28 Şubat 2011 Pazartesi

Fenerbahçe Acıbadem - VGSTT 3-2 (Salondan İzlenimler)


Son zamanlardaki oyunuyla formda olduğunu gösteren ciddi bir rakibe karşı ve baş hakemin kötü maç yönetimiyle gerilen sinirlere rağmen, kötü giden oyunu çevirecek karakterde bir takım olduğumuzu gördüğümüz bir maç oldu.

Maçın oynanacağı gün soğuk ve zaman zaman yağışlı bir hava olduğu halde, taraftarların kötü saat ayarlaması yapılan kapalı alandaki bu maça değilde, futbol şampiyonluğu özlemiyle Kadıköy'de ki maça büyük ilgi göstereceği belliydi.

Bizim maçtan önceki galatasaray medical park-nilüfer belediyesi maçı da uzatma setine gidince programda rötar oluşuverdi. Nilüfer oyuncuları rahat şekilde maçı almaya 23-20 önde giderken, verdikleri setin moral bozukluğuyla iyice dağıldılar ve maçı kaybettiler. İlginç olan ise salona erken gelen bizim taraftarların onların servislerine alkış temposu yapmaya başladıkları andan itibaren işin terse dönmesiydi.

Salona geldiğimde bu maçın ikinci seti başlamıştı, ortalıkta hiç galatasaray taraftarı,pankartı falan yoktu, maraton tribününde ve protokolün orada az sayıda seyirci vardı, bayağı sessiz bir şekilde maç oynanıyordu.

Bu maçtan önce bu salonda oynatılan gençler maçlarının neden yan taraftaki 50. yıl salonunda oynatılmadığını anlamadım, orası günboyu bomboş tutulurken, bizim maç akşama sarkmıştı futbol maçıyla da çakışıverdi.

Vaziyet böyle olunca, muhteşem spor kulübümüz yönetimi, televizyonu ve taraftarı ile bu maçı ikinci plana atıverdi, ne böylesine önemli maçı kendi televizyonlarından canlı sundular ne de yönetici ve taraftarları salonda kalmayı düşündüler. Hele resmi siteden final four provası olsun, sonra şu saatte stada otobüs kaldırılacak falan duyuruları ise tam bir komediydi.



Herneyse, saat üç buçuk gibi salona gelip sol köşeye sivil kıyafetleriyle toplanan vgstt oyuncuları, son eczacı galibiyeti ardından özgüvenle kendilerinden emin rahat tavırlar içindeydi. Bir süre sonra bir kısmı içeriden eşofmanla dönüp ısınmalar için sahaya girmeye hazırlanıyordu ki oynanan maç uzayıverdi.

Bizim oyuncular ise salonun sağ çıkış koridoru köşesine toplanmıştı, aralarında sohbet ederek maçı izliyorlardı, kaptan Çiğdem'de aralarında oturuyordu.

Bir yandan sohbet ederek, diğer yandan maça bakarak zaman öldürürken, birisinin protokol üstündeki kat tribünlerde elinde kağıt kalem koltuk sayımı yaptığını gördüm, herhalde final four için koltuk numaralandırma ile ilgili planları geçte olsa hazırlıyorlardı.

Dedesiyle beraber salona gelen Nati'nin oğlu Marcus etrafta deli dana gibi koşturuyordu, tek başına salonun üst katına en tepesine çıkıp oturdu, üstündeki çubuklu Fenerbahçe formasının arkasında ki numara sürekli yerlere atladığından iyice silinmişti.

Gelen tanıdıklar taraftar gruplarının da geleceğini ama herhalde onların bir set izleyip çıkacaklarını söylüyordu, kornalar falan getirildiğini söylüyorlardı ama lig maçlarında izin verilmediğinden nasıl olacağını anlamadım.


Etrafta paltosu ve uzun atkısıyla karizma satarak dolaşan ilhami şenyurt'a geçen sezonlardaki maçlardan dolayı pek sempatim yoktu, gerçi hangi hakeme güvenirim diye düşünsem aklıma kimse gelmez, ne hakemleri ne de polisleri hiç sevmem.





Zaman ilerledikçe salondaki seyirci sayısı artıyordu ama pekte taraftar grubu falan görülmüyordu, meğersem içerdeki galatasaray maçı bitmedi diye onları bu buz gibi havada dışarda bekletme saçmalığını yapmışlar, bu federasyonun da emniyetin de ne biçim kafa yapısı olduğuna anlam vermek zor, içerde galatasaray taraftarı hiç yok sayılırdı, ne bir kavga olay olasılığı gözüküyordu.

Önceki maçın bitişi ve ısınmaların başlamasıyla bizim takımda bu maç Chris'in de kadroda olduğunu, Kasia'nın reklam panosu arkasında oturduğunu farkettim. Rakip koç giovanni'de sahada ısınma hareketleri yapan oyuncularına sırasıyla turlayıp bu kadro tercihi üzerine taktiklerini güncellemeyle anlatmaya başladı.

Dışarda bekletilen grubun şikayetleri üzerine salonda olan Ali Koç onları içeri sokup yerleştirmek için koridorda Hakan Dinçay ile beraber turluyordu. Bu grubun içeriye kısa bir süreliğine girip otobüs vakti salondan ayrılana kadar bir yere geçmesiyle ilgili Ali Koç salon güvenlik amiriyle konuşuyordu, diğer yandan elinde telefonuyla amigo Yücel ile konuşuyordu. Kulübün resmi amigosu üst kattan inip Ali Koç'un yanına gelerek biz içeriye girdik şu tarafa yerleştik diye gösteriverdi.

Lavaboya gidip dönerken şahit olduğum bu absürd sahnelerden sonra maraton tribünü ortasındaki tanıdıkların yanına gidiverdim. Uzun bir süre orada yer tutma çabasındaydılar ama futbol maçı varken kimse gelmez boşuna uğraşıyorsunuz demiştim, gelenler de üst tarafta boşlukta toplanıp,aşağıya inmediler, zaten bir set tezahürattan sonra çekip gittiler.



Maç başlarken salonda 2000'den fazla kişi var gibiydi, zaman ilerledikçe sayı azaldı. Bu arada Caferağa'da da kullanılan akülü korna sistemini buraya da getirmişlerdi, kullanmak için izin alındı, maç boyu rakip servis atarken öttürüldü.

Maçın başlamasıyla daha ilk topta manşette hatalarımızın başlaması, üstüne hakemin üstüste hatalı kararlar serisi yapması ile bu maçın çok zor ve uzun geçeceği belli oldu.

Üst tarafta toplanan taraftar tezahürat yapıyordu, bizde aşağıdan katılmaya bakıyorduk, aradaki seyirci topluluğu ise önde ayakta duranlardan rahatsız olup oturtmak için söylenmeye başladı, halbuki oraya otururlarken bu kısımda böyle olabilir diye uyarılmışlardı, bende ilk iki seti otur-kalk şeklinde izledim ama o aşamadan sonra kimse kalmayınca maç hararetlendikçe diğerleri gibi ayaklanıverdim.

İlk set hakemin üstüste gelen hatalı kararlarına tepki vermeye başlamışken sivil takım elbiseli ellerinde telsizli emniyet amiri yardımcıları bizim önümüze geliverdi, daha ilk setin başında gözdağı veriyorlardı, hakemlik fazla birşey yok, çok gerilmeyin, küfürler yanlış şeyler olmasın falan diyordu da, zaten adama saldıracağımız yaralayacağımız yoktu, bu polislere bu kadar boyun eğip alttan alanlara da, bu işlerin hep özellikle bizim maçlarda olmasına da canım sıkıldı.
İlhami şaşırma sabrımızı taşırma, Allah belanı versin gibi bağırışlara hemen müdahale ediverdiler.

Başabaş gidecek sette sinirleri bozulan takımda, koç Ze Roberto'da sarı kartı görüverdi, hakem Kaptan Nati'yi yanına çağırıp bu kartı işaret ederken uğultular kopuverdi, yukarıdan gelen bir bozuk paranın hakem arkasındaki reklam panosunun arkasına düştüğünü gördüm.

Haydi kızlar canlanın diye bağırırken Naz'ın servise gelip uzun süre ayrılmadığı bir seri yaparak farkı azaltıverdik, rakibin tek sayı alması yeteceği halde tezahüratlar gittikçe artıverdi, sonunda set kaybedilmesine rağmen herkes takımın oyununu alkışlıyordu, oyuncular da sonlarda iyi toparladıkları için memnun görünüyordu.

İlk setin verilmesi futbol maçına gidecek olanların canını sıktı, yukarıda toplu halde duran 100-150 kişilik farklı taraftar gruplarından karma ekip maçın ikinci seti ortalarına doğru sessizleşiverdi, salondan ayrılmaya hazırlanıyorlardı.

Üstte toplanan taraftarlar ikinci set ortası ayrılırlarken

İkinci set ortasında teknik molada armanın gururu sarı melekler diye tezahürat edilmesine şaşırıp arkama baktığımda koridordan gitmek için hareketleniyorlardı, futbolcular gelsin sizi izlesin diye bağırarak futbolcuları izlemeye gitmeleri ise tam bir tezattı. Bir de bir tanesinin çıkış yaparken fırlattığı bir çakmak reklam panosu arkasına düşünce oraya doğru dönerek tepkiler oldu, polisler de kim attı diye inceliyordu, oyunun sakin geçtiği bir anda böyle keyfine hareket eden kendi takımına zarar elemanı oraya getiren grup liderlerinin de, çıkışta otobüs tahsis eden yönetimin de akıllanacağını zannetmem.

İkinci set sonuna doğru servis için oyuna giren Nihan'a büyük bir alkış ile destek verildi, geçen maçlarda da etkili kullandığını gördüğümüzden umudumuz olmuştu. Aynen düşündüğümüz gibi başarılı servislerle onların oyun kurgusunu bozuverip setin sonunda set set tempolarıyla berabere yaptık, her zaman her yerde en büyük Fener, ardından kızlar saha değişimiyle önümüzden geçerken alkışlarla Sarı Melekler ooo o melodisi dönüverdi.

Aramızda bu setin sonuna kadar bekleyip maça gitmek için ayrılan birkaç kişi daha oldu, karşı tribünde de montlarını giyinip gidenler olduğunu görüverdim.

Rakibin orta oyuncularından bahar yüzüne gelen smaç nedeniyle şanssız bir sakatlık geçirdi, kenardaki tedavi yetmemiş olsa gerek ki, ağlayarak ne kadar talihsizim yakarışlarıyla dışarı götürülüyordu. (Sonradan okuduğuma göre geçici bir görme problemi olmuş, önemli birşeyi yokmuş, geçmiş olsun)

Maç çok çekişmeli gidiyordu ve kala kala hakem arkasında tezahürat edecek 20 kişi falan kalmıştı, hatta 20 bile değil, saydığımda ayakta duran 15 kişi vardı. İçlerinden bir kaçı bu maç nedeniyle futbol kombinesini arkadaşlarına vermişti, birkaçı ise kombine ve biletleri yanlarında olduğu halde maçın bitimine kadar ayrılamadılar, desteklerini sürdürüp, maç bittiği gibi stada ikinci devreyi izlemeye gittiler.

Her fırsatta spor kulübüyüz diye böbürlenen bir camia için inanılmaz bir durumdu, eğer bu tanıdıklar da futbol maçı için erkenden ortadan kaybolsaydı, neredeyse beş kişi kalacaktık, sağolsunlar bu maçı daha önemli görüp takımı yalnız bırakmadılar.

Rakibin pankart falan asarak file arkası üste duvar altına toplanan kiralık taraftarları bile 30-40 kişiydi, gerçi onlar da zaman ilerledikçe azaldılar.


Üçüncü setle beraber bir yandan korna, bir yandan kısa tezahüratlar şeklinde idare etmeye başladık, açıkçası korna olmasa, onların servislerini bozmak için çok daha fazla laf atmakla uğraşırdım, bu yüzden sesim bu kadar az kişiyken beş set idare etmezdi, hem oyunun kötü gidişatı hem salondaki vaziyetten dolayı molalarda ne hallere düştük diye dert yanıyorduk.

Ama kendi aramızda ne konuşursak konuşalım bir şekilde, oyuncular mola sonrası sahaya adım atacağı zaman alkışlayarak haydi kızlar haydi Fenerbahçe diye moral verme çabasını bırakmadık.

Arkaya dönüp tezahürata falan katılacak genç birileri yok mu diye göz atıyorduk ama sonra ben artık bu seyirci halini kanıksayıp hiç etraftakileri gaza getirmekle uğraşarak enerjimi boşa harcamayayım dedim.

Kenardaki oyuncular Nihan başta olmak üzere ve sahaya girenlerden özellikle Yağmur ortamı motive etme çabasıyla haydi haydi diye elleriyle hareketler, alkışlar yapıyordu, kenara alındığında dahi salondaki yüzlerce kişiden daha çok sesi çıkıyordu.

Reklam panosu arkasından haydi kızlar diye sık sık bağıran Çiğdem kaptanın da sesini duyuyordum. Yanımızda oturan ailenin ufak kızı dahi heyecanla biz tezahürat ettikçe ayağa fırlayıp tezahürat ediyordu, sık sık anne babasının yanından bizim önümüze geliyordu, salonda ki yüzlerce kişinin onun kadar katkısı olmamasına üzüldüm.

Sete önde başlayıp geriye düştüğümüz beş sayılık seriyle bizim oradan hocam molaaa molaa alsana diye işaretlerimiz oldu, Ze Roberto bir an için kaybedilen sayıyla kilitlenmişti hakeme itiraz ediyordu, sonra bizim tarafa baktı arkasını döndü Kamil Hocaya bas diye işaret etti, belki zaten mola alacaktı ama bu işin böyle gelişmesi komik göründü.

Naz'ın kötü manşetler haricinde oyun ortada dönerken fileye yakın sıkıştırdığı bazı paslar, Liuba'nın kritik anlarda fileye ya da dışarı vurmasına, Nati'nin manşette dağılıp hücumları zayıf vuruşlarla bitirememesi, Songül'ün arka alandan bize kolay gözüken topları çıkaramaması, koçun mola almaması, oyuncu değişikliğinde Yağmur veya Nihan'ı almakta gecikmesi vb.. gibi durumlar salonda tepki reaksiyonu alıyordu. Uzun süren bir maçta hataların olmaması imkansızdı ama özellikle basit hataların sık yaşanması yıpratıcı bir durumdu.

Oyunculardan ve hakemden çok sık hata geldikçe verilen reaksiyonlar kontrol dışına kaçıyordu, kendi aramızdaki arkadaşları da sakinleştirip kendi oyuncularımıza aşırı tepki vermemeleri için uyarıyorduk. Sonuçta bir anlık sinirle el kol hareketleri, bağırışlar falan dikkat çekiyordu. Hem kendi kendimizi hem de oyuncuları alkışlarla motive etmekle maçı bırakmamaları için uğraş vererek takibe devam ettik.

Üçüncü setin sonunu çok kötü bir şekilde kaybettik, yorulmuştuk, alınan sular içilerek, dördüncü setin başlarını birkaç sayı dinlenerek geçirdik.



Sürekli salondakilerin en azından belki katılırlar niyetiyle haydi Fener haydi, tam zamanı şimdi... bizim için saldır Kanarya lalay koy vakıfbanka...bizim için saldır Fenerbahçe gibi kısa şeyler giriyorduk, bu rutinden bir süre sonra sıkılıverdim. Set sonuna doğru Kanarya Kanarya Saldır Saldır Kanarya diye bir çeşit ekleme yapıverdim. Zaten uzun bestelerle tezahürat etmemiz pek mümkün gözükmüyordu, ne söyleyecek kimse vardı ne de maçın gidişatı imkan verirdi. Biraz papağana dönmüş gibi belli bir rutinde idare ediverdik.

Bir ara hakem kararına büyük tepkiler koparken, protokol tribününde de birilerinin oturup kalkıp elleriyle kollarıyla bağırıp çağırdığını farkettim. Elindeki su şişesini atacak zannettiğim kişi her zaman sakin tavırlarıyla gördüğümüz Mehmet Ali Aydınlar'dı. Daha fazla dayanamayıp yeter artık İlhami yeter be, ayıptır diye bağırıyordu.

Dördüncü set sonlarına doğru fark dörde çıkmıştı, bizler inandık sizde inanın... diyerek bırakmayın maçı haydi kızlar diye alkışlara devam ettik. Müthiş ralliler dönüyordu, reklam panoları yıkılırcasına toplara atlanıyordu. Tabii bu sayıların sevinçleri olağanüstü oluyordu, gene ikizlerin çığlıkları, poljak'ın 360 derecelik damar gösterisi gibi klasik sinir bozucu anlar oluyordu. Sadece oyuncular değil, koçlar yardımcı asistanlar falan herkes gerginlikle birbirine laf atıyordu.

Yanımdaki arkadaş telefondan kulaklığı takarak radyodan futbol maçını da takip ediyordu. Set sonuna doğru stadtan telefon edip skor öğrenmeye çalışan -salondan tanıdık- bir hanımefendiye, şu an 2-1 yenik durumdayız, skorda 23-21 vakıfbank önde diye mola anında skor söylemeye çalıştım, o gürültüde duyabildi mi bilmiyorum, birazdan seti çevirip uzatmaya götürmeye uğraşıyoruz diyerek oyuncular sahaya dönecekken hızla kapatmam gerekti, burayı okursa kusura bakmasın.

O aşamada beraberliği yakalayan oyuncularımızın ellerine geçen fırsatları teperek heyecanı birkaç sayı daha sürdürmeleri ardından gelen set sayısıyla büyük bir sevinç yaşandı, her zaman her yerde en büyük Fener.



Takımlar son sete hazırlanırken, bizde kendi aramızda motivasyonu artırıyorduk, bizim servis zamanı yere ayaklarımızı vurarak tempo yapmaya başladık, zaten portatif tribün üstünde olduğumuzdan gayet iyi ritmik ses çıkıyordu.

Sık sık itirazlarla geçilen bu tie break seti içinde, karşılıklı gidip gelen sayılarla kontrol bizdeydi, saha değişimine Sarı Melekler ooo o diyerek geçiverdik.

Maçın son kısmına iki hocanın birbirlerine karşılıklı laf atmaları,küfürleşmeleri damga vurdu. Ze Roberto sayıya itiraz ederken, giovanni ona dönerek saçmalama sürekli ağlıyorsun gibisinden el kol hareketleriyle birşeyler söyledi, ikisi karşılıklı atışıverdiler.

Hakem iki takım kaptanı, Nati ve Gözde'yi yanlarına çağırdı kırmızı kart ile koçları bu set için oyundan attığını işaret etti. Saçma sapan bir kural olduğunu, hemen bench arkasındaki ceza sandalyesine oturduklarından farkettik. Hatta giovanni çantasını toplamış gidiyordu, bizim koçun arkaya oturtulduğunu görmeleri üzerine onu kolundan geri çevirerek aynı şekilde yerine oturttular.

Bizim koç ise itirazına bir süre daha devam edince, kelaynak hakem elini arka cebine götürüverdi. Biz eyvah diyerek tepki vermeye başladık, böyle kritik bir anda bir bedava sayı felaket olurdu, Nati'de hakeme yaklaşıp tamam birşey yok maça devam edelim işaretlerinde bulundu.

Diğer yanda giovanni'nin oturduğu yerden taktik vermesi, molada ayaklanıp gözde ile konuşması bizim tepkimizi çekti, hakeme görmüyor musun diye seslendik, bu arada iki koç hala birbirleriyle işaretleşmeyi sürdürüyordu, liseli çocuklar gibi çıkışta görüşürüz tavırları yapıyorlardı.

Oyundaki kontrolümüzü bu agresif ortam ardından kısa bir anlığına kaptırıverdik, etraftakilere arkamızdakilere dönerek aldığımız mola ardından dönüşte herkesin alkış tutmasını istedik.

Son anlar gene uğultu, yere ayakla vurulan tempolar, sayılarla saldır saldır Kanarya sesleri derken, maç maç maç temposu tutmanın tadına varabildik. Gelen sayıyla tribündekiler birbirleriyle sarmaş dolaş sevinirken, yanımdaki arkadaş bir an durakladı, Volkan penaltı kurtardı dedi. İki ayrı noktada salonda ve stadta o anda yaşanan sevinç tesadüfen bir bütün oluşturdu.



Bizim oyuncuların maçın son sayısıyla yaşadıkları sevinç muazzam bir hırs patlamasıydı, herkes hoplaya zıplaya bağıra çağıra ortada kenetlendi, Ze Roberto'da sevinçle yanlarına gelip omuz omuza dönmeye başladılar, diğer yanda ise suratlarından düşen bin parça halde bizimkilerle tebrikleşme seremonisini bekleyen rakip oyuncular dizilmekteydi.

Nati herkesten önce davranarak bizimkilerin sevincini durdurup file önüne yöneldiler, maçın içine eden hakem dahil el tokalaşma faslı bittikten sonra tribüne doğru alkış tuttular. Fenerbahçe buraya çağrılarına ilk başta uzaktan alkışla yanıt verdiler, sonra orada olan Çiğdem'e takımı buraya getir seslenişleri duyurulamayınca, bugün adeta bir taraftar gibi enerjik duran Yağmur bize bakınca, ona çağrı yaptılar.

Bu arada salonda büyük bir tepki uğultusu olunca, ne oluyor diye başımızı sola çevirdik ki, maçın hakemleri toplu halde ayrılmaktaydı, sol taraftaki taraftarların ilhami şenyurt'a gösterdiği tepkiye hakem kafasını sallayarak cins bir surat ifadesiyle salonu terketti.

Oyuncular reklam panolarını da geçerek sırayla önümüzden geçiverdiler, bu galibiyetin mutluluğuyla biz onları bravo diye alkışlıyorduk, onlar bizi alkışlıyordu, öndekiler gelip geçen oyuncularla el çakıyordu.

Yanımızda bizimle beraber maç boyu destekleyen ufak kızla resim çektirmeleri için hepsine sırayla rica ediyorduk, bu resimler de o ufaklığın bugünden bir hatırası olsun.



Diğer oyunculardan sonra onu da çağırmamızla yanımıza gelen Nati'nin gözyaşları sel olmuş gidiyordu, maçın bitimiyle bir duygu boşalması yaşamıştı. Hem kendi performansından dolayı morali bozulmuştu hem de karşı takımdaki bazı çirkeflerin sayılarda ona tavırları ardından siniri bozulmuştu. Gitmekte olan maçın takımca çevirilmesi, onun hatalarının tolere edilmesi ve maç sonunda oyunculardan ve taraftardan gördüğü ilgiyle garip bir ruh halindeydi.

Saha içinde röportaj veren birkaç oyuncumuzu daha bekledik, en son Seda'da bizim yanımıza gelerek sıradan el çakarak geçiverdi, koltuklara yığılmışken Liuba'nın geçtiğini görünce ona da seslenip alkış tuttuk.

Aramızdakilerden birkaçı hızla dışarıya çıkıp stada gitmek için yola düşmüştü, kalan dokuz on kişiye emniyet sorumluları gelip hadi ama gitmiyor musunuz diyordu, ter içinde kalanlar üstlerini değiştiriyordu.

Uzak tarafta gördüğümüz maja'ya seslenip onun sevinçlerini taklit etmemize gıcık olup kafasını çevirdi. Yavaştan lavaboya doğru gidiverdim, orada karşılaştığım Nati'nin babasına kızınız ağlıyordu, bu akşam biraz morallendirseniz iyi olur dedim, evet gördüm iyi oynayamadı dedi, Marcus ise herşeyden habersiz kendi kendine bayrak sopasıyla kılıç gibi kullanarak oyun oynuyordu, beni görünce gülüp Fener winner diyerek çak yaptı.


Çıkış kapısına yönelirken karşılaştığımız orta yaşlılara, biraz bize katılsaydınız deyince siz bizden gençsiniz enerjiniz var diye takılıyorlardı ama içimizde 35-40 yaş civarı olan çok kişi vardı.

Bir ara bench arkasında protokolün solundakilerin rakibin saha dışına kaçan topu çevirdiği bir pozisyona ayaklanıp alkışlamasına sinir olmuştuk, bunu hatırlattık, ardından aynı kitle bizim sayıyı alkışladı falan, tamam iyi top çıkardılarda böyle voleybolseverlik ayaklarıyla alkışlanmaları bize garip gelmişti falan diye bir ufak tartıştık.

Salondan çıkınca o soğuk havada bir süre bekleyerek, her iki takım oyuncularının da özel araçlarıyla otel altındaki otoparktan çıkışlarını bekledik. Ben Nati'nin gelmesini bekliyordum ama o oldukça geç gözüktü.

Bu arada gördüğümüz her oyuncuyla tebrikleşiyorduk, aracıyla ilk çıkanlardan olan Çiğdem Kaptan, anlaşılan araba kullanmakta sıkıntı yaşamıyordu. Biz alkışlarla geçip gitmesini beklerken, arabasını durdurup camını açtı, bugün geldiğiniz için ayaklarınıza,boğazlarınıza sağlık çok teşekkürler, herkes maçı bıraktığında siz bırakmadınız, gerçekten sağolun diyerek bizim egolarımızı okşadı.

Yağmur gözükünce bizimle beraber yağmur yağacak seller akacak Burhan Felek vakıfa mezar olacak diye tezahürat etti, sonra arabasına bindikten sonra çıkarken tekrar durdu, camı açıp klakson çala çala bu sefer tezahüratı kendi başlattı. Biz ona bugünkü motivasyon çabalarından dolayı teşekkür ettik, bizim sesimiz çıkmadığında bile senin sesin duyuluyordu dedim.

Eda ise bir süredir yanıbaşımızda yolun orada bekliyordu, kafasında ki kapşondan dolayı karanlıkta biraz geç farkettik, nişanlısının salonun diğer tarafındaki otoparktan arabasıyla gelmesini bekliyordu. İçeride maja'nın arabasına gittiğini görmemizle biz majaaa diye kollarımızı sıvamaya başlamıştık, Eda'da gülüp onun sayı aldıktan sonra çıkardığı sesi taklit ediyordu.


Bizim oyuncuların yerli yabancı neredeyse hepsi kendi arabasıyla çıkıyordu, hepsiyle karşılıklı teşekkür tebrik faslı geçerken, öndeki aracın duraklama yapması, arkadan gelen vgstt oyuncularını kızdırıp korna çalıyorlardı.

İçlerinden güldeniz gibi birkaç tane saygı duyduğumuz oyuncu da arabasını durdurup bizimle tebrikleşti, bu sefer gülemedin olmadı diye takıldık. Cırtlak ikizler ve maja gibi bazı oyuncular suratlarını çevirmeden gazlayıp gidiyordu, nikoliç'te durup bizi tebrik etti. Maçın hakemi otoparkta gözüktü ama bomba düşsün kel kafana diye laf atmamızı duydu mu bilmiyorum, hangi arabayla çıktığını farkedemedik.

Songül, İpek, Nihan'la da kısa selamlaşmalar oldu, tabii Nihan biraz daha uzun kaldı.
Hala bekleyen Eda'ya hasta olacaksın, kız eğer hastalanır da oynayamazsan gelecek sefer ortada Erdem'i (nişanlısı) oynatırız ona göre diye takıldık, bir süre sonra Erdem arabayla gelince ona da şakayla kızdık bu kadar bekletilir mi diye.

Fofao ve Fürst ilk defa ayrı ayrı gözüktü, ikisi de kendi arabalarıyla çıkıverdi, Fürst Fürst tempoları üzerine o da klaksonla katılıyordu. Fofao'da durunca kendine iyi bak, yağışlı trafikte dikkatli kullan,yakında bize lazımsın, gelecek maç görüşürüz dedim.

Seda'nın fizyoterapisti elinde forma ve çantasıyla gözüktü, o forma kutsaldır nasip olmaz herkese , ona göre dikkat et diye takılıyorlardı. ardından Seda geliverdi, bize teşekkür etti, sonunda oynadığını gördük artık daha rahat oluruz dedik, ayaküstü konuşmalar oldu.

Nati otoparktan değil, salonun içinden babası ve oğluyla çıkarak otoparka
yöneliyordu. Bizi görünce gülümsedi, yanına gidip lütfen bir daha ağlama,biz sana hep güveniyoruz, sen en iyisin unutma deyince, teşekkür etti. Arkasından otopark Natasa Osmokrovic tezahürat sesleriyle inledi, tekrar dönüp bize öpücükle el salladı,crazy Nati no cry ok diye de sesleniyorlardı.

Onu da iyi bir ifadeyle gördükten sonra tamam misyon tamamlandı dedik, artık dağılalım.



fotoğraf kaynak ; Fenerbahçe.org, Metin Timur, Ahmet Besler

Hiç yorum yok: