12 Aralık 2010 Pazar

Fenerbahçe - Ziraat Bankası 1-3 (Salondan İzlenimler)



Resim Ekle
Buz gibi havada, sulu kar yağışı eşliğinde, kimsenin gelmeyeceğini çok iyi tahmin ettiğim boş soğuk atmosfere sahip bir salona yürüyor olmak.. İçerisinde kimbilir bugün nasıl oynacak olan, adamı sinir mi ederler yoksa şaşırtırlar mı belli olmayan sarı-lacivertli bir takım. Gene olağandışı işlerin olduğu bir maç ve gene kaybedilen, puan alınamayan bir oyun.


Üç takımımızında maç saatlerinin çakışacağı böyle bir günde , üstüne böyle bir havada kimsenin sinir sistemini yorma olasılığına katlanarak erkek voleybol maçına gelmeyeceğini tahmin ediyordum. Her ne kadar günün maçları içinde en zor ve kritik olanı olsa da, artık kimin böyle bir hava ve trafik şartlarında yola koyulup onları izlemeye hevesi olabilir di ki, insanlara hak veriyorum.

Ben de maça gidemeyecekken, son anda işlerimi halledip hızlı bir şekilde yola düşüverdim, aylardır maç günleri böyle bir soğuk hava ve yağışa denk gelmemiştik. Salonda kimse olmaz ama en azından mef okulları maçındakinden biraz daha fazla Fenerli olur diye umuyordum,150-200 kişi falan. Haftaiçi oynanan o maça da yetişememiştim, maçın ortasında gelip bakınca da etrafta 10 tane Fenerli görememiştim.

Salona girerken takımlar anons edilerek diziliyordu, dışarda buz gibi ortamda bekleyen bir ağabeyi görünce selam verip içeride hiç tanıdık yok değil mi dedim, olumsuz yanıt verdi. Belki aynı şartlarda bayan voleybol takımı maçı olsaydı, biraz daha onlara özel taraftar olurdu.

Masasının başında oturan federasyon görevlisi dış kapının açık kalmasını istemiyordu, yoksa içeri felaket bir soğuk giriyordu. Federasyonun yeni bastırdığı ufak dip koçanlı biletlerden verdiler, önceki kağıt biletlere göre daha ufak kaliteli bir kağıttı, bundan sonra hep böyle olacakmış, benim gibi her aldığı bilet arkasına maç tarihi,takım adları maç skoru,ilginç dip notlar yazıp koleksiyon olarak saklayan biri için yazı alanı daralmıştı.

Lavabodan çıkıp içeriye göz attım, ilk dikkatimi çeken evsahibi olmamıza rağmen, bizim bench protokolün sağ tarafındaydı, ziraat ise hemen önümdeydi, genelde ise burada evsahibi olan takım soldan başlıyordu. Protokolün sol tarafındaki kısımda hiç tanıdık yoktu ama oradaki kısmı doldurmuş 20-30 kişi kadar düzgün kıyafetli bir kitle vardı, ziraat oyuncularının anonsunu alkışladıklarını görünce bunların bankacı yöneticiler falan olduklarını anladım. En iyisi oradan uzaklaşmaktı, karşı maraton tribünü gözlerimle taradım ama tanıdık biri göremedim, üst katlar ise zaten bomboştu. Karşı taraftakileri sayınca dağınık halde oturan 51 kişi vardı, böyle rezil bir ortamda birde televizyonda görünmeyi sevmediğimden bizim bench arkasına yöneldim.

Bizim bench arkasında salon maçlarında çok sık gördüğüm gözlüklü kısa-tombul bir taraftarımız vardı, bir de genç bir delikanlı, onların yanına oturuverdiğimde maç başlamıştı. Ortam böylesine boş,heyecandan uzak olmasına rağmen bu genç taraftar kardeşimiz hadi tezahürat yapalım abi deyip duruyordu. Yahu bu ortamda kimse yokken ne yapılır,kimse de katılmaz zaten dedim. Maça fena başlamamıştık, en azından sayıları aldıkça bravo diyerek alkışlıyorduk, arada boşluklarda takımın hali,seyircilerin ilgisizliği üzerine laflıyorduk, genç delikanlı abi arkadaşlarını falan ara gelsinler diyordu ama yahu bu havada hem de farklı salonlarda maç varken kim nereye yetişsin, herkes farklı yerlere dağılıyor kimisinin de işi gücü oluyor, bazısı üşengeç oluyor. Zaten erkek voleybola fazla ilgi gösterilmiyordu, bir de takım böyle kötü skorlarla herkesi üzünce iyice yalnızlığa terkediliyorlardı.

Diğer yandaki gözlüklü renktaş ise bak bayan voleybol takımıda böyle birkaç önemli mağlubiyet alıp inişe geçsin onlarda böyle ortamlara oynar,bizim taraftarımız başarıyı seviyor ondan yanlarında oluyor, eskiden sponsorluk öncesi 50 kişiye oynamıyorlarmıydı gene ona döner diyordu. Ben de evet eski Burhan Felek zamanında da geliyordum,öyleydi skora endeksli kitle var ama artık onlar ne kadar kötü giderse gitsin böyle şartlarda bile 250 kişi falan olur, en azından tezahürat edecek 15 kişi çıkar dedim, zaten bayan maçlarına gelenleri düşünürsek sırf kızlara bakmaya gelenler bu erkekler maçındaki seyirci sayısı kadar oluyordur dedim.

Bu renktaşın KFY'liler düzenli geliyordu maça bu sene onlarda yok demesi üzerine; hangi KFY liler yahu, onlar da artık yalan oldu, ben artık voleybol maçlarında KFY'li birileri pek görmüyorum, geçen sene o kadar maçta düzenli kalabalık gelen bir grup hatırlamıyorum, Lacivertlilerde daha ziyade bayan maçlarında kalabalık olurdu,erkek maçlarına yarım yamalak ilgi olurdu dedim. 50.Yıl salonunda duvar dibinde oturan çok az sayıda bir kemik kitle ile Lacivertten belli bir kitle salon müdavimleri olarak her maç göze çarpardı. Ama bu yeni büyük salondaki dağınıklık yanısıra, maçların üstüste olması,günü saati hava şartları vs. bir sürü faktörden dolayı aynı ortamı yakalamak artık güç oluyordu, erkek takımı da gözümüzün önünde sorunlar içinde eriyip gidiyordu. Pazartesi Dinamo maçı en azından 4-5bin kişi olurdu belki ama erkeklerin şampiyonlar ligi maçına 1000 kişi olur mu diye endişelenmemek elde değildi.

Herneyse bu konuşmaları bir kenara bırakıp, bir ara delikanlının isteğini kıramayıp saldır Fenerbahçe ooley diye bağırdık ki çok komik oldu, bir anda salondaki herkes oyuncular,teknik ekip hakemler vs. o tarafa bakıverdi, şaşırarak gülümsüyorlardı. Üç kişi ile bizim için saldır Fenerbahçe diye tezahürat etmekten utandım, delikanlıya yahu enerjini böyle harcama,otur sayıları alkışla,rakip oyuncular servis atarken laf at yuhala, bu ortamda kimse tezahürat etmez dedim. Buna rağmen o dayanamıyordu maç içinde arada bir karşı tribündekilere doğru Fenerbahçe aşkına herkes ayağa diye bağırıp duruyordu, oradaki ihtiyarların falan tezahürat edeceği yoktu. Böyle en azından 15 kişi olsaydı, bu sessiz ortamda takım motive etmeye, rakibi laflarla bozmaya falan toplu halde uğraşılabilirdi, ancak oturduğumuz yerden üç kişi ile komik oluyordu, önümüzde duran yedek köşesindeki oyuncular falanda arada bir bakış atıyorlardı, tezahürat etmek garip kaçsada alkışlamaktan oyunculara bravo x,haydi beyler falan diye bağırmaktan utanmıyordum en azından.
Gözlüklü renktaş Aylin abla yok gözükmüyor FB tv maçı vermiyor mu acaba falan deyip duruyordu, bayan basket maçıda var çakışır diye böyle yapmışlardır herhalde dedim, kanalın neredeyse bütün işlerini Kıvanç'a yaptırıyorlardı, yetişmesi zordu, Ömer Koçsan kalsaydı böyle olmazdı dedim.

İlk set boyu baştan yakaladığımız üstünlüğü koruyup seti alıverdik, takımlar yer değiştirince bankacılar önümüze geliverdi. İkinci sete onlar daha iyi başladı, bu arada sol tarafıma bir adam gelip oturdu, meğersem ziraat oyuncularını salona getiren servisin şoförüymüş,maç sonu da onları alıp havaalanına götürecekti ama maç uzarsa nasıl yetiştireceğinin sıkıntısındaydı, oyunculara söylede o zaman yenilip erkenden gitsinler dedim, ama skora baktı yok arkadaşlar bende Fenerliyim ama bu setin gidişatı kötü,25-22 falan ziraat alır diye tahmin sallıyordu. Setin sonlarına doğru da ziraat önde girince bak ben ne demiştim, yahu ben bu işten anlıyorum falan diye gülerek konuşuyordu, ben de tamam öyle ama bakalım bu işler belli olmaz dedim, adam dediği skor olacak zannederken sonra bir baktık set nereden nerelere gidiverdi, ilerleyen sürede suratındaki ifade tam dumur vaziyetti, yahu bu maç sabaha kadar sürecek herhalde, cibali karakolunda biter bu iş, eve de gidemem yahu diyordu.

İkinci set servis atan ziraat oyuncularına laf atarak geçiyordu,bizimkiler kötü oynuyordu, özellikle gözlüklü renktaş servis atan can ile çok uğraşıyordu, sen bizdeyken böyle hırslı oynamazdın,yazıklar olsun,bir de saçlarını karı gibi uzatmışsın vs... arada bir bende can sen maçı bırakta bir kadın kuaförüne git falan diye laf atıyordum. Geçen sene finalde çok uğraştığımız libero özer oynuyordu, ona da diğerleri gibi laf sallarken en çok kadir dikkatimi çekiyordu. Servise gelirken hocaa çizgiye basıyor,dışarııı falan diye bağırıyordum, baktım gerçekten bol bol dışarı atıyor, her servise geldiğinde saymaya başladım, kadiiiir bu üç hata oldu, kadiiir bu dördüncü olcak....kadiiir altı oldu...aldığın sayıları servisle veriyorsun bravo sana böyle böyle onunla bayağı uğraştım. Onların pasör çaprazı sakatlıktan dolayı oynamazken, kadir fırsat bulmuştu, maç uzun olunca bayağıda sayı aldı ama aldığı kadar da hatalarla verdiği dikkatten kaçmıyordu.

Set elimizden gidiyordu,set sayısına varmışlardı, protokolün diğer tarafından set set alkış tempoları duyuverdim. Uzak tarafa doğru haydi beyler bırakmayın oyunu diye seslenip Coskovic'in servislerini bekledik, bir sayı, ikinci sayı derken önümüzdeki bulgar artist koç dayanamadı,mola oldu. Yanımdaki servis şoförü ben dememişmiydim diyordu, Fener 22 oldu, ben bu işten anlıyorum yahu dedi,ama bundan sonraki seti Fener alsın bari dedi. Çoğu zaman geriden gelen daha avantajlıdır,karşı taraf strese girer dedim. İki tane genç kız bizim olduğumuz kısıma geliverdi, bu taraftan sesler geliyordu,Fenerbahçe taraftarları herhalde burada zannettik ama kimse yokmuş diye şaşırdıklarını söylediler, gene de arkamızda oturup maçı izlemeye koyuldular.

Bir sayı daha alınca rakip koç itiraza koyuldu, maç içinde de arada bir itirazlar ve sevinçlerden dolayı hakem tarafından takımı uyarılmıştı. Haydi Fener haydi,tam zamanı şimdi diye tezahürat ettiysekte baktım karşı tarafa başka katılan yok daha fazla uğraşmadım. Oyuna göre servis alacaklarken reaksiyon tepki, bizimkiler haydi blok defaans diye bağırırken bir baktık, maç berabere oldu,salondaki 60-70 Fenerli bir coşkuyla ayaklanıp alkışlıyordu. Ancak tam beraberliği yakalayınca Coşko servis hatası yapıverdi, seriyi sürdüremedik.

Setin bu kısımdan sonrası tam bir gerilim filmiydi, ama nedense geçen senede aynı skora varan arkas kupa finalindeki set kadar yorulmadım, zira o gün ufak salonda en azından az da olsa bir taraftar kitlesiyle yoğun uğraş veriyorduk,o gün başımın nasıl ağrıdığını unutamam. Şimdi ise bir yandan servis atan rakiple uğraşıyor,diğer yandan bizimkileri alkışlıyor bravo falan diyerek takip ediyordum, belki geçen seneki o seti yaşamasam çok daha ilginç hissedebilirdim. Bir an üstünlüğü aldık, sonra tekrar kaptırdık,tekrar aldık verdik derken hayretler içinde sayıların bir gidip bir gelişini izliyorduk. Yeni salon skorbordu bu rakamlar için yeterliydi, geçen sene ise skorbord yetersiz kalınca masadaki rakamlarla devam edilmişti.

Sayılar ilerledikçe kendi aramızda yahu şuracıkta 10-15 tane tezahürat edecek adam olsaydı şimdi ne kadar faydalı olurdu dedik, zira bu seti az bir ittirmeyle,rakibi bozmayla alabilirdik. Tabii maçın gidişatı öyle gözüküyordu ki buradan Caferağa'ya da gitme planımı da sekteye uğratacaktı. Alkışlar,bravolar, vamos Marshall, come on İvan ,haydi beyler bitirin artık vb. seslenişleri, rakibe sataşmalarla sürdürürken; karşılıklı gidip gelen oyun sonunda kaybeden taraf ne yazık ki biz olduk. Bu uzadıkça uzayan setin çok kritik olduğu belliydi alan biz olsak onların moralini çökertecektik, set sonundaki yoğun sevinçlerinden belliydi, gene de mücadelelerinden dolayı bizim oyuncular bu tarafa geçerken haydi beyler böyle mücadele edin, moral bozmayın diye birkaç kişi alkışlayıverdik, bankacılarda kendi oyuncularını alkışlıyordu,hakem ise uzun süren set sonu yorulup hemen kendisine su getirilmesini istedi.

Salonda olan az sayıdaki seyirci tarihi bir seti izleyivermişti, geçen sene alan taraf bizdik, kaybeden taraf olmak doğal olarak üzücü oldu. Uzak file arkasında oturan üç beş Fenerli vardı, üçüncü set oradan servis atan ziraat oyuncularını yuhaladıklarını duyuyordum. Karşı tribünde oturanlar ise sayı alkışlama dışında pek bir aktivite göstermiyorlardı. Hızlıca tekrar sayıverdim, orada 60 kişi kadar vardı, bir de özel güvenlikçileri sayayım dedim ki onlarda 50 kişi kadardı, bunların dışında polislerde vardı, yani salondaki güvenlik görevlileri neredeyse taraftardan fazlaydı, adam başı bir ortalama gibiydi. Servis şoförünü ziraat menajeri çağırıverdi, sonra adama tekrar yanıma döndü, polislerle görüşüp trafikte eskort ayarlamışlar, maç bitimi uçağa geç kalmamak için devlet bankasının takımına eskort ayarlanmış oldu.

Bu set onların kontrolünde bizim kötü gidişatımızda geçiyordu, kenardaki yedekler ile beraber takımı haydi beyler diye toparlamak için alkışlarla çabalasakta dağınık bir oyun sergiliyorduk. İyice moraller çökerken, gözlüklü renktaş Demeter'e kızıp hocam böyle basmakalıp olma,zamanında mola alsana,birkaç değişiklik yap, Ersin'i Cengizhan'ı denesene yahu diyordu. Genç delikanlıda sık sık Demeter Ersin'i oyuna al, Demeter Ersin'i oyuna al diye tezahürat eder gibi bağırıp duruyordu, koç arkaya bakmadan kafasını sallıyordu. Bir ara bir pozisyon itirazları oldu, alman pasör hakem tarafından uyarılırken hocam kart diye haykırıyorduk, bulgar koçlarınada shut up diye tepki verirken, gözlüklü renktaş teknik mola sırasında ilhami hoca yeter yahu,bunlara nasıl göz yumuyorsun ayıptır falan diye ona serzenişlere devam edince, hakem bizim tarafa bir süre bakıverdi. Bir de ilginç bir şekilde hakemin sağ tarafında kalan bayan çizgi hakemi onlar servis atarken farklı seferlerde iki kere bayrak salladı, hakem ise es geçti, sonra mola sırasında onu yanına çağırıp uyarıverdi.


İvan'ın felaket bir servisini izledik, konsantrasyonu bozuk bir şekilde zıplayınca topu havaya elinden kaçırıp tam sahaya ayağı değip hata olacakken, topun altına tokatlayarak yolladı, daha önce böyle birşey görmemiştim, çok komikti ama böylesine yıldız bir oyuncu için ve bizim takım adına ne hallerde olduğumuzu gösterdiğinden trajikomikti. Hoca bir süreliğine onu kenara alıp Ersin'i soktu, İvan kenara gelirken moralini bozma,vazgeçme diye seslendim ama adam ilginç bir psikolojideydi, açıkçası takımla bir türlü uyumu oturtamadığı yada takımın özellikle pasörün onunla yeteri kadar organize olamadığı izleniyordu. Köşeye gelip sırtını sıvazlayanlardan uzak, tek başına kafasını sallaya sallaya kendi kendine birşeyler söylenerek takılmaya başladı. Setin sonunda gene bir son gayretle 23e gelirken,rakip koç ufak bir kıpırdanmamıza hemen molayı alıyordu, molada birşey yaptığıda yoktu, sadece bizi soğutmak için hamle yapıyordu, sonuç verdi ki kaybediverdik, bu sezon ki bu yakın kayıpları anlamak çok güçtü.

File arkası reklam panoları arkasında istatistikçilerle beraber oturan Geriç yerinden kalkıp bizim yanımızdaki merdivenlerden alt kata tuvalete gidip dönüverdi, kadroyu kurarken Coskovic'in Türk statüsü planlamasındaki yanlışın bedelini bu adamı böyle kenarda oturtarak çekmek zorundaydık. Bu arada Violet Duca'yı atkılara sarınmış halde içeri girerken gördüm, bayan voleybol takımı teknik ekibinden Turgay ile Mert'te istatistikçinin yanında oturuyordu, anlaşılan bu maç sonrası bizim bayanların antrenmanı olacaktı. Bayan basket maçının saati de geliyordu, bizim yanımızda duran 16 yaşındaki genç delikanlı oraya gitmek üzere ayrılıverdi, son set salondakilerin toplam enerjisine sahip bu ergenin enerjisinden de yoksun kalacak olmamızı düşünecek hallerde olmak ne acıydı.

İkinci teknik mola sonrası avantajlı olduğumuz halde, birer birer eriyen fark sonrası yakalanınca mola alıverdik. Hoca oyunculara sert şekilde bağırıyordu, kız gibi oynuyorsunuz gibi şeyler duyuluyordu. Haydi beyler kopmayın maçtan falan, dikkat Coşko falan desekte, sonunda bankacıların maç maç tempolarını duyaraktan mağlubiyeti izledik. Setin sonuna doğru manşet hataları artıp morali bozulan Coskovic'e servisleri yükleyerek işi bitiriverdiler.

Oyuncular tebrikleşmeleri yapıp kendi salondaki boş denilebilecek ortamı alkışlayıp dağıldılar. Ben bayan basket maçına gitmekten caydım,vardığımda anca devre arası olurdu, koç Demeter ile maç çıkışı konuşma isteğiyle bekledim. Gözlüklü renktaş ise montunu falan giyip bayan basket maçına yola koyuluverdi. Salondaki az sayıda seyirci dışardaki soğuk ortam öncesi kendilerini atkılarla berelerle sarmalayıp hızla çıkarken, bankacı ekipten oyuncu ailesi tanıdıkları falan olanlar oyuncularla birbirlerine sarılıyorlardı, ibrahim akşeker de bunlardan biriydi. Maç sonu da ziraat oyuncularını taşıyacak servisçiyle karşılaşınca bunun gs'li olduğundan daha hırsla toplara vurduğunu ona söylediğini duydum.

Bizimkilerden İvan hiç durmayarak tebrikleşme sonrası moral bozukluğuyla direkt soyunma odasına yöneldi, bugün son zamanlardaki performansına kıyasla daha iyi oynayan Marshall ise istatistik ekibinin yanına gidip onlardan istatistik kağıdını aldı, incelemeye koyuldu, uzun süre rakamlara bakıp düşünerek benche oturuverdi. Coskovic ise yerde Kemal ile beraber soğuma hareketleri yapıyordu. Saha içine giren önündeki sivil giyimli bir çift ile konuşuyordu, bunların kim olduğunu sonradan gördüm, kadrodışında olan İsmail Cem Kurtar ile eşiydi, maç bitiminden beri 10-15 dakika onunla konuştu. Rakibin bulgar koçu kulağında küpesiyle kasıntı halde önümden geçip alt kata büfeye gitti,kola alıp döndü.

Bir süre sonra kapıya yönelip gördüğüm görevliye oyuncu çıkışları nereden yapılıyor artık diye sorunca, arkada ufak salona bakan taraftaki alt kapıdan olduğunu söyledi. Şimdi başka maç yokmu,antrenman mı var deyince evet dedi. Bu esnada görevli özel güvenlikçiler toplanıp üzerlerindeki turuncu yelekleri çıkartıyorlardı, ben de çıkıp diğer salon tarafına bakayım dedim. Aşağıda kapının orada elinde spor bavulları çekerek çıkan birkaç kişi gözüküyordu, biri Emre Batur'du telefonla konuşarak 50.yıl salonu arkasındaki avluya geldi. O salonda da gençler maçı devam ediyordu, dışarda beklemek için hava çok soğuktu, salon arkasına doğru dönüp yola doğru çıkayım dedim ama orası yoğun yağmurla kalan inşaat malzemeleri yüzünden felaket çamur olmuştu, geçecek yer bulmak zor oldu. Arkamdan ise maçın hakemleri geliyordu, yolun üzerinde bizim takımı bekleyen servis aracını gördüm, içinde birkaç oyuncu oturuyordu, koç Demeter veya idarecilerden birini görmek için etrafa bakınırken, yandaki volley hotelin lobisinde olduklarını gördüm. Orada ayaküstü Abdullah Paşaoğlu ve Hakan Dinçay ile takımın durumunu tartışıyorlardı, belki çıkarlar da son vaziyetler hakkında birşeyler sorabilirim diye bekledim ama çıktıklarını görmedim, oradan alt kata otoparka yöneldiler sanırım.

Bu soğukta boşuna bekliyorum diye düşünüp bir daha salonun içine bakayım dedim, televizyon ekipleri techizatlarını kablolarını topluyorlardı, görevliler etraftaki boş şişeleri çöpleri topluyor, büfeci tezgahını temizliyordu. Bizim bayan voleybol takımından oyuncular falan yoktu ama Turgay ile Mert'in de kapıdan içeri girdiğini görünce, antrenman mı var saat kaçta dedim. Altı buçukta olduğunu söylediler, izlemek için müsait mi, sıkıntı olur mu yoksa izin almam gerekir mi dedim. Turgay, yok bizim için problem değil, istediğin yerde oturup izleyebilirsin ama salon görevlileri birşey der mi bilmiyorum dedi. Peki dedim onlar merdivenlerden saha içine inerken pazartesi günü Nati oynayabilecek mi acaba dedim. Valla inşallah oynar dedi Turgay, riske atmak gibi bir durum olmuyor ama oynadıkça omuzunu zorlayan bir ağrısı var, biraz duruma göre karar veriliyor dedi.

Onlar giderken, ben saate baktım idmanı izlemek ve takımın durumunu değerlendirmek güzel olabilirdi, zira kendi aralarındaki idman maçları lige göre daha sağlam geçiyordu, hem de Ze Roberto'nun nasıl bir sistemle çalıştığını merak ediyordum ama 45 dakika kadar beklemem lazımdı ve tek başıma çok sıkıcı olurdu. Dışarıya çıktım, erkek takımının midibüsü gitmişti, ziraat bankası servisi ise duruyordu, servis şoförüne hayırdır uçağa yetiştirmiyor musun dedim, ziraat oyuncuları içerde otelin cafesinde birşeyler yiyip içip keyif yapıyordu, birazdan yola çıkacaklarını söyledi, eskortta yolda katılacak herhalde dedi, sonra takım menajeri şoförü de bulup içeri kahve içmeye çağırdı. Ben idmanı izlemek yerine en iyisi eve gideyim dedim, hem acıkmıştım hem de bayan-erkek basket maçlarının sonuna yetişebilirdim, takım antrenmanı ise artık başka bir fırsata kaldı.

1 yorum:

Güray Gürsoy dedi ki...

Teşekkürler abicim her zamanki gibi mükemmel olmuş.
Her 3'ünüze de helal olsun.
Gerçek FB taraftarı budur işte.
Skor taraftarlarına,başarıya endeksli taraftara selam olsun.
Marshall'ın istatistik kağıdını incelemesine sevindim.Demek ki kendi performansından memnun değil ve ileri gitmek istiyor.İnşaallah daha iyi olur.
Hakan Dinçay,Demeter ve AP ile konuşabilsen iyi olacakmış ama neyse kaçmışlar diyelim.