7 Aralık 2010 Salı

Fenerbahçe Acıbadem - Karşıyaka İzka İnşaat 3-0 (Salondan İzlenimler)



Sponsorlu iki kulüp takımının mücadelesinde, arada bu kadar güç farkı olması ilginç olduğu kadar, ülke sporu açısından da sıkıntı verici bir görüntü oldu. Rusya yolculuğu öncesi rahat bir ortamda oynayan bayan voleybolcularımızda, çok açık farklı ilk set sonrası, maç sonuna doğru konsantrasyon azalsa da 3-0 kazandılar.

Bir gün önceki güneşli havanın ardından anormal bir sıcaklık düşüşü ile,buz gibi kuru soğukta salona gidiverdik. Ufak salon içinden geçip biraz Beylikdüzü maçına bakıp, Merve Tanıl ne yapıyor diye göz atayım dedim. Yeni salona gidişi bilmeyen bazı taraftarlarda oraya yöneliyorlardı. Bana sormaları üzerine aslında yokuştan inmeleri gerektiğini ama buradan da arkaya geçip gidilebileceğini söyledim. Ancak 50.yıl salonu girişindeki görevli içeride ikinci lig maçı oynandığından biletsiz geçişlere izin vermiyordu. Yedi sekiz kişi görevliye bu soğukta tekrar dışarıya çıkartma bizi, izin verin de buradan arkaya geçelim deyince peki dedi. Maç oynanmaktaydı, salonda az sayıda izleyici vardı, Merve'de oyundaydı, biz geçerken hakeme bir itiraz yapıyordu. Yolu bilmeyen taraftarlara yardımcı olmak için içeride durmayıp onlarla dışarı gittim, dışarıda iki salon arasındaki koridoru dönerek yeni salon girişine geldik. Bu arada şehir dışından Karabük'ten arabayla futbol maçına gelmişken, voleybol maçını da izlemek istediklerini anlattılar.

Girişte kısa bir kuyruk, arama tarama sonrası girdik. Geçen erkeklerde erken saatte başlayan Mef okulları maçına karşıdan dönüşte yetişememiştim, skor 2-1 iken geldiğimde ise ortalıkta tek tük Fenerli dışında Mef okulları hocalarıyla dolu olmasına bozulup çıkmıştım. Bu sefer bayanlar maçı bu kadar zayıf bir rakip karşısında, bir kısmı futbol maçına gitmeden önce uğrayanlarla çok daha fazla seyirciyle doluydu. Herhalde kızların oynadığı gün ve saatte erkekler maçı olsa salonda olanların en azından yarısı gelmezdi.

Bu sezonki ilgisizlikleriyle, erkek değilde bayan voleybol takımının taraftarı olmuş sayılabilecek salon müdavimlerimizden birkaç kişiyi görünce onların yanına gidiverdim. Salon güvenlik amirleriyle konuşuyorlardı, akşam kulübün futbol maçı da olunca, orada olan müdürleri dışında bu sefer farklı kişiler ellerinde telsizlerle geziniyordu. File arkası üst kata atkılarını bağlamış 8-10 karşıyaka taraftarı vardı, karşı sahada ısınan oyuncularını çağırıyorlardı ama giden olmadı. Bizim taraftarlar 20-30 kişi diğer file arkası üstte yerleşmişlerdi, fazla tezahürat edecek kimse olmadığı gibi öyle gerektirecek bir maçta değildi. Zaten biz de üç kişi bizim bench arkası, yedek oyuncuların köşesinin tam arkasında teleskobik tribününün en ön sırasına oturduk. Çok ilginç bir görüş açısıydı, önümüzde koltuk,parmaklık vb. falan olmadan zeminin yarım metre yukarısında oturuyorduk.

Songül libero formasını giymişti, Zülfiye'de kadrodaydı, Fofao ve Seda yoktu, Nati ile beraber istatistik ekibinin yanında oturuyorlardı. Onlar son ısınmaları yaparken, güvenlik sorumluları da bize bu üstteki karşıyakalılarla yakın duruyorsunuz, problem olmaz değil mi diye soruyorlardı, yok yahu burada üç beş kişi oturur maçı izleriz, onlar saçmalamadıkça sorun olmaz dedik.

Böyle bir maça yeterli bir seyirci kitlesi var denilebilirdi, ama belki maçın saati bir iki saat daha sonra olsa buradan direkt stada geçmeyi düşünebilecek daha fazla taraftar gelebilirdi. Bu soğuk havada arada üç saatlik boşluk kimilerini caydırmış olabilirdi. Bizim taraftarların olduğu file arkasında Kocaeli GFB pankartı vardı, yan taraflarında ise Grup İzmir'li Tolga ağabeyin iki güzel çalışması biraz ortamı süslemişti. Onlarda sekiz dokuz kişi bu pankartların arkasında oturarak, tezahürat eden kitlenin biraz uzağında yan bloktan maçı takip ediyorlardı, zaman zaman servislerde alkış temposu yaptıkları oldu.

Maç anonsları yapılırken on kişilik karşıkalı taraftar topluluğu da parmaklıkların oraya gelip takımlarını alkışlamaya başladılar, zaten güç farkının olduğu maçta böylesine gençlerle dolu bir kadroyla ne kadar direnebileceklerinin farkındaydılar. Rakip köklü bir kulüp takımı olduğu halde, ligten çekilme aşamasına gelip son anda izka inşaat yardımıyla mücadeleye koyulmuş, genç takım oyuncularıyla dolu bir ekipti.

Oyuncular sahaya alkışlarla dizilip, yedekler de bizim önümüze geliverdiler. Nihan'ın hediye ettiği formayı giyen Tolga ona seslenip gösterdi, o da dönüp çok yakışmış dedi. Neden maç sonralarında sürekli ona tezahürat ettiğin anlaşıldı dedim, zaten erkek takımının maçlarında pek gözükmez ama bayanlar maçlarında hep ön plandadır. Bu maç FBD'liler den çok fazla kişi yoktu, farklı yerlere dağılmış maç izleyenler vardı ama bir kısmı dernek lokallerinde içerek akşamki futbol maçı öncesinde zaman öldürüyorlarmış.

Maç başladı, bir süre bizim tezahürat eden 30 kişilik kitle ön kısma doğru toplanıp tezahüratlar ediyordu. İkinci setten sonra 10 kişi kadar ise diğerlerinden daha yukarı, en üste duvarın dibine çökerek oradan tezahürat etmeye koyuldular. Maçın daha ilk setteki gidişatı çok zevksizdi, servisleri karşılamada hatalar yapıp çökmeleri üzerine, uzun seriler yapıverdik, arada bir tek tük sayılar buluyorlardı. Yahu şu tribündeki karşıyakalı sayısı kadar sayı alabilecekler mi acaba diye geyik yapıyorduk.

Önümüzde dikilen İpek uzun boyuyla biraz görüş açımızı kapatıyordu, şşt İpek biraz sağa kaysana, valla sinemada falan senin arkana düşmemek lazım diye takılıyorduk. Köşedekilerin arasına gelen Eda'ya Edişş çizginin dışında duruyorsun, gir içeri bakalım bozma düzeni dememizle, yere bakıverdi. Böyle seslenmeleri oyuncular duyuyordu, gülümsüyorlardı ama hiçbir şekilde sahadan gözlerini ayırmıyor, arkaya dönüp cevap falan vermiyorlardı. Maç kolay da olsa, haklı olarak konsantrasyonlarını yüksek tutmaları yanısıra, Ze Roberto'dan çekiniyor da olabilirlerdi, zaten az oynama şansı bulan bazı oyuncular bir fırsat kolluyorlardı. Ellerindeki lastik ile kollarını uzata uzata gerinmekteydiler. Bir ara bizim köşeye doğru seken topa yedekler arasındaki Nihan atlayacakmış gibi refleks gösterdi, sonra oyunda olmadığını hatırlayıp durdu, kızlar kendi aralarında gülüşüyorlardı.

Köşeden alınan ace sayıları hep birlikte alkışlıyorlardı, kenara gelenlere de biz bravo diye alkış tutuyorduk. Zaman zaman tribünden yükselen tezahüratlara kulak verip tempoya göre alkış yapıyorlardı, sayı alan arkadaşlarına sesleniyorlardı. Az bir sayı alabilen karşıyakanın taraftarları da bir süre sessiz halde parmaklıkların oraya dayanarak dökülen takımlarını izliyorlardı. Birkaç sayı alınca tezahürat ediverdiler, saha değişimiyle gelen oyuncularını alkışladılar.

Bizim taraftarların söylemekte olduğu yeni bir beste duyuluyordu, hoşumuza gitti, içinde ölüm,koymak,gs bjk vs geçmeyen nadir şeylerden biri gibiydi. Kanaryaaa Kanaryaaa, sen göster mücadele, boyun eğme kimseye, kupayı kaldıralım - gökleree... diye kısa bir dörtlüktü. Aslında buna bir dörtlük daha eklense daha iyi olmaz mı dedim, mesela devamında benzer melodiyle;
Kanaryaaa Kanaryaaa, stadlarda salonlarda, basketbolda voleybolda, bu taraftar hep seninle Fenerbahçeee... gibi birşeyler

İlk setin ortalarında önümüzden geçip reklam panosu arkasındaki yerine giden Fenerbahçe tv muhabiri Aslı Duru sonra bizi farkedip yanımıza geldi. Selamlaşıp, çok heyecanlı bir maç oluyor takip etmekle uğraşıyorum diye elindeki telefonla uğraştığının ironisine vurdu işi. Diğerleri onunla muhabbetleri bol olduğundan biraz daha geyik yaparken, ben de Nati ile ilgili durum nedir diye sordum.
"Aslında ciddi birşeyi yok, idmanlarda herkes gibi çalışabiliyor. Sezona erken başlayıp yüklenmeler olunca bir süre sonra omuzunda ağrıları artmaya başladı, tabii bunda yaşının ilerlemesi de bir etken, artık bu tip durumlar doğal olarak bu yaşta voleybolcularda yaşanabiliyor, lig maçları kolay olunca koç onu dinlendirerek zorlamadan kullanmayı planlıyor, aslında geçen sene de bu tip ağrıları artmıştı ama o zaman kadro genişliği maç yoğunluğu onu fazla dinlendirmeye fırsat bırakmıyordu, o ağrılarla oynamaya alışmıştı şimdi ise zor maçlar olmadığı sürece dinlenebiliyor" dedi.
Erkek takımı ile ilgili de biraz bilgi kurcalayacakken başka yerde gördüğü bir muhabir arkadaşının yanına gidiverdi.

İkinci sette önümüzde duran yedek karşıyaka oyuncuları çocuk gibiydi, takımlarında liberoları biraz defansıyla sivriliverdi, bizim oyuncular ise etkili servis ile karşı tarafı bozup, rahat bir şekilde aktif bloklarla sayıları almaya devam etti. Bizim oradan geçen Metin Timur ile çektiği fotoğraflar hakkında konuştuk, her maç tribünleri gösteren üç dört kare çektiğini söyledi, zaten resmi sitede başka yerde falan taraftar resmi, ortamı renklendiren pankartları vs. göremiyoruz, sen böyle her maç birkaç tane çekersen güzel olur dedik. O sırada sayı alan karşıyaka taraftarları da aşağıya seslenip "sayı aldık sayı aldık çek çek bizi de çek" diye poz verdiler.

Bu set biraz daha fazla sayı almışlardı, bir ara bursaspora tezahürat ettiler, bir ara da karagümrük diye bağırdılar, kardeşlikleri mi vardır bilmediğimden garip geldi. Uzun süre tezahürat etmezlerken sonunda bizim taraftarın söylediği seni sevmek deli gibi yürek ister... melodisinin sonuna kontra yapıp kaf sin kaf diye birkaç kere bağırarak suskunlukları bozuldu. Yukarıya yahu kontra yapacağınıza biraz sizde birşeyler söyleyin bari dedik.

Salon büyük olunca oluşan dağınıklıkta bizim az sayıdaki tezahüratçı kitlenin üst katta iki üç parça halinde durması garip gözüküyordu, böyle zayıf az seyircili maç ortamlarında herkesin benimseyeceği alışacağı bir alt kat konumuna toplanmak daha zevkli olabilirdi, aynen diğer salonda olduğu gibi oturduğumuz yerden tezahüratlarla geçebileceğimiz bir sürü maç olur. Ama 25-30 kişi üst katta dururken, salonun çeşitli yerlerine dağılmış bizim gibilerinin sık sık tezahürata katılması mümkün olmuyor, arada bir yüksek sesle yirmi saniye bağırıp etrafın sessizliğine uyar oluyorsunuz. Alkış tempoları eşliğinde set sayısı beklerken, çoğunlukla olduğu gibi sayı gelmedi.

Futbol maçına gitmeden önce salona uğrayanlardan bazıları da son set öncesi bizim olduğumuz kısıma geliverince gördükleri skorlarla bu nasıl maç dediler. Ardından beşiktaş-bursa maçının skoru kaç kaç,çıkan olaylar,ölü yaralı sohbetleri ortalığı sarıverdi, bir süre maçtan koptuk. Sol tarafımıza bizden sonraki maçta özel güvenlik olarak çalışacak görevliler toplanmıştı, biraz uzakta gs eşofmanlı genç takım oyuncuları toplu halde bizim maçı izliyordu. Saat 17.30'da galatasaray ile vakıfbank maçı vardı, önümüzden geçip tribündeki yakınlarının yanına giden vakıfbank ikizlerinden birinin hangisi olduğunu anlayamamıştık.

Bizim oyuncular tekrar saha değişimiyle önümüzdeki yerlerini aldılar, Chris ve Kasia'da kenara gelince, Kasii diye seslenenlere yahu adı Kaşa diye okunmuyor mu falan diye bir ihtilaf oldu. Neyse bir ara servise gelen Sokolova'ya "davay Luba!" diye bağırıverdim, etraftakiler de güldü, meğersem maç sonu gördüm ki arkamızda oturan iki kişi Sokolova ile Rusça konuşuyorlardı, arkadaş veya ailesinden birileriydi herhalde. Zaten Rusça bildiğim nadir kelimelerden biri tatil yörelerinde sık duyulan davay (haydi).

Son set kötü oynuyorduk, karşıyaka oyuncular iki set boyunca yapamadıklarını nihayet yapmaya başladılar,teknik molalara önde giriverdiler, karşıyakalı taraftarlarda tezahüratlar ediyorlardı, bizim oyuncuların servisleri sırasında bozmaya çalışıyorlardı. Sağımda oturan FBD'li Ayhan ağabey, -mola sırasında ısınmaya çıkan oyuncularımızdan Zülfiye'ye- Zülfü diye laf mı attılar diye onlara celallenmek için bir kıvılcım arıyordu. Bu arada diğer salonda maçı biten Merve Tanıl ailesi ile birlikte gelip karşıyaka taraftarlarının altındaki katta maça bakıyordu, arkadaşlarına el sallıyordu.

Skor bu set başabaş giderken, hala oyuna girdiğini göremediğimiz yada laf arasında farkedemediğimiz birkaç oyuncu vardı. Ergül birkaç defa oyuna girip çıkmıştı ama Zülfiye ile İpek pek sahada görünmemişti. İlk iki set boyu biraz da onlar oynasa diye bekliyorduk ama koç fazla fırsat tanımamıştı. Son set İpek üstündeki eşofmanı çıkarıp artık sahaya girmek için bir işaret bekler olmuştu, belli ki oynamak istiyordu, tam hocadan işaret geldi zannedip hareketleniyorken Ergül'ün çağırıldığını farkedince canı sıkılıp köşeye döndü. Bir süre sonra oturmakta olan Kamil hocaya işaret yapıp, hocaya söylemesini istediğini farkettim, o da tamam unutmadım bekle biraz gibisinden kafasını sallayıp cevapladı, ama koç Ze Roberto ayakta bir sağa bir sola gidip bu sette iyi oynamayan oyunculara birşeyler söylüyordu.

Hata yapan kaptana boşver Kaptan diye bağırdık, köşeye gelirse alkışlayalım dedik ama koltukta oturuverdi. Kenardaki oyuncular da sürekli pozitif olmaya çalışıp, sahadakilere sesleniyorlardı. Aynen Yağmur oyuna girerken olduğu gibi nihayet İpek çağırılınca da; biz alkışlamaya başladık, haydi İpek göster kendini diyerek yolladık. Gerçi İpek kısa sürede fazla birşey yapamadı, ilk attığı servisi dışarı yolladı tekrar kenara geldi,oyuna girdi yaptığı tek hücum bloklandı falan biraz suratı düştü.. Zülfiye ise maç boyu köşede en fazla ısınma hareketleri yapan oyuncuydu ama oynadığını hiç görmedim. Zülfiye ile İpek az daha oynayabilselerdi güzel olurdu. Yağmur ise bulduğu fırsata göre biraz daha verimli olup sayılar alınca bol bol alkışlarımızı topladı.

Belki set alırız düşüncesine gelen karşıyakalı onlu gaza gelip kafsinkaf çeke çeke ikinci teknik molaya girdiler. Ardından biraz takımı ittirmek lazım haydi kızlar toparlayıp kopartın artık diye bağırdık. Bizim taraftarlarda haydi Fener haydi tam zamanı şimdi diye bağırıyordu. Tekrar ciddiyeti ele alıp öne geçen bizim kızların maçı bitirişini alkış tempoları arasında yaptık. Her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırıldığını duymadım, file arkasındakiler takımı çağırmaya başladı.

Bizim olduğumuz kısımdaki FBD'liler de, hala yakınımızda duran takımı çağıralım dediyse de, yahu maç boyu file arkasındakiler tezahürat etti, onların hakkıdır ayıp olmasın dedim. Birbirleriyle tebrikleşen oyuncular iki yana yöneldi. Rakip oyuncular da kendi taraftarlarınca çağırılıyordu, tribündekilerden daha fazlası sahada olunca karşılıklı yaptıkları kafsinkaf ilginç oldu, önce tribündeki on kişi, sonra da oyuncular kafsinkaf çekip birbirlerini alkışladılar.

Bizim oyuncular ise ilk başta karşı sahaya hareketlenmeden uzaktan alkış tutmuşlardı,salondakiler de onları alkışladı ama file arkasındakiler biraz daha ısrarcı olunca, oraya yaklaşıp Sarı-Lacivert çektiler. Bizim oyuncular tekrar geriye dönerken bu arada salonda ufak bir gerginlik oluverdi. Sanırım üstteki karşıyakalılardan biri Eda'ya laf atmıştı, gerçi tam duymadım ne dediğini ama bunun üzerine sinirlenen birkaç kişi oraya doğru sen kime diyorsun, maç bitti efendi olun germeyin ortamı falan diye sesleniyordu. Oradan bu tavırlara sinirlenen kafkaflılardan biri de siz ne diyorsunuz birşey mi yaptık, asıl siz bahaneyle geriyorsunuz ortalığı diye bağırmaya başladı. Biz de aşağıdan sen yanındakine bak, sen demediysen oradan biri dedi, sizin takımda Eda mı var ki, kime bağırıyordun öyle, önce kendi arkadaşlarınla konuşta böyle bilmeden sesini çıkarma dedik. Yapmayın böyle şeyler, gerek yok diye yukarıdaki kafkaflılara seslenirken, onlar da kendi aralarında hatalarını bilip o cengaveri sakinleştiriverdiler.

Hafiften yaşanan gerginlikle yükselen sesler oyuncuları da şaşırtmıştı, ne oluyor diye bakıyorlardı, bize doğru yaklaşan kulübün güvenlik sorumlularına da tamam problem yok, onların ettiği bir halttan sesler yükseldi başka birşey olmadı diye meseleyi anlattık. Bizim oyuncular aileleri ile arkadaşları ile o köşede toplanmıştı, Lyuba iki Rusla hemen dibimizde konuşurken, Nati ve Marcus az ileride gözüktü. Natii diye seslendik, nasıl olduğunu sordum, omuzdan problem var mı,haftaya oynar mısın diye sorunca, iyiyim, problem yok dedi. Marcus gene etrafta çocuklarla koşturuyordu, bu sefer birkaç tane daha hiperaktif çocuk ortalıktaydı. Nati'yle selamı alan herkes montlarını giyip derneklerine yol almaya gittiler.

Maçta oynamayan diğer bir oyuncumuz Seda ise bench arkasında en öne yığılan taraftarlardan bazı ufaklıklarla resimler çektirdi. Çiğdem kaptan uzun bir süredir diğer takımdaki gençlerden biriyle konuşuyordu, sonra Merve Tanıl ile eski takım arkadaşları hasret giderdi. Bizim taraftarların bazısı oyuncularla resim çektirebilir miyiz acaba diye çekinceyle orada duruyordu.

Sahaya diğer maçı oynayacaklardan kimse çıkmamıştı, federasyon görevlisi gelip haydi Fenerbahçeli arkadaşlar sizin çıkmanızı bekliyoruz, rakip taraftarlar alınmaya başlanacak deyince, niye ki biz o maçı da izlemek istiyorsak duramaz mıyız, dışarda kaç kişi var ki dedim. Şimdi fazla kimse yok, 10-15 kişi var, böyle sarı lacivert giyenlerin içeride toplu halde durmalarına izin veremeyiz dedi. Zaten stada gideceğimden durup bu maça bakamazdım, saat olarak uygun olmuyordu ama maça gelmeyecek olan arkadaşlardan birkaçı izlemek için kaldılar.

Diğer bir arkadaş dışarıda oyuncular artık nereden çıkıyor diye merak edince, bir etrafa bakınalım dedik, salon çok genişti rastgele farklı yerlerden arabalarıyla aileleriyle falan çıkıyorlar herhalde dedim. Salon ve Volley otel altındaki otoparka bakıp, otopark ücretini sordum, sekiz lira dediler, herhangi bir süre tarifesi yoktu. Fenerbahçe tv muhabir ekibi Kıvanç ve Aslı Duru ise araçlarını karşıdaki boş arazi otoparka bırakmıştı, oraya gidiyorlardı.

Hava çok soğuktu, daha fazla etrafta durulacak gibi değildi, eve gidip yemek yedikten sonra daha kalın birşeyler giyip stada gideyim dedim. Biz ana yola doğru çıkıyorken, Zülfiye'nin seyirci kapısından çıktığını gördük, kapı önünde bekleyen arkadaşlarına biraz can sıkıntısıyla bugün oynayamadım diyordu.

Hiç yorum yok: