19 Şubat 2010 Cuma

Fenerbahçe Acıbadem - Metal Galati 3-0 Kerem'in Gözüyle Salondan İzlenimler.



Bizim maç öncesi Rusya'da ki kapışmada ilk seti alıp turu cebine koyan Odintsovo, devamında o rahatlıkla maça asılmamış olsa gerek maçı kaybetmiş. Rakibimizin kim olacağını öğrendikten sonra bizde işi resmiyete dökmek için salona gidelim dedik. İstanbul'un son zamanlarda ne zaman bizim maç olsa bizi hafiften ıslattığı havalardan birine denk geldik gene. Bu sezon ki en az seyirci ile oynayacağımız Şampiyonlar Ligi maçı olacağını tahmin etmek zor değildi. Avrupa kupasını kazanmaya! oynayan erkek futbol takımının maç saatinin çakışması bir yana, ilk maçta Romanya deplasmanında 3-0 kazandığımız zayıf bir rakiple, heyecanı düşük bir maç oynayacak olmakta taraftarın ilgisini etkilemiştir.

File arkası tribünlerin yaklaşık 300'er kişi olduğunu düşünürsek (Fenerbahçe taraftarının her zaman kullandığı file arkası tribün karşı tarafa göre biraz daha geniş kapasiteli) , salonun kapasiteside yaklaşık 1300 kişi falan olduğuna göre ana tribün 600-700 kişilik falan olması gerekir. Bugün salonda çoğunluğu ana tribünde olmak üzere, yaklaşık 50 kişide iki file arkası tribünde dağılmış halde maçı izlemeye gelen toplasanız 500-600 kişi falan vardı. Bunlardan ise her zamanki köşe tarafta önlerde oturarak tezahürat eden belki 15-20 kişiydik.

Aslında ilk seti biraz daha yukarda sütun dibinde oturarak izliyordum ama zaten tezahürat eden fazla kişi olmayınca bende diğerlerinin yanına en ön sıraya oturup ikinci setten itibaren alkış tempoculuk yaptım. Takımımız arma formasıyla oyuna başlayacaktı ve son zamanların spekülatif konusu olduğu üzere oyun kurucumuz Frauke idi.

Tribünde ise sessizlikten biraz hallice vaziyette ses çıkıyordu. Zeynepkamil çevresindeki semtlerden gelen 10 tane falan genç vardı, bunlar bir tane de davul getirmişlerdi. Maç başlamadan önce anonsların ve oyuncuların alkışlanması ardından uzun bir süre sessizlik çökmüştü. Birkaç kişi Fener diye tempo tuttuktan sonra bir tezahürat girmeye kalksa da etraftan pek katılan olmayınca bir süre daha böyle geçildi. İlk set bize yakın saha tarafında oynayan takımımız iyi servislerle rahat bir oyun sergiledi. Maça hızlı girip Frauke'nin çoğunlukla ortadan Eda ile hücumlarıyla 7-1 öne fırlamıştık. mola sonrası fark kapandı ama tekrar açılıverdi. Bu sıralarda hafiften mırıldanmalarla "aradığım büyük aşkı ben doğarken sende buldum..." bestesi söyleniyordu. Önlerde 7-8 kişi söylerken etraftakiler sayılardan sonra alkışlarla katılıyordu. Bir ara davulu da kullanıp üç alkış tempolu "Fenerbahçe -sen çok yaşa" yapıldıysa da çok ta iyi olmadı. 24. sayıya gelince bir süre daha bu tezahürat zayıfça devam etti, rakibin aldığı sayıların ardından "set set set" tempoları gelmesiyle set nihayet bitiverdi.

İkinci set başında oyuncu değişikliği anonsu ile Naz'ın oyuna gireceği sırada salondan büyük bir alkış kopuverdi. Frauke de şaka yaparcasına yardımcı antrenör Kamil Söz'ün kafasına değişiklik tabelasıyla beni nasıl çıkartırsın oyundan diye vuruyordu. Mehmet Ali Aydınlar'da ikinci set başında salona geldi, kızı ise maçın başından beri protokoleydi, yöneticilerden Hakan Dinçay salonda Abdullah Paşaoğlu ile oturuyordu onu karşılamaya ayaklandılar. Bu sıralarda Fransa'da ki maçımızda başlamış olmalıydı. Yanına oturduğum her zaman maça gelen gençlerden biri dinlediği kulaklıktan golü öğrenip 1-1 oldu deyince şaka mı daha kaçıncı dakika diye etrafta bir haber dalgalanması oluverdi. Kimisi büfenin oradaki televizyondan gole bakmaya gittiler. Zaten her set arası, molalarda falan böyle gidip gelenler çok oluyordu.

Sanki ne bu maça gelenlerin aklı salondaydı, ne de oyuncularımızın. İkinci set Naz oyundaydı ama kimi paslarında anlaşmazlıklar falanda olmuyor değildi. Gerçekten basit hatalar yaptığımız oluyordu, böylece sette rakibin öne geçtiği anlar geldi. Bir iki sayı geri düşüyorduk, bizde biraz gazlayıp "bizim için saldır Fenerbahçe" diye bağırmaya başlıyorduk, takım hemen cevap verip öne geçiyordu, sonra tekrar bir kaç sayı veriyorduk. Seda'nın servise geçtiğini görünce 'Seda serviste, hadi alkış temposu" diye tekrar alkış tempolarına başladık. İyi servisleriyle ufak seri yaptı. Kimi zaman Gamova'ya blok yapıp sayı aldıklarında çok sevinmeye başladılar. 'Artık kariyer cv ne yazarsın bunu' diye dalga geçiyorduk ama setin sonuna geldiğimizde iş ciddileşmişti. 23-24 öne bile geçtiler ki "bunlara set mi verecez yahu, daha maçı izlemeye gitcez" "bu set gitti" falan diyenler olunca yahu durun bir yüklenelim dedik. Zaten bu set boyu rakip önümüzde oynadığından gürültü yapıp duruyorduk. Gene yoğun bir uğultu yaptığımız sırada kullandıkları servis dönen topla avantaja dönüştü ama ben sanki blok aut oldu diye gördüysem de hakem vurdukları topa aut verince seti alamadılar. "Bizim için saldır kanarya" diye bağırmaya başladık, bizim servis ardından gene onlar oyun kurarken uğultu sırasında hücumu fileye vurup beceremediler. Bayağı etli butlu olan Olga ve Dainaya sataşıyorduk. Her hatalarında kuvvetli alkışla bravo diye sinir ediyorduk. Sonrasında gidip gelen birer sayı ardından Eda'nın tam çizgiye önümüze düşürdüğü ace ile hepimiz içerde diye ayaklandık, zaten bayan çizgi hakemide bayrağıyla işaret ediyordu. (bu arada diğer çizgi hakemlerinin de hepsi bayandı) "Her zaman her yerde en büyük Fener" diye bağırıverdik. Takım saha değiştirip önümüzden geçerken de alkışlayıverdik.

Gene bazıları televizyondan maça bakmaya dağılıvermişken oyuncularımız servislerde önümüze geliyordu. Alkış temposu başlatmadan önce Haydi Kaptan bitir de maç izlemeye gidelim, Haydi Eda bir seri yapta gidelim, aynı yere yollamaya devam falan diye laf atıyorduk. Alkış temposunu ne zaman başlatacağımıza dair komik şakalaşma içeren tartışmalar oluyordu. En sonunda hakemin düdüğünü ve işaretini beklemeye karar verdik. Salondakiler birtek bu alkışlara katılıyordu. Bir ara "Bir tek sana tutuldu bu kalpler..." diye tezahürat ederken bir ralli oluverdi, Naz yerde iken çok zorlukla bilek hareketiyle topu rakip sahaya atınca nefesler kesildi, alkışlardan avuçlar patlayacaktı ama o rallinin sayısını biz alamadık kötü oldu. Zaman zaman böyle mücadele olunca alkışlar artıyordu, Nihan top çıkardıkça , Naz kimi hatalarından sonra güzel işler yapınca moral vermek için Bravolar çekiyorduk. Bu sette ara fazla açılmadan ilerliyordu. Zaman zaman tezahürat edip "bizim için saldır Fenerbahçe" "Saldır Fenerbahçe ooley" diye bağırdığımız oluyordu. Setin sonlarına doğru yandaki gençler "seni sevmek deli gibi yürek ister.." diye atkıları havaya atıyorlardı.
Son sayıya varınca ayaklandık, maç maç maç diye tempo eşliğinde beklerken dışarı giden topla maçı tamamladık.

Gene klasik her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırdıktan sonra takım gelince ne diyelim diye soranlar oldu. "Hep böyle oynayın canımızı verelim" diyen biri olunca, yahu böyle oynanır mı, bugün kötüydüler, zaten kimse konsantre değildi diye özeleştiriler geldi. Rakiple tebrikleşip, kendi sahasında toplanan oyuncularımızın Fener çekmesini bekledik, ardından onlar da taraftara dönüp alkışladılar biz de onları maç bittiğinden beri alkışlıyorduk. Maç bitimi az kişi kaldığımızdan da çağırıp karşılıklı birşey yapmadık.

Mart ayında Final Fourdan bir adım öncesi Zarechie Odintsovo maçında çok daha kalabalık bir gün olacağını tahmin ediyorum. Hem oyuncuların hem de bizim daha konsantre,heyecanlı ve aktif olacağımız 10 yada 11 Mart rövanş maç gününü beklemeye başladık.

Kerem GÜRSEL (Sensibleturk)

Hiç yorum yok: