12 Mart 2010 Cuma

Fenerbahçe - Odintsovo 3-0 Kerem'in Gözüyle Salondan İzlenimler.

[bayan+voleybol+biala(polonya)+maçı6.jpg]


Sezon başından beri hedeflediğimiz Şampiyonlar Ligi finali yolunda, takımımızın kendi sahasında kendi taraftarıyla oynayacağı son maç olduğu için büyük bir ilgi olacağını tahmin ederek salona normale göre daha erkenden gidiverdim. Bu akşam Fenerbahçe tarihindeki özel bir sayfaya açılacak son paragraf öncesindeydik, onun için Avrupa'da yükselen takımımızla uyumlu olsun diye arabamın arka camında duran The Rising Sun of Europe atkısını yanıma alayım demiştim, atkı bir senedir orada durduğundan güneş yüzünden biraz rengi solmuştu ama bu takımın ve oyuncuların yüzleri hiç solmaz umarım.

Bu soğuk İstanbul akşamında karşıdan karşıya geçmek için beklediğim ışıklarda gelen her dolmuşun tesisler girişinde yolcu indirdiğini, araçtan inenlerin salona giden merdivenlere yöneldiğini görüyordum. Maça daha 45 dakika kadar zaman vardı, salon dışı sakin ve boştu ama bu ufak salon artık bu maçta dolmayacakta ne zaman dolacak diye tanıdık birileriyle konuşarak içeri giriverdik. Girişteki görevli bilet alırken tanıyınca erkencisiniz bugün dedi, buradaki son maç artık tadını çıkartmaya geldik diye cevap verince, bu takımla hakettiniz dedi.
Gerçekten de bu sezon salona bir maç öncesi bu kadar erken girmişliğim olmamıştı, en son Ayazağa'daki ilaçcılarla maçımızda ısınmaları başından sonuna takip etmiştim.

Salona girince ilk göze çarpan bizim maçları takip ettiğimiz köşedeki koltuk bloğu üstünü kaplayan pankarttı, önlerden üç sıra falan boş kalacak şekilde serilmişti. Tribündeki ağabeyler birkaç hafta önceki ankaragücü voleybol maçında konuşulan uygulamayı yapmışlar. Ayakta tezahürat ederek izleyecek olanların olduğu bölüme bu durumu bilmeden erkenden gelip oturan yaşlı taraftarlarımız biz ayaklandığımız zaman biraz sinirlenmişlerdi. Bu sefer böyle bir sıkıntı olmasın diye Feder'in elinde olan pankartlardan birini getirip o alanı kaplayıvermişler. Salondaki tek ilgi çekicilik bu değildi, ayrıca bu köşe kısımın set parmaklıklarında sarı lacivert balonlarla süslemeler yapılmıştı. Saat üç gibi gelen bazı ağabeyler balon şişirip, pankartları hazırlayıp yerleştirip, bu soğuk duvarlı salonun görselliğine biraz sıcaklık katmak istemişler. Ben girdiğim sıralarda hala etrafa birşeyler asmakla meşguldüler, balonunu patlatırım diye şakayla sataşıp kızdıranlarla eğleniyorlardı. Koltuklara serili duran pankartın arkasında ayakta dikilip muhabbet ettiğimizi gördüklerinde gelsenize bu boş olan yerlere, pankartı sizin gibi gelenler için koyduk zaten, sonradan gelenler arttıkça yukarı doğru katlarız diye bizi de çağırıverdiler.

Bir yandan final four muhabbeti, cannes karşısında ne yaparız, rakipler ne durumda falan diye zaman geçiriyorduk. Sahada iki takımda ısınmalarına devam ediyordu ve zaman ilerledikçe gelen taraftarlarla ana tribünün doluluğu artıyordu. Uzak file arkasında üç dört güvenlik görevlisinin en sağdaki bir blok boş kalacak şekilde yer tuttuğunu görünce hayret rakip taraftar mı gelecek yoksa diye düşündük. Buraya gelen 15 tane Çek Prostejov'lu hariç gelen taraftar olmamıştı. Bizim takımımızın ise yabancı oyuncularını da şaşırtacak şekilde gittiği her yerde az yada çok taraftar desteği oluyordu. Salon ilerleyen süreçte doldukça kapıdan girdiği gibi bizim bulunduğumuz tarafa yönelen seyircileri uyaranlar oluyordu, burası ayakta tezahürat eden taraftarların olduğu yer, rahatsız olmak istemezseniz file arkasına geçin diye kibarca uyarıyorduk. Kimisi bizde tezahürat ederiz deyip yerleşiyordu, kimisi ise peki deyip diğer taraflarda oturacak yer bakınmaya gidiyordu. Yeni gelen gençlerden birkaçını merdiven başına yerleştirip bu kısma gelenleri uyarmaya devam etmesi söylendi. Sayı arttıkça pankart katlana katlana daha üst koltuklara doğru itiliverdi. Tanıdık yüzler birikmeye başlamıştı, kimi taraftar gruplarından da yeni gelenler pankartlarını asmaktaydılar, Kubilay Ece ağabeyde pankartını yardım edenlerle birlikte en dibe asmıştı. Maça 15 dakika kadar bir zaman varken Mehmet Ali Aydınlar'da gelip protokolde yerini aldı, gelen yöneticilerle sohbet ediyorlardı, Violeta Duca bu günkü şık kıyafetleri içinde Mehmet Ali Beyin yanına gidip konuşuverdi. Oyuncular gayet keyifli bir vaziyette servis ve pas-smaç çalışmalarını yapmaktaydı. Zaman zaman sekip tribüne giden toplar oluyordu, balonlardan birine çarpıp patlatınca ortamda ne sesiydi şaşkınlığı oluverdi.

Hakemleri dar kıyafetleri içinde göbekleriyle görüverdiğimizde maşallah tosun gibiler,bu adamlar hiç kıpırdamadan maç yönetince böyle kilo alıyorlar herhalde diye konuşuyorduk. Maça az kalmıştı artık ama etrafta öyle bir hava vardı ki sanki maç 19.30 da falan gibi trafiği atlatıp gelebilenlerle salona girişler devam ediyordu, zaten ikinci sette falan dahi yetişebilen çok kişi vardı. Bir yandan müzik devam ediyor,bir yandan etrafımızda yerleşen hala ismini bile bilmediğim ama maçlara gide gele tanıdık olduğumuz kişilerle muhabbetler sürmekteydi. Bize yakın tarafta olan file arkası tribün neredeyse dolu gibiydi, karşı tarafa ise güvenlikçe ayrılan yere yerleşen 6 tane Rus vardı ama bunlar üstünde forma atkı falan olan taraftar tipli kişiler değilde, oyuncu tanıdıkları gibiydiler. Merdivenlere, üstlere birikmeler olunca, o taraftaki blokta bırakılan güvenlik boşluğu yarıya indirildi. Aslında bana kalsa hiç güvenliğe bile gerek olmasa da belki işgüzarlık belki de onların isteğiyle böyle önlemler alıverdiler. O dipteki yaklaşık 120 kişilik tribün blok üst yarısının taraftara açıldığını görünce hemen oralara yerleşmeye hareketlenenler oldu ve orası da doldu. Maç boyu tezahürat bile etmeyen 6-7 Rus için 40-50 kişilik koltuk boşa heba edildi.

Bizim tarafta ise artık boş yer pek kalmamıştı, bu yüzden yer tutmak için konulan pankart en üst koltuk sırasının arkasına doğru katlanıp bırakılmıştı. Ayakta izleyecek olanlar biraraya toplanıvermiştik. Oturur vaziyetteyken altlardan bir alkış temposu yapılmaktaydı,katılıverdik. Hakemde düdüğü çalıp ısınmaları sona erdirince yukarıda duran pankart elden ele geçirilip en alt sıraya doğru aktarılıverdi. Herkes ayaklanıverince coştursana bizi bu tribünlerde,şampiyonluk için saldır Fenerbahçe tezahüratı eşliğinde bu pankart aşağıdan yukarı doğru açılıverdi. Salona girdiğimde nazar boncuğunu görmüştüm, pankartıda hatırlıyordum ama tam ne yazdığını unutmuştum. Takımlar sahaya dizilirken bunu açıp bir coşkuyla tezahürat başladı. Salondaki alkış temposu arasında bizlerde zıplayaraktan pankartı dalgalandırma çabası ellerimizin tozlanmasına sebep oluyordu, ama yıllarca eski adıyla telsim tribünde ki dev pankartları taşımada yerleştirmede ne kadar sıkıntıyla toz ve ter içinde kaldığımızı hatırlayınca bu boyuttaki pankart hiçbir dert sayılmazdı.

Pankart yukarıya doğru toplanıp gene arka alana bırakıldı. Bu tezahüratsız boşlukta ne yazıyordu taraftarın hep seninle miydi falan diye kendi aramızda konuşurken Taraftarın Hep Yanında yazdığını öğrendik. Takımlar yerlerine geçip anonslar için beklemeye başladılar. Rakip takım anons edilirken bir uğultu falan olmadı, bizim tarafta ağızlarda bir melodi dönüyordu. Ardından masadan takımımız anons edilmeye başlandı, açıkçası basket maçlarındaki anonscumuz Mustafa Özben olsa çok daha keyifli olabilirdi. Oley sesleri arasında oyuncularımız sahaya diziliverdiler. Salonun dolu olmasının verdiği gazla voleybol maçında laylay yapmak gibi bir ilginçlik sergilendi. Ayağa kalkmayan cimbomlu olsun gibi davetlerle salonu ayaklandırma isteğinde olanlar olduysa da bence gereksizdi, bu tip maçlara gelen seyircilerin böyle atraksiyonlara tam katılımı gösterdiği pek olmaz. Herneyse geri sayım ardından kasap havası yapılırken maçta başlamıştı. Rakip servisi sırasında file arkasında korna sesleriyle uğultu oluşturuluyordu. Topun oyuna katılımıyla coştursana bizi tezahüratına başlandı ve bir süre böyle gidiverdi. Alınan sayılar gerçekten salonu alkışlarla coşturuveriyordu.

Ayakta olduğumuz köşede yaklaşık 100 kişi civarı olmuştuk. Rakip öne geçmişti ama yakalayıp öne geçince Fenerbahçe oley sesleriyle yavaş tempodan serte doğru tezahürat değiştirildi. İlk teknik molaya önde giriverdik, bu esnalarda salona yeni giren voleybol takipçilerden birkaç kişi daha, öndekileri kızdırmak için arkadan efsanesin sen kanarya tezahüratını girince öndekiler şaşırıp ne oluyor yahu diye bakışıverdiler. Bu şakalaşmalar biraz ne tezahüratı girileceği konusunda sessizliğe sebep olması ardından, bitmez tükenmez aşkımız tezahüratını yapmaya başladık. Bir iki tur döndürdükten sonra yan tarafla karşılıklı yapılmaya başlandı. Sahada karşılıklı sayılarla oyun devam etmekteydi. Onların aldığı mola öncesi üç alkış tempolu Fenerbahçe sen çok yaşa yapmaya başlamıştık. Araya giren müzikle mola sırasında dinlenip, mola sonrası tekrar devam ettik. Uzun bir süre bu şekilde sürdürdük. Bazen ses dozajı düşüyor bazen de sayı aldığımız güzel bir hücum sonrasında daha yoğun katılım ve ses çıkıyordu. Maçta sıkı ralliler olmaya başlamıştı, bir yandan bunları takip ederken aynı tezahürat ise devam etmekteydi. Rakip elinden geleni yapma çabasıyla savunma yapıyorsa da ikinci teknik molaya da önde giriverdik.

Hoparlörden çalan Fenerbahçe müziklerden birinin melodisi tribündekilere geçen pazar günkü kaşar peynirini hatırlatıverdi. Mola sonrası Fener bahçe bayrağının gölgesi bize yeter... diye tezahürat girildi. Bu tezahürat sırasında salona getirdiği büyük sarı lacivert bayrağını sallayan ağabey ise yoktu ya da bu sefer bayrağını getirmemişti. Tezahürat bayraksız oluverince bana Caferağa'daki tadı vermedi. Gene mola alınmıştı, kim aldıysa bilmiyorum tribünde ise aşkınla olduk derbeder... söylenmekteydi. Salondakiler pek katılım yapmıyordu. File arkasından Kanaryasın sen bizim canımız... tezahüratı girilmişti ama Fenerbahçe aşkıyla derbeder olmaya devam etmek tercih edildi. Takımımız rakibin kendisini yakalamasına fırsat vermiyordu, gene bir mola alındı, sol taraflarımda biri elinde beyaz bir bayrak sallandırıyordu, ne yazdığını merak ettim ki meğersem Acıbadem yazıyormuş. Aradığım büyük aşkı ben doğarken senden buldum... denilerekten setin sonlarına yaklaşmaktaydık, fark 5 sonra da 6 olmuştu artık Cannes biletini kesme zamanı gelmişti. Birdenbire salon refleks halinde kendiliğinden ayaklanıverdi, set set yerine cannes cannes diye bağırmaktaydık ve uğultular arasında gelen blok sayı ile final four yerimizi resmileştiriverdik.

Bütün salon ayaklanmışken Fenerbahçe sen çok yaşa canım feda olsun sana sesleri yükseliverdi, oyuncular birbirlerine sarılıp kutlarken, tribünde bizler de çak çak yapıyorduk. Yöneticilere bakınca onlarda birbirlerini kutlamaktaydı. Salonda sıcaklık girdiğimizde 24 dereceyken ilerleyen zamanda 25-26-27 maç sonları 28 oluverdi. Terlemeye başlamıştık, bende atkıyla kendime hava yapma çabasındaydım ki maç tekrarını izlerken bu esnada kendimi gördüm. Yanımdaki gençlere şimdi bu taraftaki skorbord karşıdakinden bir derece fazla gösteriyordur diye anlatıyordum.

Oyuncuların yer değiştirmesiyle rakip takım bizim önümüze gelmişti ancak artık kendimizi zorlayacağımız bir vaziyet olmayıp, rehavet ortamı doğunca onlarla uğraşmamıza gerek yoktu. Sadece bazen sayı olarak yaklaştıklarında ıslıklar oldu. Tribünde eski zamanların Avrupa kompleksli tezahüratı dillendirilmekteydi, Avrupa Avrupa duy sesimizi,işte bu Fenerin ayak sesleri,Fenerle kimse başa çıkamaz,Fransa köpeği kolla kendini diye bir iki kere bağırıldıktan sonra tezahüratlara devam edildi. .... haydi bastır Fenerbahçe, metrobüsle geliyoruz diye arkalardan girenler olunca orada bir komedi oluverdi. Bu rehavet sürecinde oyuna Nazın girdiğini anca farkettik, maç sonunda Merve'nin oyuna girdiğini ise hiç farketmedim bile. Tribünde çok fazla asılan olmayınca, bir üstten tezahürat geliyordu az sonra aşağıdan başka birşey falan böyle bir süreç sonrası en sonunda teknik mola öncesinde uzun zamandır söylemediğimiz özlediğimiz tezahüratlardan biri giriliverdi, ismini duyduğumda dilim tutuluyor,kalbim deli gibi çarpıyor.... tezahüratı eşliğinde molaya girince hoparlörden giren yüksek sesli marş yüzünden kendimizi yormayıp,susmak zorunda kaldık. Takımlar sahaya dönünce Fe-ner-bah-çe tempoları girilmeye başlandı. Bir yandan maça bakıp bir yandan birşeyler bağırmaya kalksakta çok sıkı katılımlı anlar olmuyordu. Sessiz kalındığı sıralarda hakem bizim hücumda bir düdük çalınca anlamayanlar ne oldu diye soruverdi, Naz paz hatası mı yaptı, taşıma mı diye karar veremedik. Bu set Nati'de kenara alınmıştı, baldırının altında bir buz torbası ile benchte oturuyordu. Onu öyle görünce sakatlanmamıştır herhalde, final foura kadar hiç sakatlanmadan götürmek lazım diye konuşuverdik.

Tribünün altındakiler bir süredir tezahürat etmeyip birşeyler konuşuyorlardı, el hareketlerinden sarı-lacivert-şampiyon-Fener yapmakla ilgili olduğu belliydi, ama nereden başlayıp, Fener kısmını kime söyletecez diye tartışıyorlardı. En sonunda yan tarafa file arkasına seslenildi hepberaber ve duvar dibindeki ekibin girişiyle başlatıldı. İlk tur bitimi protokolden ses çıkmayınca bir uğultu oldu ve yönetim yönetim sesleri ile onların da dikkati çekildi. Tekrar file arkasından başlayan tezahürat protokoldeki yöneticilerimizin de Fener diye katılımıyla döndürülebilmekteydi. Kuvvetli bir Sarı-Lacivert oluyordu ama Şampiyon kısmı biraz azalıyordu. Ön sırada oturan yöneticilerimizin bağırması alkışlarla karşılandı, tezahürat 4-5 tur daha dönüverdi, ilk seferde arka koltuklarda oturan Mehmet Ali Aydınlar'ın kızı çekinip bağırmamıştı ama önündeki babasının bile bağırdığını görünce o da katılıverdi. Arka sıra onların yanında olan Hakan Artış ise büyük bir coşkuyla katılıyordu. Ön sıralarda oturan yöneticilerin katılımı yüzleri güldürdü,tezahürat alkışlarla biterken file arkasından kanaryasın sen bizim canımız.... diye sağlam bir giriş yapıldı, bütün salon buna katıldı.

Set ise bu sıralarda başabaş gitmekteydi. Biz gene öne geçmişken hepimiz ellerimizi açıp sahaya döndük ve Avaz avaz sesimiz yükseliverdi tribünden. Bu tezahürat bitimi ikinci teknik molaya varılmıştı bile. Uzun zamandır izlemediğimiz Alice Blom'u görmek keyif veriyordu, Gamova ise maç sırasında çok fazla blokta kaldı diye gördüm, ben sahaya baktığım vakitlerde 5 kere falan saymıştım ama istatistiklerde 8 yazıyordu, biraz fazla takılması bizi de şaşırtıyordu ama oyunun ilk seti sonrasındaki dalgalanmalar olağandı. Eda'da maç içinde tek ayakta dışarı paralel vurduğu toplarla dikkatimi çekti.
Gururumuz sarı melekler,arma için terini döker,dört kupayı da getirin bize, canımızı verelim size tezahüratını yapmaya başladık. Maç sonuna doğru gene bu tezahürat yapıldı. Maç boyu neredeyse atak hücum temalı saldır tezahüratlarının hiçbirini yapmadan geçiverdik.
Setin sonunun gelmesini beklerken aradaki boşluklar doldurulmaya çalışılmaktaydı. Bir tek sana tutuldu bu kalpler.... Fark azalınca koç mola aldı, beraberliği yakaladıklarında serviste ıslıklar uğultular artıverdi, takım yakalanınca bir vites artırıp rahatlıkla öne fırlıyordu, tezahürat eden kitlede bu rahatlık içinde olunca aynı tezahürata devam etmekteydi. Kedi fareyle oynar gibi oynuyorduk, sonunda Gamova'nın 3 metre smacının parkede patladığı an salonun alkışlarla ayaklandığı ikinci set sonuydu. Set sonları alışkanlığı olan her zaman her yerde en büyük Fener girmek yerine nedense arkalarda duran gençler gene ilk set olduğu gibi Fenerbahçe sen çok yaşa.... diye bağırmaya başladı. Farklı farklı seslerin birbirine karıştığı bu set sonu takımımız bizim önümüze geçecekken alkışlanarak yerlerine yollandı.

Üçüncü set öncesi üç sette bitirin daha rakı içecez diyenler vardı. Son set başlamadan önce arka taraflarımdan kuşandık sarı laciyi,saracoğlu yokuşlarında.... diyerekten haklıyız kazanacağız tezahüratı girilmişti. Çok uzun olduğundan ve tamamını ezbere bilenlerin sayısı çok olmadığından ilk başlarda zayıf sesle giderken daha çok bilinen kısımlarına gelince katılım artıverdi, ....taraftarıyla şanıyla,dünya döndükçe sürecek,kalpleri hep titretecek Fe ner bah çe, bir gün girsek biz mezara, gözümüz kalmaz arkada,evladıma miras bu sevda....
şeklinde sonuna geldiğimizde sahada karşılıklı 3-4 sayı alınmıştı bile. Salonda tamamını pek söylemediğimiz için ilginç olmuştu. Bunun ardından bütün dünya üstüme gelse ne farkeder,senin için ölmeye değer Fener diye devam etmekteydik. Kalbimden koskocaman bir sevda geçer....yükseliyorsun Avrupanın üstünde... şeklinde herkesin tam bilmediği bazı tezahüratlar sonrası Seda'nın harika bir smacını görünce vur vur kafasına kafasına çivi gibi çivi gibi çak çak çak diye bağırıp tezahürat faslını bitiriverdik.

Ön taraflardakiler ilginç bir tercihle en güzel gül Songül diye bireysel tezahüratlara start verdi. Onun bize bakıp utangaç bir tavırla el sallaması sonrası sahada olanlardan Seda'ya yöneldi tezahüratlar. Terminatör Seda vurdu mu öldürüyor sesleri yükselmeye başladı. Naz alınan sayı sonrası tekrar servise gelince Naz-Naz sesleri ile karşılandı. Alice Blom oley tezahüratı yapıldıktan sonra gözler kenarda oturan Nati'deydi. Natii-Nati-Nati diye bağırmamız ardından yüzündeki gülümseme ile oturduğu yerden bize iki eliyle el salladı. Ama taraftar kesmeyip Gamova'ya yaptığımız melodi ile uzun süre Natasa Osmokrovic diye bağırmaya devam edince tekrar eliyle selamladı, bacağı altındaki buz torbasını düzeltip maça bakmaya devam etti. O sırada yanında oturan Eda için Eda Erdem oley tezahüratları oldu kısa bir süre, o da elindeki havlusunu utanmışta yüzünü gizler gibi yapıp sonra bizim tarafa el salladı. Maç devam ediyordu ama ortada heyecan duyulacak bir vaziyet olmadığından oyuncu tezahüratları devam etmekteydi. Kenarda bekleyenler arasındaki Merve Tanıl'a tezahüratlar olduktan sonra bize selam verdi. Sahadaki Nihan Güneyligil için tezahürat yapıldı, yaptığı blok sonrası (y)Ekaterina Gamova sesleri yükseliverdi. Sanırım teknik mola olmuştu, biraz ara verildi, fizyoterapist Süleyman Küçük için süloo sülo sülo diye tezahürat yapıldı. Köşedeki oyunculardan ikisine tezahürat yapılmadı diye öndekileri uyarıyorduk. Ardından Frauke Frauke i love u Frauke diye bağırıldı ama tribünde Fruke diye telaffüz edildiğinden doğru mu yanlış mı bilmiyorum, belki anlamadı, bunun üstüne Drickx Drickx diye seslenilince o da su içerken ağzındaki şişeyi indirip tribündekilere el salladı.

İpek Soroğlu reklam panosu arkasına yere oturmuş piknik yapıyordu, ona yapılan tezahüratlarla kafasını gösterip selamladı. Ardından büyük kaptan, Çiğdem Can Rasna sesleri yükselmekteydi tribünden. Rakip ise birkaç sayı öne geçmişti, ön taraftakilere öne geçtiler falan diye skorbordu işaret ettiysekte, boşverin yahu maçı zaten turu geçtik, hem kızlar yakalar şimdi diye cevapladılar, tekrar bireysel tezahüratlara Jan de Brandt Oley diye devam ettik. Uzun süre koç için tezahürat yapıldı ama sahayla meşguldü. Sayı olarak gene rakibi yakalamıştık. Atkılarla ooo oo diye melodi şovları yapılmaya başlandı. Gamova gene bloklanınca tempo biraz sekteye uğradı. Tekrar öne geçmeden önce seni sevmek deli gibi yürek ister.... ve atkılar havaya atılmaktaydı, mola ile gene durakladık. Arkadakiler bu duraklama sonrası zıplaa zıpla diye başlayınca sağa-sola-aşağı-yukarı yapmaya başladık, napıyoruz napıyoruz diyerekten köşedeki taraftarlar olarak senkronize hareketteydik. Tekrar Kanaryasın sen bizim canımız girilmekteydi ki salonda rakibi hala ıslıklayanlar vardı, alınan sayı sonrası molada bu sene her branşta şampiyon Fener diye bağırırken kimisi ise küfürlü versiyonunu söylüyordu, onları susturduktan sonra atkılar açıldı ve samanyolu yapılmaya başlandı. Maç bir iki fark ile devam etmekteydi, samanyolu sonrası çılgın ettiniz bizi, çıldırmayan cimbomlu tribün çıldırma çabasındaydı ama açıkçası çok hıncahınç genç bir kitle ile dolu olmadığından çıldırma kısmı biraz sönük kalıverdi.

Setin kontrolü bizde olduğu halde alınan sayılar sırasında seviyorum seni,ekmeği tuza banıp.... tezahüratı giriliverdi. Oyuncularında kimisi tutulan tempodan hoşnut alkışla katılıyordu. Köşedeki oyuncular ise taraftarla aynı anda alkış tempolarını takip ediyordu elleriyle. Setin sonu kırılma anlarında artık sensiz hayat bir işkence tezahüratınız son versiyonu kendi içimizde bölünerek yapılmaktaydı, fark 4 olmuştu rakip mola almıştı, aynı tezahüratı yan taraf file arkası ile karşılıklı yapmaya başladık. Sayılar alındıkça salonda coşku artıyordu. Uzak taraftaki file arkası ile de tezahürat yapılmak istendi, orada maç izleyen seyirciler haricinde en üst köşede elleriyle oturdukları yerden birşeyler söyleyip alkış tuttuklarını gördüğümüz 10 kişi falan da vardı,ama karşılıklı yapılmak istenen tezahürata hiç itibar göstermeyip hala aynı yaptıkları şeye devam etmekteydiler,ne söyledikleri de duyulmuyordu bile. Bu esnalarda birkaç sayılık seri vermemiz üzerine fark azaldı, mola alıvermiştik, sonrasında gene onların servisinde uğultular oluverdi. Merve'nin oyuna girdiğini farketmediğimiz sıralarda Milyonlarca yapmak için organize olunmaktaydı. Maç sayısına Cannes öncesi son sayıya gelince bütün salon ayaklandı, bizim taraf Cannes Cannes diye tempo tutmaktaydı, aut verildiğini zannedip tam coşulacakken, oyuncularımız bile sahaya dalmışken hakem sayıyı rakibe verince ıslıklamalar oldu. Tekrar gelişen hücumda maç sayısını almamız ile file arkasından yükselen Her zaman her yerde en büyük Fener seslerine güçlü bir şekilde katılıp klasik set sonunu yapıverdik.

Oyuncular birbirlerini kutlamak için koşuşturup zıplaştılar, ardından da rakip oyuncular ve hakemler ile tebrik seremonisini yaptılar. Odintsovo oyuncuları salona dönüp alkışladıkları zaman onlara yakın olan taraflardan da alkışlarla karşılık geldi. Tribünün arka taraflarından iste kölen olayın,istersen öldür beni... söylenirken bizim takım ise tüm kadro ortada toplanmak için organize oluyordu. Birbirlerini çağırıp,en sonunda her zaman ki gibi kaptanın Acıbadem demesi ve bütün herkesin Feneeer diye bağırması ile eller havada salonu alkışlarla selamladılar. Set sonuna doğru konfeti kutularını elden ele dağıtıp organize olmakta olan taraftarlar da setin önündeki parmaklıklara yığılmıştı. Buraya buraya Fenerbahçe buraya diye takımı çağırmaya başladılarsa da takım öncelikle Mehmet Ali Aydınlar ve yöneticiler yöneldiler. Onlarla tebrikleşmeleri devam ederken file arkasındaki taraftarlarımız önlerine gelen oyunculara doğru konfetileri patlatıverdi. Oyuncular kağıtların yarattığı görsel karmaşayı keyifle izlerken,tebrikleşmeleri bitiren diğer oyuncularda yanlarına geliyordu. Bizim köşedeki taraftarlarda takımı çağırmaya başladılar ama oyuncuların önüne fotomuhabirleri baraj kurmuştu bile. Taraftar daha kuvvetli çağırmaya başlayınca Çiğdem kaptan hadi kızlar taraftara diye işaret etti ama birisi daha protokolün orada olan Gamova ile bir diğer oyuncu olduğunu işaret etti. Bu duraklama sonrası basın mensuplarının daha kalabalık bir şekilde işe koyulmasına sinirlenen taraftarlar basın dışarı diye bağırmaya başladı. Teknik ekip ve tüm oyuncular zafer pozları verdikten sonra kaptan tamam yeter şimdi çekilin lütfen diyerek onları yararak takım arkadaşlarını taraftarların önüne tek sıra halinde diziverdi. Taraftarlar ise onlar gelmeden önce ne söyleyeceklerini konuşmuşlardı. Karşılıklı Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener yapıldı. Sahadaki bütün yabancı oyuncularımızın da büyük bir şevkle tezahürata katılması hoşumuza gitti. Karşılıklı üçer defa bağırıldıktan sonra konfetiler patlatıldı. Bu taraftar sizinle gurur duyuyor tezahüratları sonrası salonun çoğu boşalmaya başlamıştı.

Tribünün ortasındaki iki kişi arasında saçma sapan bir sebeple gerginlik olmuştu, onlar yüksek sesle tartışıp ortamın içine etmektelerken, sakinleştirmeye çalıştık. Salondaki seyirciler boşaldığı halde geride kalanlar olarak gene oyunculara tezahüratlar yapmaya başladık. Mehmet Ali Aydınlar'a yapılan tezahürata eliyle selam verdi. Seda soğuma hareketleri sırasında koşarken çağırıldı,Eda çağırıldığında grubun içinden ayrılıp, ufak adımlarla koşa koşa önümüze geldi eğilerek selamladı. Gamova sahada fazla durmadı, tezahürat ettiğimiz sırada kapıdan çıkmak üzereydi,bize selam verip üstten sarkan pankarta kafasını çarpmamak için eğilerek gitti. Jan de Brandt ve Nati tezahüratlarımıza selamla karşılık verdi. Tribünde vallahi Kamil Kamil,billahi Kamil Kamil sesleri dönmeye başlayınca yardımcı antrenör Kamil Söz bize dönüp gülerek selamladı. Birkaç oyuncuya daha tezahürat edilirken yavaştan pankartlar toplanmaya başlanmıştı. Lavaboya gidip döndüğümde Kubilay ağabey pankartını kaldırmak için yardım istiyordu, ona yardım edip Cennetten Kadıköye indiler,çubuklu formayı giydiler... yazan 4x3 12 metrekarelik pankartını yukardan kıvıra kıvıra katladık. O sırada sahada kimse kalmamıştı ama Çiğdem Kaptan gözükünce ona Çiğdem helal olsun size diye seslendik.

Salonda tek tük çok az kişi kalmıştı, güvenlik görevlileri de üzerlerindeki yeşil önlükleri çıkartıp görevlerini bırakmaktaydı. Bizlerde acaba Cannes için organizasyon olur mu düşünceleri arasında salondan ayrılıp yollara döküldük. Önce yarı finalde evsahibi Cannes'ı daha sonra da finalde İtalyanlardan birini yenip, zaten şimdiden kalplerimize yazılan oyuncularımız, inşallah kupa zaferleriyle de bu kulubün tarihine yazılacaklar.

Kerem GÜRSEL (Sensibleturk) 

5 yorum:

Güray Gürsoy dedi ki...

Teşekkürler Kerem'cim.
Ellerine,yüreğine,gırtlağına sağlık.

sensiblex dedi ki...

Sağol Gürol ağabey. Bu maçla ilgili görüntülerde yada resimlerde o bağıran kitle içinde Re-public yazan tshirt giyen birini görürsen, o benim :)

Hayatımın Anlamı dedi ki...

Takımımızın yazdığı tarihe tanıklık edenlerden biri de benim ve Kerem'in(tanımıyorum gerçi ama) yazdıklarını yaşamış olmaktan mutluyum...

Güray Gürsoy dedi ki...

Ne yazık ki tribün resmi yok
Kerem'cim baktım o kadar.
Çektir bir resmini koyalım buraya.
Herkes - bende - merak ediyordur
Kerem kim diye ? :))
Bulsam dediğin gibi resmi koyacaktım.:))
Ereğli maçına gidebilirsen
bir resmini çektir.

Sevgili Murat sana da helal olsun
valla.İzmir'den gittin İstanbul'a
melekler için.
Bravo.

Özgür dedi ki...

Gözlemler için sağol Kerem. Şu maçlara gidemediğime üzülüyorum, ama senin yazılarınla bir nebze o ortamı yaşıyorum. Sağolasın tekrardan...