstanbul'a daha fazla gideceğimi düşündüm. Bir de bunlara VGSTT ile Eczacıbaşının bu sene daha iyi kadro kurması eklenince "ligin heyecanı da artacak" dedim kendi kendime.
Dörtlü Final maçları için heyecanlı idim ve programımı çok önceden yaptım. Kız arkadaşım onu bırakıp İstanbula maçlar için gideceğimi öğrendiğinde ( Naz'a olan hayranlığımı da bildiği için) bozuldu ama ben yine de programımdan taviz vermedim.
Peşkeştepede oynanacak ilk 6Saray- Fenerbahçe derbisi Cuma akşamı olduğundan Cumartesi sabahı Sabiha Gökçen'e oradan da salona gitmeyi planladım. Arkadaşımla buluşup salona girdiğimizde saat 14.30 olmuştu ve ilk maçın takımları ısınıyorlardı. Salonda organizasyonda görevli çok kişi vardı ama organizasyon çok da iyi değildi. Görevlilerden birine kitapçık var mı diye sorduğumda "Ne kitapçığı" bakışı vardı gözlerinde. Takımları tanıtan bir kitapçık basılır bu tür organizasyonlarda dediğimde çocuk "nerden çıkarıyorsun abi şimdi bunu "bakışına geçmişti birden.(Netekim bizim maçın başlamasına çok az bir süre kala kolilerle -inan bana abartmıyorum- getirildi ve alın arkanızdakine verin isterlerse şeklinde dağıtıldı) Maça girerken arama yapan görevlilerden birinin yanına koysalar yer gösterici görevlilere verseler ve onlar da buyrun yeriniz derken o kitapçığı verse çok mu zor olurdu bilmem ama salondaki skorbordun bozukluğunu bile ancak 2. setin ortalarına doğru ancak giderebilen bir organizasyon bunu düşünebilirmiydi? Salonda Kerem'le karşılaştım. Kerem bana daha önce o kadar konuşmamıza rağmen tezahürat yapacak kişiler için ayrı bir yer ayrılmadığını şimdi ne yapılabilir acaba diye kara kara düşünüldüğünü çare arandığını anlattı. (Organizasyon işi sadece yönetici kafası ile yapılmamalı taraftarı da dinlemeliler ki organizasyon kusursuz olsun.)Herhalde tam bir çözüm bulamadılar istila taktiği uyguladılar. Şimdi istila taktiği ne diyebilirsin. File arkasında oturan kişiler vardı. Teleskobik tribünde bazı yerler boştu. Satıldığı halde henüz sahibi gelmeyen bu koltuklara yanılmıyorsam Genç Fenerbahçeliler grubuna mensup gençler yerleşmeye başlayıp ayağa kalktılar bağırmaya başlayınca orada oturanlar bunlar burada ayakta durup maç boyu oturmazlar biz de maç izleyemeyiz diye düşünüp yerlerinden kalkınca bir anda orası tezahürat yapan grubun oldu.
Maç başladı. İlk sette iyi oynuyorduk. VGSTT her topa atlıyor her topu çıkarmak için çaba harcıyordu. Ama set rahattı ve biz de neşeli idik. İlk seti rahat aldık. VGSTT nin yedekleri hemen önümüzde idiler. Arkamızda da VGSTT nin oyuncularının aileleri. İkinci sette VGSTT daha çok topa atlamaya ve her topu çıkarmaya başladı. Hele bir pozisyonda ikizlerden biri çıkaramayacağını bilse bile bizim alana doğru hamle yapıp Ze Roberto'ya takılınca bir de tavır yapıyordu" Çekilsene önümden" diye. İkinci sette biz topu öldürememeye başladık. Onlar da seti aldı. 3 sette takım biraz daha bastırdı, topları öldürmeyi başardı ve seti aldı. 4 set oynanırken yedek oyuncularımız hemen önümüzde idi. Naz, Seda, İpek, Nihan, Yağmur haydi bu son set olsun maçı alalım diye sarılarak başladılar ve her sayı alışımızda birbirlerine sarıldılar. VGSTT her servis atışında oyun alanında gibi dikkatle oyunu izliyorlardı. Ze Roberto her sette aynı değişiklikleri yaptı. İkili değişiklikler veya Nihan'ı servis atmak için oyuna almak gibi. O da bizim gibi izliyordu nerdeyse.Bu seti verdiğimizde yanımdaki arkadaşlara "Bu Fener her zaman bizi böyle sinir stresse sokmak zorunda mı rahat rahat maç izleyemeyecek miyiz dava açacam bunlara" diye söylenmeme avukat olan sensin "bizim yerimize de aç açabiliyorsan "dediler.
5. sete çok hızlı başladık. Durum 7-2 olduğunda rahat bir nefes aldım ve galibiyete sevinmeye başladım ama ne olduysa oldu ve bir anda takım durdu. Son sette yer değişimine 8-7 VGSTT önde giriyordu. 6-0 lık bir seri yakaladılar. Hoca mola aldı ama yine de işe yaramadı. setin sonlarına doğru eşit durumda iken alınan bir mola sonrası bir anda servisleri alamadık ve seti de maçı da kupayı da kaybettik.
Takımdaki bütün herkes beni hayalkırıklığına uğrattı.
Sokolova ne hücum edebildi ne manşet alabildi.
Kaisa kaç kez blokta kaldı sayamadım.
Nati her zamanki etkin plaseleri bir kez bile atamadı neredeyse.
En iyi pasör diye göklere çıkarılan, takımı harika oynatır diye methiyeler dökülen Fofao öyle yanlış seçimler öyle hatalı paslar yaptı ki Naz bunları yapsaydı kellesi vurulmuş , bu ülke sınırları içinde voleybol oynaması yasaklansın kampanyaları başlatılmıştı.
Seda Ze roberto tarafından lütfen oyuna alınıyor ve doğru dürüst bir pas alması beklenmeden hemen tekrar yedeklerin yanına alınıyordu.
İpek, Yağmur hiç oyuna giremediler. Yağmur bir pozisyonda Ze Roberto onu çağırınca büyük bir hevesle Kamil Söz'ün yanına gitti ama Kamil Ze Roberto'nun yanına giderek zaten 5 oyuncu değiştirdik Yağmur'u değiştirirsek başka oyuncu değişikliği yapamayız deyince Yağmur tekrar yedeklerin yanına geliyordu.
Seda ile Naz yine bir ikili oyuncu değişikliği sonucunda oyundan alındıklarında birbirlerine bakarak "biz niye girdik niye çıktık" diye soruyorlardı bakışlarıyla ve bence de haklıydılar.
Eda bile bildiğimiz Eda olmaktan çok uzaktı.
Songül bana göre üzerine düşeni yapmaya çalıştı ama hoca son birkaç maça kadar libero olarak Nihanı oynatırken ne oldu da bir anda takımın liberosu olarak Songül'ü tercih etmeye başladı anlamadım.Nihan'ın etkili servisleri var onlardan faydalanayım diye mi düşündü yoksa arka alan savunmasında ikisini bir arada oynatabilirim diye mi düşündü bilmiyorum ama iki neden de beni tatmin edici değil.
Fürst maça iyi başladı, bloklarda etkili idi. İstekli idi. Ama ne olduysa o da sonradan etkisizleşti.
Maçı VGSTT yedek bencinin arkasında izlediğimizden maçı kazandıklarında biz sinirden kalakalmış halde iken birden Maya POLYAK'ı güvenlikçileri güvenlik şeridini eliyle kenara iterek ailesinin yanına giderken gördüm, kafamı salona çevirdiğimde ise ikizlerden birini hemen önümde bir erkeğin kucağına atlamış bağıra çağıra ağlar gibi sevinirken gördüm. Bir an "yeter lan çirkefliğiniz, böyle sevinmek mi olur" diye saldırmak istemedim değil ama bizim oyuncuların attığı her topu çıkarmak için gösterdikleri insan üstü çabalarını, hırslarını ve maçı almak için hocalarının bizim hocamıza göre daha çok emek harcadığını düşününce emeğe saygı adına vazgeçtim. Bir de spor hukukçusu olan ve "Sporda şiddeti önleme yasası ve tribünde şiddet" konulu tez çalışması olan biri olarak bu davranışta olursam kameralar heman önümde olduğundan tüm spor programlarına çok iyi bir malzeme olacağımı düşünmedim değil.
Kutlamak ise içimden gelmedi. Yenilgiyi kabullenebilirim ama gidip tebrikler deme noktasında değilim henüz. Arkadaşlarla konuştuğumuz gibi "BİZ TARAFIZ ve OBJEKTİFSEN TARAFTAR DEĞİLSİN TARAFTARSAN OBJEKTİF OLAMAZSIN" anlayışımız var bizim. Olayları sonradan objektif olmaya çalışarak yorumlayabilirsin ama ne kadar objektif olmak istersen iste TARAF olduğun için OBJEKTİF olamazsın.
Ben bu yorumları TARAF olduğum için yazıyorum. Objektifim demiyorum. Ama maç sonrasında maçı onların hakettiğini söylemem objektifliğimden değil. Gerçekçiliğimden.
Takım olmayı başarmanın yolunun “yıldızları” bünyende toplamakla değil onları aynı amaç ve aynı düşünceler etrafında kenetlemekle, takım ruhunu ve profesyonelliği yaşama geçirmekle mümkün olacağını bir gün anlayabiliriz.
Oyuncuların önce yaptıkları işten KEYİF almaları GEREKTİĞİNİ, seyredenler de KEYİF alıyorlarsa başarının da eninde sonunda geleceğini ve başarılı olunduğunda iyi giden işleri bozmamak gerektiği öğrenmeliyiz.
Biliyorum, uzun bir yazı oldu. Böyle maçlardan sonra yazmak da içimizden gelmez onu da biliyorum. Nitekim ertesi günkü maçlar için biletim olmasına rağmen salona gitmek gelmedi içimden ve Naz ile Seda’nın iyi oynadığı maçı ben de İstanbul’da olmama rağmen TV den izledim.
Play-off maçlarını kaçırmam programımı ona göre ayarlarım diyordum önceden ama şimdi bu takım şampiyon olsa bile ben keyif alamayacaksam ne işim olacak salonlarda oturur televizyondan izlerim hem böylelikle kız arkadaşım ile de aram bozulmaz diye düşünmeye başlamadım değil…
Son olarak; artık Fenerbahçe Acıbadem maçlarını yazmayacağını blog yazılarını da sene sonunda bitireceğini bir kez daha belirtmişsin ya ben de sana; “ bu kararlarını bir kez daha düşün, zaten çok az olan keyiflerimizden biri daha yok olmasın” diyorum.
Sevgi ve Dostlukla…

Hiç yorum yok: