14 Aralık 2010 Salı
Fenerbahçe Acıbadem - Dinamo Moskova 3-0 (Salondan İzlenimler)
Rusya'da üzerimize çöken moral bozukluğunun üstünden bir hafta bile geçmemişken, sadece dört gün sonra Dinamo Moskova'yı kendi evinde rövanş duygularıyla ağırlayan Sarı Meleklerimiz; ilk maç onların bize ilettiği "biz sizden daha güçlüyüz" mesajını karşı tarafa iadeli taahhütlü olarak, 4000 civarı taraftarı önünde elden teslim ediverdi.
İlk maçta gördüğümüz oyun, sergilenen mücadele elbette herkesi endişelendirmişti. Hataların çok olduğu bir akşamda kötü bir mağlubiyet alıvermiştik ve taraftarlar kendi aralarında huzursuz tartışmalara boğulmuştu. Halbuki bu takımın ve koçunun daha zamana ihtiyacı olduğu belliydi ve bir kötü sonuç yüzünden bir çürük meyve için koca ağacı kökünden budamamak gerektiğini sabırsız kitleye anlatmak çok zordu. Şimdi ise alınan bu güzel galibiyetle bir çiçek açtı diye bahar geldi havasına da bürünmemek gerekir, takımın temel kadrosu bir arada oynayınca ne kadar verimli olabileceğini gösteriyor ama tüm kadronun belli bir istikrara ve uyuma kavuşması için biraz daha zaman tanımamız lazım.
Salona giderken kuru hava aniden değişmişti, yağmur desen yağmur değil, kar desen kar değil öyle bir yağış şiddetini artırıyordu. Son Dinamo maçının skoru üstüne futbol takımının istikrarlı demoralizasyonu, kötü havalar, maçın pazartesi oynandığından bihaber olanlar falan gibi bahanelerle çok büyük bir kalabalık olmayacağını tahmin ediyordum. Ama en azından salonda üç dört bin kişi olur diye düşünmüştüm, zaten mesele zor gününde takımın yanında olup onlarla beraber ayakta kalmaktı.
Işıkların orada karşılaştığım gençlerle salona doğru yokuştan iniverdim, dışarda duran bazıları sigara içerek beklerken ben direkt içeri yöneliverdim. Aslında dışarıda bekleyeceklerine sahaya yakın bir yerlerde yer tutsalardı daha mantıklı olurdu, böyle önemli bir maçta gidip üst katta az kişi olursa ne yapılabilir ki diye düşündüm, ama gene herkes bildiğini okudu, zaten içeride saygıdeğer seyircilerimiz maraton alt kısımlarını çoktan doldurmaya başlamıştı bile. Girişte dağıtılan maç kitapçığını alıp koridordan etrafa bakınmaya başladım, yolda olup gelecek olan arkadaşları bekliyordum. Takım oyuncuları dağınık gruplar halinde koridordan çıkmaya başlayınca alkışlar başladı, bu arada bende protokol tarafındaki koridordan göz atıverdim ki file arkasında alt katta Jan de Brandt'ın parmaklıkların oradan takımın teknik ekibinden Mert ve Turgay ile konuştuğunu gördüm. Tanıdıkları, arkadaşları onunla selamlaşıp kısa bir sohbetle ayrılıyordu. Sahaya çıkan bizim oyuncular da onunla selamlaşıyordu, özellikle Nati onu gördüğü gibi tribüne yaklaşıp sarılıverdi.
Ben de tekrar o tarafa gidip koç ile selamlaşayım dedim, Mert ve Turgay ile konuşmasının bitmesini bekledim, koltuğuna arkadaşlarının yanına dönerken görünce koç nasılsınız dedim, oo iyiyim sen nasılsın diyerek el sıkıştık ayaküstü kısa bir hoşgeldiniz falandan sonra yerine oturuverecekti ama takımın idari işler sorumlusu da onu görüp tribüne yaklaşmıştı, gene parmaklıkların oradan eğilerek bir süre onunla konuşuverdi, bu arada sahaya giren birkaç oyuncu daha koça elleriyle çak yaptı, bir kaçı uzaktan el sallıyordu. Nati ısınmalar sırasında da koça doğru zaman zaman el sallıyor,öpücük yolluyordu, çok neşeli görünüyordu.
Ben bir süre daha koridorda bekledim, karşı taraftaki taraftar tribününe bakınca duvarın dibinde oturan beş altı kişi ile biraz önlerinde oturan üç dört kişi hariç kimse yoktu, pankart falan da yoktu. Etrafa bakınıyordum tribünden tanıdıkları görsem bu maç orada değilde sahaya daha yakın bir yerlerde olmamız gerektiğini söyleyecektim ama kimseye rastlamadım. Zaten sonra tekrar yerine dönen Jan de Brandt'ın arkasına geçip onunla uzun bir süre sohbet ediverdim, koçun solunda oturan bir taraftarımız daha sohbete katılıyordu, takımların anons edildiği zamana kadar orada bir sürü şeyden konuşuverdik. Dışarıdan gelen iki arkadaşta yanımıza oturmuşlardı, sonra biz maç başlamadan koça sonra görüşmek üzere deyip tribüne geçiverdik.
Sohbete dalmışken salonda yavaştan doluyordu, karşı tarafta taraftar tribününde büyük boşluk varken, diğer kısımlar doluluk bakımından iyi sayılırdı ve bu kadar az kişi neden oraya yerleşirler anlayamıyordum. Uzaktan bakınca hiç tanıdık yüzleri göremiyordum, biz en iyisi maraton tribünü altlarında bir yer varsa geçelim diyerek üç kişi sağ taraflarda bir yere oturuverdik. Takım kadroları anons ediliyordu, alkışlar yükseliverdi, Nati bu sefer ilk altıda sahada başladığından, bu maçın çok daha farklı geçeceğini konuştuk. Maç başlarken etraftaki seyircilerin profilini inceleyiverdim; gençler,yaşlılar,ailece gelenler çok karışıktı, bu takımın böyle yediden yetmişe hitap edebilmesi çok hoştu. Ortalarda bir yaşlı amca elindeki bayrağı sallıyordu, tabii maç başladıktan sonra baktım ki etrafta kimse bu yaşlı amca kadar bile çaba sarfetmeyip,oyunu izliyordu.
Maçın başlamasıyla yanımdaki arkadaş Dinamo'nun servisini yuhalayınca, önümüzdekiler bir bize dönüverdi, sonra bizim oyuncular defansla topu çıkarınca alkış tutmamızdan da rahatsız olduklarını hissettim. Yahu Rusların salonunda bile buradakilerden daha iyi atmosfer vardı, bu nasıl iş maç sessiz sessiz başlamıştı. File arkası tribünden yükselen cılız bizim için saldır Fenerbahçe sesine katılıp bir iki kere bağırdık, etraftakiler irkilip bakışlarını dikince tamam dedim burası elit voleybol seyircisinin mekanı buralarda çok rahatsızlık veriyoruz anlaşılan, ama iş sayı almaya gelince etraftaki herkes alkışlıyordu (neyseki maçın ilerleyen sürecinde oyunla beraber ortam biraz daha canlanıp Rusların salonundan daha iyi kıvama geldi). Tam o sırada telefonum çaldı, taraftar tribünündeki bir arkadaş yeni geldiğini nerede olduğumuzu sordu, burada çok az kişi var bari buraya gelin demesiyle tamam bari orada ne yapacaksak rahat rahat yaparız deyip yerimizden ayrıldık. Biz giderken önümdekilerin oh be gittiler dediklerini duydum, bence bu kitlenin çıkıp üst katlardan maç izlemesi bizim ise sahaya daha yakın etki edebileceğimiz yerlerde olmamız gerekir ama ne yapalım ki güzide seyircilerimizin keyfi bozulmasın, güzel yerlerden maçları izlesinler, kulübün taraftar profiline karşı olan genel mantalitesi yıllar içinde heryere sindiğinden bizim duyarlılıklarımıza bir yakınlaşma göstermelerini bekleyemiyoruz.
Henüz maç başlayalı dört beş sayı olmuştu ki,biz file arkası üst kata çıkıverdik. Tribüne çıkarken sahadaki gidip gelen ralliyi kaçırmamak için bir süre durakladık. Sonra sayıyı kazandığımızı görüp, üstte asılı olan Group İzmir'li Tolga ağabeyin güzel pankartlarından birinin altından geçip hemen merdivenden tribüne çıkıverdik. Orada etrafa bakınca nasıl oldu da böyle önemli bir maça bu kadar az taraftar geldiğine hayret ettik, salona gelmeyenler bu takıma ayıp ettiler, salona gelipte tribüne çıkmayanlar kendilerine ayıp ettiler, tribüne gelipte sağda solda oturarak hiçbirşey yapmayanlar ise bize ayıp ettiler. Ne dertleri vardı bilmiyorum ama salonlarda sık sık gördüğüm birkaç genç sol tarafta oturarak maç izliyorlardı, daha sonra bir mola sırasında yanlarına gidip hayırdır hasta falan mısınız, sonra eve gidince forumlarınıza falan şöyle destekledik böyle kazandık falan diye yazmayın diye çıkışıverdim.
Biz oraya geçtikten kısa süre sonra dışarda olan FBD'lilerden birkaç kişi daha anca yetişip geldi, GFB'li gençlerden de sanırım dışarda beleş giriş için bekleyenler vardı ki onların başındaki Ercan herhalde dışarıda onlarla ilgilendiğinden bir süre sonra gözüküverdi. Beş lira için salona yakın yerlerde oturup gelmeyenler olması da ayrı bir mesele. (Tabii bu noktada içeri alınmayan pankartlardan dolayı bir sıkıntıları olduğundan haberim yoktu) Salon müdavimi tanıdıklara ise neden erken gelenler buraya çıktınız ki, aşağıda yer tutsaydınız dedim ama zaten girdiğimizde dolmuştu oralar dediler.
Bir mola sırasında arkadakilerin yorulup oturduğunu görünce hızlı bir şekilde sayıverdim, tezahürat etmek için biraraya toplananlar yaklaşık 60-70 kişiydi, GFB'li gençler üstte duvarın dibine toplanmıştı, biz de aşağıda servis atanlara baskı kuralım maksadıyla sete yakın duruverdik. Salon geneline bakınca bence Bergamo maçında daha fazla kişi vardı gibi,bu sefer 4000 civarı olan rakam, grubun açılış maçında 5000civarı olsa gerekti, resmi rakamlarda Bergamo maçının neden daha az (3600) olduğunu ise anlamadım.
İlk teknik mola sonrası horto mogikoyu karşılıklı yapmadan melodisiyle uzun bir süre söylemekteydik, en kötü gününde dimdik ayaktaydık... gibi sözler sanki sahadaki takımı işaret ediyordu. Kötü yenilginin rövanşına gerçekten harikulade başlamışlardı ve sayı farkı gittikçe açılıyordu. Rus takımı oyuncuları aşağıya gelince onları yuhlamaya koyuluyorduk ama maraton tribününden katılan çok az bir kesimi hariç tutarsak, 15 kişi ile bozmaya uğraşıp sonra tezahürata dönmek kısa sürede yorucu olmaya başladı. Ama en azından orada kimse dikdik asık suratlarıyla bakıp insanın canını sıkmıyordu. Bir ara yeni bestelerden Kanaryaa Kanaryaa sen göster mücadele,boyun eğme kimseye,kupayı kaldıralım göklere.. söylendi
Zaten tezahüratlara da kimsenin bilip katıldığı yoktu, neden salonda kimsenin bilmediği ben seni kalbimde derinlere sakladım.... gibi besteleri uzun uzun söyleyip yorulduğumuzu anlamadım, değiştirelim diye yukarıdakilere işaret etmeye başladık.
He gerçi çok bilindik sık söylenen bizim için saldır Kanarya....hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada...dilimde şarkıların gündüz gece gibilerini de söyledikte ne oldu, maraton tarafı altta oturan doktor Kubilay ağabey gibi şevkle katılan tek tük insanlar göze çarpıyordu, gerisi alkış tutuyordu,. Neyse ki sahadaki oyun çok keyifli akıyordu, en azından moraller düzelmişti, iyi servislerle onları sıkıştırıp oyunlarını bozuyorduk, salondaki kitleninde en azından rallilerin sonundaki coşkusu ayaklanıp alkışlaması güzel oluyordu. Bu moralle maç boyu rallilerin çoğunu alan taraf olup onları iyice çökertiverdik. Aldıkları sayı uzun süre tek hanelerde takılı kaldı, yolladıkları servislerin Nihan tarafından bu sefer dikkatlice karşılanması yanısıra dışarı bıraktıklarının da gerçekten hepsinin dışarı gitmesi, bütün takımın defansta gösterdiği azami gayretle rakibin blokları aşıp rahat sayı bulmakta güçlük çekmesi... Açıkçası bugün herşey olumlu gidiyordu, rakip koç kötü oyuna müdahale ile değişikliklere gittiysede bir işe yaramadı, bütün salon set set set tempolarıyla seti bitiriverdik.
Bizim koçta setin sonlarına doğru yaptığı bir ikili değişiklik haricinde ideal kadrosunu kullanıp, iyi verim aldı. Saha değiştiren kızları alkışlayıverdik, ikinci sete Fenerbahçe sen çok yaşa sesleri eşliğinde giriverdik. Üstte duvar dibinde duranlar çok uzun bir süre kesmeden,değiştirmeden devam ederken, biz de bir yandan oyunu takip edip sayıyı alan oyunculara alkış tutuyor, defanstan çıkan topla bravo diye haydi kızlar falan diye bağırıp yukardan yükselen tezahürata katılıma dönüyorduk. Sol taraftaki blokta tek başına oturan Tufan Komiser bir ara bu taraftaki gençlere dönüp koltuklara çıkmasanıza lan diye bağırmaya başladı, sonra da tezahürat etsenize lan diye bir kere daha bağırdığını duydum, adamın bugün fazla yapacak işi olmayınca canı sıkılıyordu herhalde,çoban gibi gütecek koyunlarını arıyordu..
İlk set hatalı bir karar verdiğini düşünüp kısa bir süre uğraştığımız çizgi hakemi bu set bizim lehimize bir hata yapıverdi, aslında içeri düşen topa dışarı diye işaret yapınca,etraftaki herkes birbirine içeride değil miydi diye sormaya başladı, altı yedi kişi içeri düştüğünü gördüğünü söyleyince yanlış görmemişim dedim. Servise gelen Sokolova'ya davay Luba diye bağırınca başka Rusça birşey biliyor musun diye soranlar oldu, hani rakibi sinir etmek için birkaç kelime öğrenmek gerekirdi, topu bırak, dışarı,fileye gibi kelimelerin Rusçasını da bilseydik güzel olurdu. Ama anca Fofao servise gelince bol bol Portekizce İspanyolca motivasyon kelimeleri sallayabildim, ama sahaya uzak kalıp bağırdıkça daha az sesim çıktığını farkettim, yahu ufak salonda ne kolaydı bu işler dedik.
Bu sette başlangıçta skor başabaş gidiyor gözüküyordu, bir süre daha uzakta kalsakta rakibin servislerini yuhalamaya uğraştık, halbuki oraya yakın olanların uğraşması daha doğru olurdu, acaba karşı tarafa geçsek mi diyenler oldu. Neyse sonra kendi servislerimizi özellikle Kasia ve Eda ile doğru adreslere yönlendirip oyun kontrolünü elimizde tutmaya devam ettik, farkta yavaştan açıldı. Karşı tarafta Oksana ilk maçtaki performansından uzak görünüyordu oyundan alındı, hemen aşağımızda oturan Dinamo istatistikçisi Onat Kurt olumsuz şekilde kafasını sallıyordu, nişanlısı olduğunu yanımdakilere anlatıyordum. Bir mola sonrası takımlar henüz sahaya yerleşmeden önce Nati tek başına servis için yerine geliyordu, bizde ayaklanıp haydi Nati diye onu alkışlıyorduk,topu sektire sektire gelirken yukarı bakıp göz kırptı.
Sensiz hayat bir işkence tezahüratını yapıyorduk ama melodisine katılımda yoktu pek bir zevki çıkmıyordu. Üstteki gençler toplu halde "yan taraf noluyor,biraz sizde canlanın" diye onlara ayar çekip, yan taraf diye oraya sesleniverdik. Ben sensiz hayat bestesi yapılacak zannederken, karşılıklı olarak bir süre Fenerbahçem benim,biricik sevgilim... yapıldı. Alkışlarla alınan bir sayı ile tempolu söyleyerek bitirirken, sahada muhteşem bir ralli oluyordu, Kasia manşetten arkaya seken topu kovalayıp uçarak havalandırdı, onunla beraber bütün takımda geriye koşmuştu, o topun çıkartılacağını hissedip ona güvenle koşmaları muazzamdı. Bizde bravo diyerek salondakilerle beraber alkış tutarak, yerleş,defans,blok, haydi gibi haykırışlar eşliğinde gidip gelen rallinin bizim lehimize sonuçlanışını izledik, salondaki coşku muazzamdı. Ama o an bundan beslenecek bir tezahürat girilemedi, bizim için saldır Fenerbahçe diye bağırdıysakta kimse katılmadı.
Milyonlarca tezahüratını girmek için yan taraftakiler ayağa davet edildi, tamam ayaklandılar ama tezahürat yapılırken yan tarafa bakıyorum kimse bağırmıyor, bu nasıl iştir bir kere ayaklanıp buna bile bütün tribün toplu halde coşkuyla katılamıyorlar, bunu da mı bilmiyorlar çözemedim. Neyse sonra Fe-ner-bah-çe tezahürat tempolarına biraz alkış tuttular diye teselli oldu. Yanımdaki arkadaş set bitince armanın gururu Sarı Melekler diye bağıralım dedi, yok dedim setler bitince gelenek her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırmaktır ama bu üstteki gençler bazen geleneği bozuyor, senin dediğini maç biterken söyleriz dedim. Gene set sonuna doğru alıştığımız değişiklikleri gördük, bu sefer rakip takımda aynısını yapıyordu, bizim taraftar set set diye boş yere tempo tutuyordu. Yahu bir bekleyin hakem işaret versin öyle yapalım dediysemde senkron bozulmuştu, sonra Eda oooo diye beklentiler eşliğinde hep set sonlarında yaptığı gibi servis hatası yaptı. Neyse sonrasında set biter bitmez her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırıp, kızları alkışladık, oturup dinlenmeye başladık.
Kendi aramızda böyle az kişi olunduğunda bu üst tribünde olmanın bir faydası olmadığını boşu boşuna kendimizi yorduğumuzu konuşuyorduk. Sonra gene ayaklanıp aşağıdan servis atan Ruslara ilgimizi yönelttik. Arkadan ağabeyler İtalyanca falan bilmiyor musun şu Gioli'ye birşeyler söylesene diyordu, bilmiyorum dedim ama İspanyolca-İtalyanca aynı kökenden diller olunca belki benzer kelimeler olur diye başladım saydırmaya. Kötü oyunla iyice suratı düşmüş halde olan Gioli'ye diğerleri şşt şşt Gioli ne oldii diye işaretlerle seslenirken ben de La Fea,tonta,que capulla eres... diye laf atıp durdum, arada bir servise gelen Carolina Costagrande'yi de boş geçmedik. Bir ara tezahüratlardan kopup senkronu sağlayamayınca yukarıdaki gençler; ya abiler biraz da buraya bakın kulak verin diye sesleniverdiler.
Fofao'nun ustaca pas dağılımında, Nati'nin de sahada olmasının takıma kazandırdığı dengeli defans-hücum üstünlüğü son sette de skora yansımaya devam etti. Tribünde gene horto mogiko söyleniyordu, herhalde bugün maça gelen gençler içinde bunu söylemeyi seven çok kişi vardı. Mola sırasında yanımdaki arkadaşa bunun orjinalinde bildiğim kadarıyla pao taraftarının eroin sen bizim herşeyimizsin,pao sen bizim eroinimizsin,damarlarımızdaki uyuşturucusun falan gibi birşeyler söylediklerini duymuştum diye anlattım.
İlerleyen sürede oyun rahat gidiyordu, tribündeki az sayıdaki kitlede melodilerle zaman geçiriyordu ama aşağıda servis atan Oksana huzurumuzu bozdu. Onun attığı servisler sanki fileye takılacakmış gibi gidip,bir anda içeriye iniyordu, bir sayı iki sayı derken yaaa ıslık uğultu yapmak lazım şunun servisinden kurtulursak maç biter dedik, yan taraftakilere haydi baskı diye işaret ediyorduk. Oksana alınan molaya rağmen dört beş sayılık bir seri yapıverdi, zaten maç boyu sahada olduğunu farkettirdiği tek an buydu, gerisinde vasat bir oyun sergilemişti. En sonunda serisini bir tek ayak hücumuyla bitirip rahatladık, üstlerden yükselen beste geçen sene Final Four dönüşü söylenen bir şarkıydı, Türkiye'yi ayağa kaldırdınız, hepinize çok teşekkürler , sizi ölesiye sevdi bu kalpler, gururumuz Sarı Melekler...
Tabii bu şarkıyı tam bilmeyince söylemekte zor oldu,uzun bir süre ısrar ederek söyledilerse de, son sayılara doğru en iyisi bütün salonun katılacağı gibi söylemek diyerek , armanın gururu sarı melekler...sarı melekler ooo o diye tezahüratlara dönüverdik.
Maçın sonuna gelinirken üstteki gençler neden tekrar yan tarafla karşılıklı tezahürat yapma fikrine kapıldı anlamadım, son sayı maç sayısı için herkes ayaklanmışken yan tarafa seslenip tekrar yarım ağızlı bir Fenerbahçem benim biricik sevgilim yapıldı. Bu esnada maç sayısı da alınıp bütün salon takımı alkışlamaya başladı. Bir diğer anlamadığım şeyde takımın tribüne geleceğini bildikleri halde neden maç sayısı alındığı gibi, daha tebrikleşmelerini Fener çekmelerini falan beklemeden; ısrarla buraya Fenerbahçe buraya, Çiğdem takımı buraya getir seslenmelerine başlıyorlar. Diğer bir mesele de neden bir kısım yerinde dururken,bir kısım taraftar hemen setin oraya parmaklıklara hücum ediyor, olduğumuz yerden de güzel güzel Sarı diye bağırabiliyoruz, zaten yukarıdakilerde buna bozulup ya beyler neden oraya yığılıyorsunuz,ortası kabak gibi boş kaldı diyorlardı.
Çiğdem takımı buraya getir seslerini duyan kaptan hiç zaman kaybetmeden tebrikleşme faslı ardından masaya koşuverdi,imzasını attı, takım arkadaşlarının yanına gidip onları toparlayıp tribüne yöneldiler. Bu esnada röportaja takılan Eda arkadan yetişmeye çalışırken off kaçırdım ya diye hayıflanıyordu. Tribüne yaklaşan oyunculara doğru biz ooo diye senkron yaparken,Seda yanındaki Fofao'ya sarılıp Lacivert diyeceğini hatırlatıyordu, Fofao'nun ağzından i know i know dediğini okudum, Sarıı seslerine karşılık Lacivert geldi, şampiyon seslerine Fener diye bağırdılar ve alkışlar içinde tekrar Sarı Melekler ooo o diye tempo tutuverdik, biz helal olsun size bravo derken onlar dönüyordu, maraton tribünündekiler takımı çağırmaya başladı. Maç boyu tezahürat etmeye üşenen kitlenin oyuncularla Sarı-Lacivert yapışını izledik, bizim gibi Dinamo oyuncuları da aşağıdan onlara bakıyorlardı.
Sanırım genç kızlar takımının altyapı hocalarından olan bir bayan yukarıya bize bakıp, bugün çok azdınız neden böyle oldu diye sorguluyordu, sonra bize teşekkür edip sahada top toplayıcılık paspasçılık yapan kendi minik kızlarını toparlamaya gitti. Aşağıda Maya Poljak'ı görünce Mayaa what are you doing here,go home diye seslendim, gülüp sonra antrenmanları olduğunu işaret etti, zaten ardından vakıfbankın koçu ve birkaç oyuncusunu daha görüverdik. Aşağıdan giden rakip oyunculara gene laf atıyorduk, Gioli sert bir bakış attı,herkes güldü. Goncharova'ya gençlerin ilgisi büyüktü, ismini kısaltıp Gonca Gonca diye tezahürat ediyorlardı. Bu arada aşağıda Fofao'nun eşi olduğunu düşündüğüm adamı görüverdim. Brezilyalı bir voleybol bloggerdan öğrendiğim kadarıyla adı Joao Marcio idi. Ben de aşağıya doğru heeey Joao Marcio diye seslenince adam yukarı şaşkınlıkla baktı, tudo bem dememle gülüverdi, etraftakiler o kim yahu nereden tanıyorsun diyorlardı.
Salon boşalmaktayken, biz de kendi aramızda durum değerlendirmesi yapıyorduk ben kendi fikirlerimi söyledim,bu tribünde boşu boşuna uğraştığımızı, eğer bu kadar az kişi olduğumuzda sahaya takıma olumlu bir etki,rakibe baskı yapmak gerekiyorsa maraton tribününde olmamız gerektiğini söyledim, hatta gerekiyorsa idarecilerle bile konuşulmalıydı ki orada yerleşilmeliydi. Yoksa bu seyirci kitlesi maçı izlerken içlerinde olan aktif potansiyel kişilerde iyice pasifleşiyordu. Oradaki FBD'lilerle ve diğer arkadaşlarla 8-10 kişi beraber protokol tribünü tarafına doğru yöneldik. Salon amiri yada takım menajeri ile bir konuşma fırsatını kolluyorduk, saha içinde kalan oyuncular fotoğraf çektirmek isteyen taraftarlar falan hala etraftaydılar.
Jan de Brandt'ta saha içine inmiş,oyuncularla sonra Ze Roberto ile Mehmet Ali beyle falan konuşuyordu,en sonunda bizim yanımıza da geldi,herkesle selamlaşıverdi. Onat'ın ailesi olsa gerekki birileri tribünün sahaya yakın kısmından Onat ve gelinleri Oksana ile konuşuyorlardı. Sonra Onat Eda ile konuşurken o tarafa laf attık, Eda onunla konuşma,casus o dememize güldüler.
Mehmet Ali bey saha içinde herkesle tebrikleşip sohbet ediyordu, Ze Roberto'nun Carolina Costagrande'yi onunla tanıştırdığını gördüm, geleceğe yönelik bir samimiyet böylece atılmış olabilir. Nati'nin oğlu Marcus teknik ekiptekilerin üstüne atlayıp duruyordu. Mehmet Ali Bey saha içinden tribüne geçecek diye bizde merdivenleri boşalttık, yanımızdan geçerken saygıyla selamladık, tebrikleri kabul edip nasılsınız diyerek bizlere selam verdi ve ayrıldı.
Oradaki FBD'li Tolga; Violet abla bir şey konuşmak istiyoruz diye Violet Duca'ya seslenmeye başladı,tamam bir dakika dedi. Violet Duca salon amiri ve kulüp güvenlik amirleriyle başka birşey tartışıyordu,siz benim taraftarımla niye uğraşıyorsunuz ki,ne demek izin vermezsiniz diye birşeyler diyordu ama konu nedir anlamadım. (Daha sonra başkalarından öğrendiğime göre salona sokulmayan bazı pankartlar yüzünden tartışma olmuş,artık iyice saçmalayan emniyet ve kulüp güvenlikçileri keyiflerine göre pankartları sokmayınca sinirlenip içeri girmeyen bir grup taraftar olmuş,maç öncesindeki tribünde hissedilen tatsız ortam bundan da kaynaklanmış olabilir)
Bir süre daha onların tartışmasının bitip onun yanımıza gelmesini bekledik, ters yöne gidip çantasını aldı falan tekrar çağırınca sonunda menajerimiz lütfedip bizi dinledi. File arkası üst tribünde olmak istemediğimizi, eczacıbaşı maçlarında falan görüyoruz ki hakemin arkasındaki kısımda taraftar gruplarının yer aldığını eğer onlar geçebiliyorsa bizim de orada olmak istediğimiz,oranın sahaya etki açısından daha önemli olduğunu, mümkünse bir bant ile çevrilerek aktif taraftarlar için yer ayrılmasını yoksa erken gelen seyircilerin o tribünü doldurduğu falan çabucak anlatıldı. "Onlar öyle yapıyor ama çünkü dolu gözüksünde ceza almamak için,belli bir sayı gösteremezlerse para cezası var bu işin içinde. Ama bizim maçlarda yeterli sayıda ilgi oluyor, böyle şeylere gerek kalmıyor, hem sonra öyle güvenlik bantlarıyla yer ayırmak falan olabilir mi bilmiyorum, sonra sayı olarak ayrılan yerden çok daha kalabalık olursanız nasıl olacak falan , bakalım şimdi bir Katar'a gidelimde gelecek maça düşünürüz" mealinde cevaplar geldi, açıkçası ben daha fazla sıkıştırmazsak pek birşey yapacaklarını zannetmiyorum, öyleyse seyircilerimizin keyfini bozmamak lazım, bir iki maç sonra bizde oraya geçip seyircilik yapsak nasıl oluyormuş anlarız. Gerçi böyle kazanırken de ortamla ilgili eleştiriler boş oluyor zira benim bakış açım ile ne oradaki seyircinin nede idarecinin düşünceleri aynı olmayabilir. Hem baskette hem de voleybolda kötü bir maçı çevirebilecek reaksiyonları seyircilerden görebildiğimiz zaman bizim daha fazla endişelenmemize gerek olmaz.
Ardından sahada olan Jan de Brandt yanımıza gelince ayaküstü kısa eğlenceli bir sohbet döndü, oradan menajer olduğunu bildiğim bir yabancının yanına gidiverdi. Biz de ilerde duran oyuncumuzu farkedip, NAtiii you are the best diye bağırarak, ondan selamımızı alıp salondan ayrıldık. Nati'nin sağ omuzuna neredeyse iki litrelik buz torbasını sağlam bir şekilde bağlamışlardı. Tanıdık bir güvenlik görevlisi de hadi kardeşim artık çıkın yahu diye bize takılıyordu, bizde montlarımızı giyerek soğuk havaya döküldük. Askerlere iyi nöbetler dileyerek yola çıkıverdik, oradakilere erkekler maçına geliyor musunuz geçen maçta hiçbiriniz piyasada yoktunuz dedim. Ne yapalım Caferağa'da maçtaydık,nasıl yetişilirdi,hem geçen haftalarda üstüste üç maça gitmemişmiydik demeleri üzerine, ne var yani burada ki maç daha önemliydi,buradan sanki geçemezmiydiniz o tarafa dedim, hep kızların peşinde gidiyorsunuz iyice yalnız bıraktınız erkek takımını falan derken yol ayrımına gelmiştik, çarşamba görüşmek üzere diyerek dağıldık.
Not : Fotoğraf veya videolarını kullandığım kişilere teşekkürler.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder