8 Şubat 2011 Salı

Fenerbahçe Acıbadem - Galatasaray Medical Park 3-0 (Salondan İzlenimler)
















Ligin ilk devresindeki maç voleybolda oynanan son iki taraf tribünlü maç olmuştu, rakip taraftar olunca oldukça eğlenceli geçen maça kıyasla bu maç, hem sahadaki oyun olarak hem ortam keyfi olarak çok vasat geliverdi.

Havanın günlük güneşlik olduğu bir pazar günü maça bir saat erkenden gideyim dedim. Salona yakın yerde her voleybol-basketbol maçında tribünde gördüğüm emekli ihtiyarlardan biriyle karşılaşınca, salon kapısına gidene kadar siz nereden geliyorsunuz her maçta yerinizi alıyorsunuz diye muhabbet ediverdik, Beşiktaş'tan geldiğini bu maça kızını da getirdiğini, Caferağa'da kombinesi olduğunu ama bu salonda kombine satmadıkları için kızdığını söyledi.

Salonun orada yokuştan inerken, GFB'li çocuklar Manisa deplasmanından dönen amigo Yücel etrafında toplanmışlardı, dışarıda toplanıp bekledikleri halde içeriye erken girmediklerinden belli ki bu maç file arkası üste gideceklerdi, benim ise oraya gitme niyetim yoktu, maraton tribünü ortalarında tanıdık yüzlerin arasına gidiverdim.

Telefon edip bize de yanınızda yer tutun diyen tanıdıklar olunca montları koltuklara yayarak beklemeye başladık. Oyuncular dağınık halde ısınmalara çıkınca alkışlar başladı.

Maçın pazar günü güzel bir havaya denk gelen bayanlar derbisi olması ve rakip taraftar alınmayacağından dolayı manisa deplasmanından yorgun dönen çoğu taraftarın dinlenmeye çekilmesiyle, salondaki kalabalıkta aile seyirci yüzdesinde ağırlık oluverdi, etraf hızla dolmaktaydı, uzaktan ortadaki boşluğu gören geliyor ama oradaki montlarla yer tutulduğunu görünce başka yere yöneliyorlardı.

Sessiz sakin bir ortam hakimken, sahadaki oyuncular ısınmalara başlamak için önce eller ortada Fener çekince bu gürültüye dikkat çeken seyirciler alkış tutuverdi. Chris ile Fofao'nun gene sivil halde istatistik ekibi yanına yöneldiğini gördük. Bu arada ilginç bir şekilde evsahibi takım olarak genelde maça başlamaya alışkın olduğumuz benchte değil, diğerine yerleşmiştik.

Isınmalarda özellikle Seda'yı takip ettim, diğer oyuncuların yaptığı herhangi bir hareketten farklı eksik birşey yapmıyordu, bütün hareketlerden sonra manşet-smaç çalışmalarında da yer aldı, karşı sahaya vurulan smaçlarda sırası gelince sıçrayarak vuruverdi, tahminim iki hafta içinde biraz daha form tutunca yavaştan sahaya sürülerek test edilmeye başlanır.

Maç vaktine doğru tanıdık tanımadık kadın-erkek bir sürü kişinin paldır küldür boş yerlere yerleşmek istemesi üzerine, etraftakilere rica ederek montlarını kaldırmalarını, arada boş bıraktıkları yerlere kaymalarını isteyerek yer açmaya baktık. Böyle durumlarda en ön sıralara güvenlikçileri koyup boş bırakmalarına daha da sinir oluyorum.

Maç başlamadan yarım saat önce parçalar halinde file arkası üste çıkan gençlerin bir kısmı Sarı Melekler ooo o diye tezahürat edip bütün salon diye herkesin katılmasını isteyerek Armanın Gururu Sarı Melekler diye bağırıyordu.

Teleskobik tribünde oturduğum koltukların katlanır arka kısımları düz durmadığından, herhalde bağlantı kısımlarıda bozulduğundan bir kısım koltuklar ağırlığıyla öne doğru eğiliyordu, bunlarda oturmak için iki büklüm durmak gerekiyordu. Zaten sonradan geç gelenler buralara yerleşirken atkım portatif tribünlerin altına düşüverdi, almak için maç sonunu beklemem gerekti.

Karşı tarafta protokolün giriş kapısına yakın tarafı yukarılara kadar dolarken, diğer taraf ise yarısına kadar doluydu, bir file arkasında pankartlarla yerleşen evsahibi taraftar grupları varken diğer file arkası üstte, neden öyle güvenlikçilerce yer tutulduğunu anlamadığım yedi-sekiz kişi vardı. Çoğunluğu genç kızlar olan topluluğun başındaki bir büyükleri sarı kırmızı formasıyla dikkat çekince, karşı taraftan gelen ooo o gerizekalı tezahüratlarına karşın elinde formasını kaldırıp laf atanlara göstermekten çekinmedi.

Başka salonda bizim taraftar bunu yapsa tahrik ediyorlar diye saldırırlardı, küfürler olurdu ya da o kişiler polis tarafından dışarı çıkartılırdı ama burada herkes onu bırakıp başlayacak olan maça yöneliverdi.

Amigo Yücel'in sete çıkmasıyla eller eller havaya, bütün salon ayağa sesleri yükseldi, maraton tribünündekiler ayaklanıp ne yapılacak diye beklerken, futbol maçındaymış gibi geri sayımla omuzomuza başlatılması üzerine gerisin geriye oturuverdiler, oraya çıkan amigonun salondaki bugünkü taraftar profilini gözlemleyip ne havada olunduğunu anlaması lazım ki, bugün bakılınca öyle yapılan her aksiyona belli ki katılım olmayacaktı.

Bizim için saldır Kanarya lalayla...diye giden gazlamalarla ortam takımın maça hızlı girmesine yönelirken, rakip servislerinde hemen ıslıklar yoğunlaşıyordu, arkamdakilerin ıslığından kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım.

Tezahürat edenler kalabalık değildi, söylenenlere uzaktan senkronize uyum sağlamak bir süre sonra güç olmaya başladı. Sahadaki oyunda hiç etkileyici gitmiyordu, iyi servis attıkları zaman manşette aksamaya devam ediyorduk, ikinci teknik molaya skorda başabaş girildi.

Coştursana bizi bu tribünlerde,şampiyonluk için saldır Fenerbahçe tezahüratı haricinde ne söylendiğini anladığım birşey olmadı, etraftakilerle ona katılmaya çabaladık. Yedekte olan Nihan servis atmak için sahaya girince hayranlarından alkışlar yükseldi.

Açtığımız farkın birer birer sayılarla kapanması üzerine hocaa mola alsana sesleri yükselmeye başlamıştı ki, bir sonraki sayıda molayı aldı. Haydi kızlar, haydi Fenerbahçe diyerek dönüşlerini bekledik.

Set sayısına gelinmesiyle yükselen set set alkış tempoları rakibin üstüste gelen iki sayısıyla balon gibi sönüverdi, karşıdan gelen topu alacak basit bir manşet karşılama yapamadık, neyseki sonunda uğultular eşliğinde servisi dışarıya attılar, tekrar salonda set set alkışları yükseldi. Son manşeti karşı sahaya kaçıran Liuba servisi yolladı, bloktan alınan sayıyla, her zaman heryerde en büyük Fener diye bağırma fırsatına nihayet kavuştuk.

Set arasındayken, oradaki tanıdıklar aramızda kalan iki kişilik yere beş kişiyi daha çağırmaları üzerine, bu genç kızlara yer verince ayakta kalan ben oldum, en ön sırada oturan tanımadığım kişilere montlarını kaldırmalarını rica edip oraya geçiverdim. Böyle tanımadığım kişilerin arasında en ön sırada oturuverince bir süre sessiz şekilde ikinci seti takip ettim.

Setin çift haneli sayılarına varınca, baktım yanımdaki babasıyla maça gelmiş Naz'ın yaşlarındaki genç kız kıskandığından mıdır nedir her kötü pasında yaa uzatsana şu topu antene diye ona sallayıp duruyor, ben de paslarını beğenmesemde destek olma refleksimi tetikleyiverdi, daha fazla sessiz duramadım.

Durum öyle bir hal aldı ki, sanki galatasaray taraftarıymış gibi hissettim, onlar sayı aldıkça alkış tutuyordum, haydi Naz haydi toparla kendini ve sürekli manşet hataları yaptıkça davay Liuba! vb. kendi hatalarımız nedeniyle bu kadar sık bağırdığım maç fazla olmuyordu, bu şekilde bugün kötü oynadığımız kafama yerleşti.

Geçen hafta Seda ile konuştuğumda, uzayan rallilerde eğer sayıyı karşı taraf alırsa salondan gelen ahh vahh gibi sesler üzerine gelen tepkilerin duyulduğunu oyuncunun moralini bozduğunu söylemişti. Bizde biliyoruz ki elbette insanlık haliyle ağızdan bir üzüntü ünlemi çıkar, robot gibi sürekli herşeye alkış tutmak kolay değildir ama kendi oyuncularına da kızıp tepkiyi fazla uzatmamak gerekir, tekrar morallendirmek için alkışlamalıyız.

İkinci sette farklı öne geçen galatasaraylılara yönelik baskı artarken, haydi Fener haydi..tam zamanı şimdi.. tezahüratı ile bizim oyuncuların toparlanması isteniyordu. Neyseki teknik mola ardından biraz daha dikkatli blok yerleşimi yaparak üstüste sayılar gelmeye başladı, paslarındaki dengesizliğinden ziyade üstüste iki blokla oyuna katkı sunabilen Naz sayesinde ortam tekrar canlanıverdi.

Maraton tribünde bizim için Saldır Fenerbahçe diye bağırılıyordu ama file arkasındakiler başka birşey bağırıyordu, pek uyumlu bir tribün olmuyordu. Oyunda da Kasia yedeğe alınmasına biraz bozularak kenara geçiverdi.

Nati muazzam bir savunma ile üstüste toplar çıkardıkça alkışlar yükseliyordu, bunların sayı ile dönüşleri morallerin toparlanmasına ve ikinci teknik molaya önde girmemize yol açtı.

Buna rağmen gene manşet hatalarımız devam ederek, Songül'ün önüne düşen iki servisten sayı gelince, Nihan da oyuna dahil edildi, Liuba'da çizgiye doğru giden bir servisi bıraktı sayı oldu.

Liuba gibi, o kalitedeki bir oyuncunun nasıl maçtan böyle konsantrasyon kopuklukları yaşadığına anlam veremedim, tecrübesiyle güvenmemiz gereken ana unsurlardan biri olması lazım ama son zamanlarda önemli maçlarda gittikçe istikrarsız performanslar sergilemesi bana endişe verdi, onun hatalarını gördükçe, rakibinde ona yüklenmesiyle izlediğim maçtan hiç keyif alamadım.

Oyunda djerisilo ile yaptıkları smaç servisleri karşılayamazsak sıkıntı yaşıyorduk, bu serileriyle tekrar öne geçen rakibe karşı tekrar bir toparlanma evresi geçirmek gerekti.

İkinci setin sonunda oyunu öyle veya böyle lehimize çevirmeyi becerdik, gene set set alkış tempoları ve her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırarak tamamladık.

File arkası tribün önünde oturan Fofao yanındaki malzemeci Ali'nin kafasına şaka ile üstüste vuruyordu, takımın malzemecisi dahi böyle yabancı oyuncularla şakalaşabilecek kadar iyi iletişim kurabiliyor.

Daha rahat etmek için diğerlerinin yanına geçecektim ki, gene boş olan koltuğa başka bir tanımadığım kız-erkek çifti çağırmışlardı, erkek olan arkamda oturduğu andan itibaren Kasia hastayım sana, Kasia aşığım sana demekten başka birşey yapmadı.

Herhalde file arkasındaki GFB'lilerde tezahürat bütünsüzlüğünden rahatsız olsa gerekki içlerinden biri gelmiş maraton tribünü ortasındakilerle konuşuyordu.

Üçüncü set başlarken uzak tarafta servis kullanan rakip oyuncuya ilk ıslığı başlatan amigo Yücel'in işaretiyle file arkasındakiler oldu. Maraton ortasındakiler ise daha ilk sayıyla haydi Fener haydi,tam zamanı şimdi diye tezahürat girmeleri üzerine arkama dönüp yahu daha ilk sayı oldu bu tezahürat ne alaka dedim.


Maçın bu setine de kötü oyunumuz damgasını vurdu, son zamanlarda hem ortamdan hemde oyundan bu kadar sıkıntı duyduğum hiç olmamıştı. File arkası zaman zaman uzun bestelere giriyordu, maratondakiler ise kısa bağırış yapıyorlardı ama orada da arkalarda tartışanların sesini duyuyordum, sayı alınınca ayağa kalkıp bağırıyorlar diye rahatsız olanlarla tartışıyorlardı.

Maç içinde bir kez daha özlem özçelik'in hakeme itirazları olduğu bir pozisyon yaşanmıştı, bu sette de böyle uzun bir itiraz olunca, hakeme de yakın olduğumuzdan biraz uğultuyla yüklenmeye başladık. Hocaaam ne anlatıyor bu yahu, senin otoriteni sarsıyor diye inceden işledik.

Bir de porto rikolu karina bize yakında durduğunda ona ispanyolca sataşmaya başladım. İkinci setin benzeri bir oyun süreci izliyorduk, farklı öne geçen rakibi yakalama uğraşı gene başladı. Eğer bu kadar farkla geriye düştüğümüzde karşımızda güçlü bir takım olsa, ya da final fourda bu halde olsak salondaki seyirci profiliyle maçı çevirmek kolay olmazdı.

Naz'ın arkaya boşa düşen pası olunca, dudaklarını ısırarak eyvah ne yaptım bakışını gördüm, bir de ortadan pas anlaşmazlığı yaşanınca mola da coach Ze Roberto'nun takımı bir kenara bırakıp, gruptan ayrı olarak birkaç adım ötede Naz ile özel olarak mola boyunca konuştuğunu gördüm ama Brezilya milli takımındaki Fabiola'ya yaptığı kadar sert davranmıyordu.

Rakibin fileye,dışarı giden servisleri yanısıra bizim birkaç hücumu bitirerek tekrar ayaklanmamızla fark kapanmaya başladı. Sataşmalara özlem teyze ile devam ederken, zaman zaman çizgi-file teması vb. tartışmalarda uğultular yükseldi. Top onların sahaya düşüp hücum kurma aşamalarında uğultular ıslıklar yükseliyordu ama belli başlı kişiler haricinde etraftakiler katılmazsa gerektiği şekilde yeterli baskı olmuyor, maça gelen herkesin bir çaba sergilemesi lazım.

İkinci teknik molaya doğru öne geçerek önceki setle benzer durumları izledik. Bu arada geriden gelip öne geçmemizle beraber bir yerlerden çıkan her zaman her yerde en büyük Fener seslerine tebessüm ettim.

Maçın sonlarına rahat bir farkla girip alkış tempoları eşliğinde galibiyet sayısını bekledik. Son sayı öncesi bütün salon ayaklanıverdi, Sarı Melekler ooo o tezahüratları eşliğinde maç bitiverdi.

Rakiple tebrikleşme faslı ardından oyuncular file arkasındaki taraftarların çağrısıyla oraya yönelerek tribünü alkışladılar, oradan şaaampiyon ekoları yükseldi.

Bu arada arkadaki koltuklarda duranlar maçtan önce getirdikleri pankartı göstermek için öne geçmeye hareketlendiler, zaten maçtan önce de nerede açalım diye konuşuyorlardı, Nihan'ın doğumgünü olduğundan bir pankart hazırladıklarını söylemişlerdi ama ne yazdığını bilmiyordum, baktım gene herkes öne zıplıyor arkaya geçiverdim.

Bu esnada takımı bizde çağıralım dediler, Fenerbahçe buraya seslenmelerine başta Nati olmak üzere hemen yönelip alkışlarla cevap verdiler, Liuba uzaktan alkış tutuyordu bu tip durumlarda Gamova kadar pek gönüllü gözükmüyor, Gamova tribüne ilk yönelenlerden olurdu.

Biraz ısrarcı olununca oyuncular bizim tarafa da yaklaşıverdiler, karşılıklı Sarı-Lacivert yapıldı, bu arada Eda ve Nihan takımdan ayrı FB tv muhabiri Kamer'e röportaj veriyorlardı.

Nihan'ın röportajı sonuna doğru Nihan Güneyligil tezahüratları yükselmeye başlayınca Nihan arkasını dönüp selam verecekken kendisini iyi ki doğdun Nihan diye yanlarına çağıranlara uyarak tribüne yaklaştı. Bir yandan mutlu yıllar sana diye şarkı söylenip pankartın açılması ile bu jest karşısından duygulanıp gözleri doldu, hepinize çok teşekkür ediyorum diyerek gözlerindeki yaşları siliverdi, öndekilerin tebriklerini kabul edip onlara teşekkür ederek gidiverdi.

Salon yavaştan boşalmaktaydı, oyuncuların çıkış koridorunun oraya biriken bir sürü minik taraftar oyunculardan imza almak resim çektirmek için oraya yığılmıştı. Minikler Naz'a ilgi gösterip ondan imza istiyorlardı, biz ise çıkışa yönelen takımın herşeyi olan Nati'ye tezahürat ettik, bize gülümseyerek selam verdi.

Kasia da bize selam verip giderken, Eda omuzunu ve dizlerini buzla sarmış vaziyette içeri gidiyordu, minikler ona da ilgi gösteriyordu, ben ise onların arasından geçip saha içine iniverdim, aşağıya düşen atkımı almak için oyuncuların çıkış koridoru dibinden teleskobik tribünün altına daldım. Tribünün altı eğilerek ilerlemeye müsaitti, boş şişeler kağıtlar gibi çöplerle dolmuştu, ortalarda bir yerde duran atkıyı alıp geri döndüm, dışarı çıktık.

Dışarıda Nihan'ın eşi Ataman ile ayaküstü konuştuğumuzda Diyarbakır'da durumların pek içaçıcı olmadığını, Dicle'nin sekiz haftadır kazanamadığını, hazırlık maçı yapmaya takım bile olmadığını, en yakın takımın kilometrelerce ötede Konya Ereğli olduğunu anlattı, İstanbul'a maç için gelme fırsatı oldukça arada gelebileceğini ama bu haftadan itibaren 20-25 gün buraya uzak kalacağından bahsetti.

Ergül ve Yağmur ile tebrikleşmemiz ardından, rakipten gökçen bizim İpek ile beraber çıktı, Karii diye seslenerek çağırdıkları Karina ile buluştular. Eda'nın nişanlısı da gelmişti, Eda elinde büyük ihtimal başkalarının nişandan dolayı hediye ettiği çikolata kutusu ile dışarı çıkıverdi. Eda orada çevresini saran gençlerle resim çektirdikten sonra yüzündeki gülümseme ifadesi değişmeden bize doğru yaklaşırken, nişanlısı çikolatayı arkadaşlara dağıtalım dedi, herkes onları tebrik ediverdi.

Pankartı burada da açıp Nihan'a vermek istiyorlardı, Ataman ise burada da yapmayın Songül görmesin ayıp olur diyordu, ben neden olduğunu sordum. Pankartı tribünde açtıklarında arkada durduğumdan yazanı görmemiştim, "Türkiye'nin tek liberosu..." diye yazmışlar ki, bana kalsa böyle bir ifade yazılsın demezdim, gerçekten belki iyiniyetle planladıkları halde detaylı düşünmede hata olmuş, hadi diğer takımları kaale almıyoruz diyelim de, kendi takımımızda ki diğer libero Songül'e karşı bir ayıp gibi algılanabilirdi.

Songül çıktığında ona da tebriklerimizi sunduk, hocanın son zamanlarda formayı düzenli olarak ona vermesinden dolayı bu şansı değerlendirip biraz daha dikkatli oynaması lazım. Maçın başhakemi Nurperi hanım çıktı ki, saçlarını biraz daha kısa kestirse 20 yaşlarında erkek gibi bir tipi olurdu. Naz'da çıkıp birkaç hayranıyla resim çektirdikten sonra merdivenlerden otoparka iniverdi.

Nihan oradakilerle tekrar bir kutlama sahnesi ardından hepimize teker teker sarılarak teşekkür etti, pankartı al balkonuna asarsın diye takıldım, eşiyle beraber otoparka gidiverdiler.

Haftaya da kağıt üstünde bir derbi olan rahat bir maçımız olacak ama takımın performansı ve çalışmaları final four üzerine odaklı olduğundan arada Avrupa maçı yapmadan boş geçireceğimiz haftaiçi de yüklemeler ve özel taktik çalışmalarıyla geçecektir. Umarım bu performans dalgalanmaları mart ayı ortasından itibaren yükselişe geçer de, bizde daha keyifli maçlar izler, salonda daha keyifli ortamlar yaratırız.

Fotoğraf Kaynak ; Metin Timur, Ahmet Besler, Fenerbahçe.org

Hiç yorum yok: