14 Mart 2010 Pazar

Fenerbahçe Acıbadem - Ereğli Belediye 3-0 Kerem'in Gözüyle Salondan İzlenimler.

[bayan+voleybol+biala(polonya)+maçı6.jpg]

Ligde oynadığımız bu tip az seyircili,oyun kalitesi de düşük maçlardan keyif alabilmek için sadece maçı izlemekle yetinmemek gerekiyor. Televizyonda bu maçı izleyenler oldukça sıkılabilirken, salondaki bizleri eğlendiren ilginç durumlar yaratabiliyoruz. Hatta salona gelip maçı izlediği gibi ayrılıp gidenler de bugün olduğu gibi unutulmayacak sahnelerden birini kaçırdılar. Altı üstü bir ereğli belediye maç sonrasını bile keyifle anımsayabileceğiz.

Futbol takımının Ankara deplasmanında olduğu bugün, yaklaşık 40 saat önce final four biletini almış olan bayan voleybolcularımızın da günün pek alışkın olmadığımız erken saatlerinde maçı vardı. Futbol takımı peşine gidenlerin olmaması yanısıra erken saatin ve zayıf rakibin etkisiyle salonun pek dolu olmayacağı kolay tahmin edilebilirdi. Öğlen maç saatine doğru bire on kala gibi, yalancı bir bahar güneşinin yüzümüze vurduğu sıralarda salona gelmiştim. Girişteki görevlilerle bugün bu maç sonrası başka ciddi maç var mı diye fikstüre baktım ama hiç birinci lig maçı gözükmüyordu. Bizim maç sonrası ışıkspor-hisar genç bayanlar maçı olduğu yazıyordu.

Oyuncular ısınmaktaydı ve tribünlerde dağınık halde izleyen seyirciler vardı. Skorbordda saat 13.00 olmuş olsa dahi ısınmalar devam etmekteydi, herhalde öncesindeki maçlarda biraz sarkma oluverdi diye düşündüm. Etrafta çok az tanıdık simalar vardı, bir kısmı Ankara yolundaymışlar, maç sırasında da arayıp skor soruyorlardı, yeniliyoruz set verdik falan diye cevaplayıp dalga geçiyorlardı. Ana tribünde yaklaşık 300 kişi falan dağınık halde oturmuşken, bize yakın file arkasında da 15 kişisi falan duvardibindeki ekip olmak üzere 50 kişi kadar vardı. Uzaktaki file arkası tribündede 30-40 kişi maçı izliyordu. Zaman zaman maçı olan veya bitmiş olan genç takım oyuncuları da tribünlerde bir yerlere kümeleşiyorlardı. Protokol tribünü de boştu, Mehmet Ali Aydınlar salona çok yakın olan Acıbadem genel merkezinden rahatlıkla gelip maç saatinde salona girdi, tek başına oturuyordu, Hakan Artış'ta gelince gel yanıma otur dediyse de belki gelen olur ben arkada ki alıştığım yerime oturayım gibi birşeyler demiş olsa gerek ki onun arkasına geçiverdi.

Yanımdaki tanıdıklar cannes ile ilgili organizasyon planlarından bahsediyorlardı, 22 euro gecelik ücretli en ucuza buldukları otel neyse de uçak meselesi pahalı diye konuşuyorlardı. Önümüzde oturan ağabeylerden birinin ufak kızı etrafta döne döne diğer ufaklıklarla birlikte eğleniyordu ki, sonra yazacağım gibi günün yıldızı oluverdi. Onlar babalarıyla birlikte ön sıralarda oturup birşeyler yiyorken hemen güvenlikçiler damlayıp ön sıraları boşaltın lütfen diye uyarı yaptılar. Bu büyük meseleyi halletikleri esnalarda hakemler düdük öttürdü ve baş hakemin daha önce görmediğim bir kadın olduğunu farkettim. Isınmalar sonlandırılmıştı, takımlar bir araya toplanmışken bizim takımdan ses gelince alkışlayıverdik. Sonrasında oyuncular anons ediliverdi, bazı yedek isimlerin oynaması doğaldı, Songül-Alice-Naz ilk altıda başladı. Kadroya baktım, kenardakilere baktım Nati yoktu, oynamaması önemli değilde, bugün onunla resim çektirme planım olan benim için kenarda veya arkadaki protokolde dahi oturur vaziyette görmeyince üzüldüm. Belki izin almıştır, oğluyla falan geziyordur diye düşündük ki meğersem tribünde oğlu ve erkek arkadaşı ile beraber maçı izliyorlarmış, maç sonuna kadar durumu farkedemedim anca maç sonu sahaya inip arkadaşlarını tebrik ettiği zaman görüverdim.

Ereğli belediyesi kısa boylu ama çevik 3 Taylandlı oyuncuları ile dikkat çekiyordu. Maçın başlarında pek iyi giriş yapmadık, Eda ve Gamova karşıya yollamak istedikleri topu kendi sahalarına plaselediler ki onların klasına göre çok komik görüntülerdi ama konsantrasyonun olmadığı bir ortamda pek garipsemedim. Bir defa da Songül Alice çarpıştılar top yere düşüverdi, Naz bir kaç kötü top yolladı falan böyle pek kendilerini maça vermiş vaziyette değillerdi. İzleyicilerde öyleydi, sayı alınınca alkışlıyorduk, zaten bağırıp tezahürat edecek fazla kişide yoktu salonda. Benim oturduğum yerde çevremde 10 kişi kadar, file arkasındaki ekipte sonradan gelenlerle 15 kişi kadar zaman zaman tezahürat girildiği oluyordu. Maç başlamadan önce köşedeki oyunculardan Frauke sahaya bir alkış yapıverince bizde onunla beraber alkış tuttuk. Bir yandan sohbet bir yanda maç takibiyle zaman ilerlemeye başladı. Bir süre böyle geçmişti ki önümde oturan ağabeyin artık sıkılıp melodiyi girmesiyle oturduğumuz yerden kanaryasın sen bizim canımız... diye bağırmaya başladık, birkaç tur söyledikten sonra bıraktık. Topun ölmediği zamanlarda öldüren Gamova olunca salonda alkış kopuyordu. Bir pozisyonda Seda çok sert şekilde topu dışarı çizgi hakemini doğru auta yollayınca, terminatör Sedaaa...hakemi öldürecek hakemi öldürecek Terminatör Sedaa diye bağırıverdik. Alice Blom güzel bir sayı alıp servise gelirken Alice Blom oley diye bağırdık. Naz servisten sayı almıştı galiba file arkasından vur vur kafasına kafasına çivi gibi çivi gibi NAz Naz Naz diye sesler geliyordu, onlara katılıverdik. Sonra gene sessizlik içinde maç takip edilirken sıkılmaya başladık, yanda oturan arkadaş geçen sefer yaptığımız gibi biraz eğlence olsun diye Polonya stili yapalım diye hatırlatınca tamam dedik. Ama az kişiyle manşette ooo pasta aaa yapmaya başlamıştık ki oyuncular pek iyi paslaşamıyordu o yüzden gümletemiyorduk, rakibin sayıları almasıyla bu atraksiyonun da tadı kaçıverdi. Eda bir servisi fileye takıverdi, hemen Eda Erdem ole diye bağırıverdik. Neyse setin sonu geldi ve set set set derken Naz'ın akıllıca uzak köşeye yolladığı bir sayısıyla durum 1-0 oldu.


İkinci set rakip önümüze gelmişti, Taylandlıları daha yakından izliyorduk, bunlar kendi ülkelerinde köpek eti falan yiyorlar diye mi böyle zıplıyorlar, yok yok bunlar kurbağa yiyorlar ondan iyi zıplıyorlar geyikleri dönüyordu. Zaman zaman oyuncuların öldürdüğü toplarla alkışlarla oyuncuya tezahürat yapıyorduk. Bazen rakibin itirazlarına tepki veriyorduk falan böyle durağan bir tempoda oyun giderken yeni bir eğlence keşfetmiştik, önümüzde oturan ağabeylerden birinin ufak sarışın kızı heyecan içinde maçı takip ediyordu, sarı lacivert çubuklu formasının arkasında da ismi yazan 5.5 yaşındaki Doğa görülmeye değer şirinliğiyle ortamın eğlencesi oluverdi. Yanındaki diğer ufaklıkla birbirlerine sarılıyor, Fenerbahçe 9 oldu 9 diye bağırıyordu. Babası geri dönmesiyle beraber bir tek sana tutuldu bu kalpler.... diye bağırmaya başlamıştık. Minik Doğa'nın bütün tezahürata katıldığını farkedince bir sessizlik anında setteki parmaklıklara gidip söylemesini istedik, olanca sesiyle sahaya doğru bağırmaktaydı, bizim takım servis atacağından yerleşmiş olan ereğli oyuncuları şaşırdı, hatta liberoları tribüne doğru bakıverdi. Doğa tezahüratı bitirdiği gibi aşkın bize yeter... kısmıyla biz giriveriyorduk. Bunu iki kere tekrarladıktan sonra ufaklık dinlensin dedik. Yeni tribün amigomuz artık Doğa diye sarııı lacivert Doğa sarı lacivert Doğa, Doğa ortaya üçlü çektir tayfaya gibi takılmaya başladık. Ufaklığın hiçbir çekingenliği yoktu, gayet rahatlıklara setin orada parmaklıklara yaslanaraktan söylüyordu, salondakilerin de dikkatini çekiverdi.
Sonra bizim önümüzden geçen genç bayan takımımız oyuncularını görünce bugün kazanmışsınız tebrikler diye kutladık.
Salona geç gelen duvardibi ekipten olan ağabeylerden biri elinde büyük bir pankartla gelmişti. Onu file arkasına asıverdiler. Sarı zemin üzerine, üstte sarı lacivert damalar altında değişik bir fontla "Dünyanın En Büyük Spor Kulübü" yazıyordu, bunun altında da branşların simgeleri vardı, çok güzel bir pankarttı, daha önce de biryerde asılmıştı herhalde görmüştüm diye anımsamaya çalıştım. Ailesiyle geç gelen bir diğer ağabeyede uyuya mı kaldınız diye takıldık, yok karşıdan anca geldik deyince, yüzerek mi falan diye böyle şakalaşmalar arasında onlar da file arkası tarafa yerleştiler.
Arada bir uzayan rallilerde salon biraz heyecan yaptıysa da rahat bir şekilde seti 25-13 aldık. Ooo oo o Bu sene her branşta şampiyon Fener... Karşı sahadan bizim sahaya geçen oyuncularımızı alkışlayıverdik.

Son sette gene Doğa sahne aldı tekrar parmaklıkların oradan sahaya doğru bütün sesiyle bir tek sana tutuldu bu kalpler diye bağırınca, bu sefer bizim yedek oyuncular da farketti, gülümseyip, ona alkış yaptılar. Doğa tezahüratı sonuna gelirken biz devreye girip melodiyi sürüklüyorduk, babası Doğa'ya bir daha söyle kızım deyince bir tur daha yaptık. Mola sırasında ise eyvah annesi aramış, şimdi televizyon gösterdiyse kıza niye şarkı söyletiyorsun diye kızar falan deyince ona takılıverdik. Maç sürüp gidiyordu, rakip yaklaşır gibi olunca koç mola alıyordu.
File arkasındakiler Caferağa'da geçen hafta da söylenen dilimde şarkıların gündüz gece,deli gibi aşığım Fenerbahçe,bu dünyayı yakarım senin için, şampiyonluk gelince... bestesini söylemekteyken katılmaya çalıştık. Seda çok güzel smaçladığında Terminatör Seda diye gene tezahürat döndü, Gamova sayı aldığında da Ekaterina Gamovaaa diye tezahüratlar ediverdik. Bir itiraz anında hakem hatalı bir karar verdiyse de boşver Kaptan diye seslendik. Maçın sonlarına doğru file arkası ekip candan öte sevmedik mi seni kanarya melodisiyle birşeyler söylüyordu. Ne söylediklerini anlayınca onlara katıldık. Melodiyi giriyorlardı Laylalayla... bekle Fransa, layla....bekle Fransaa, laylalayla....bekle Fransaa, Fenerbahçe geliyor kupa almayaaa
diye bir süre söylemekteydik. Bir mola esnasında Doğa'nın babasına bir videoya çekseydiniz bu youtubeda falan taraftarlarda izlerdi deyince, Doğa'yı tekrar setin oraya yolladık ama maçın son sayılarına gelinmişti ve o sıralarda pek sessiz bir ortam yoktu. Maçtan sonra takımı çağırınca yaparız öyleyse dedik. Maç sayısı zamanı gelince ayaklanan salon maçı kazanan takımı alkışlamaya başladılar. File arkasından Dünyanın en büyük spor kulübü sesleri yükseliyordu, onlarla beraber bağırdık.

İki taraf oyuncuları da tribünlere alkış yapıp birbirlerini tebrik etmeleri ardından bölünüverdiler. Bizim takım tekrar toplanıp Fener çekti tribünlerden alkışlar yükseldi, takımı tribüne çağırdıysakta fazla ses çıkmadı, onlarda o esnalarda fotoğraf ve röportaj dağınıklığındaydı. Bazıları yere yayılıp soğuma hareketlerine başlamıştı, bir kaçı ise kısa koşular yaparken Nati sahada arkadaşlarını kutluyordu. Biz parmaklıkların oraya yığılıverdik, Çiğdem kaptan televizyona röportaj veriyordu, Seda'yı işaretle çağırıp yakınımıza gelince röportajlar bittikten tüm takımı tribüne getirmesini istedik. O da tamam dedi herkesin yanına teker teker gidip söylemeye başladı. Bu arada babası Doğa'ya ne söyleyeceğini öğretiyordu, birisi de diğer bir açıdan çekim için bekliyordu. Seyircilerin bir kısmı salondan ayrılmaktaydı ama gene de o taraflarda birikmeler olmuştu. Yaklaşık bir 5 dakika falan sonra Fenerbahçe tv muhabirinin artık uzaklaşmasıyla, Fenerbahçe buraya diye takımı çağırmaya başladık. Oyuncular ayaklanıp hep birlikte bizim önümüze doğru geliverdiler. Salondakilerde oyuncular gibi ne olacağının farkında olmadan alkışlamaktaydı, onları susturmamız gerekti. Küçük amigo Doğa babasının hadi kızım demesiyle başladı bağırmaya Bir tek sana tutuldu bu kalpler,sevdanın uğruna tanımaz hiç engel, bizim için heves değilsin sen Fener dedikten sonra bizde hepberaber aşkın bize yeter laylay... diye giriverdik. Oyuncular Doğa tezahürata başladığı anda şaşırıvermişti, hepsinin yüzüne teker teker baktım ki, klasik yaptıklarımızın dışında çok hoş bir sürpriz olduğu gülümsemelerinden belliydi. Onlarda tezahürat bitince alkışlarla Doğa'yı kutladılar. Ama tekrar bir sessizlik yarattık, Doğa sizi çok seviyoruz diye oyunculara bağırdı ve Helal olsun Doğa diye bizde onu sevdik, salon dağılmaya başladı, oyuncularımız da soyunma odalarına gittiler. Babası da Doğa'ya söz verdiği gibi oyuncularla fotoğraf çektirmeye aşağıya gitti.

Bizden sonra maçları olan genç takımlar ısınmalarını yapmaktaydılar, salondaki Fenerbahçe seyircileri dağılırken, artık amigo olarak Doğa'yı görmek istiyoruz, yeni nesil veliahtımız falan diye takılanlar oluyordu. Salonda çok az sayıda izleyici kaldı, onlarda ya sahadaki ısınan takım oyuncu aileleri ya da maçı olan gençlerdi. Bir süre zaman öldürüp etrafta ekipmanlarını kabloları falan toplayan televizyon ekibinin çalışmalarını izledim. Jan de Brandt ise istatistik ekibiyle beraber fotokopi makinesinin olduğu köşedeydi, kendi usb belleğine birşeyler aktarmaları ardından cebine koydu, yardımcılarıyla konuşa konuşa kapıdan çıktı. Ben de salonun atletizm pist tarafına açılan kapısına doğru iniverdim ki aşağıda koridorda maçı beraber izlediğim bizim taraftarlarda vardı. Koridorda bazı oyuncularımız bir içeri bir dışarı gidip gelmekteydiler. Ayak üstü onlarla laf atışıp takılmaya başladık. Sonra Seda ile fotoğraf çektirmek istedim, telefon konuşmasını bitirip fotoğraf çekildik, sana terminatör diyoruz diye bozulmuyorsun değil mi deyince yok canım dedi, aman bu aralar formun çok iyi yükseliyor lütfen final foura kadar kendine iyi bak dedik. Alice Blom koridordaydı o biraz daha boyu boyumuza olunca arkadaşla gözümüze kestirdik, onun sohbetini böldüğümüze özür dileyerek ikimizde resim çektirdik. Sorun değil dedi gene o gülen yüzüyle, diğer yanda ise içerde protokol odasında bir faaliyet dönüvermekteydi. İpek dışarda bekliyordu, dün doğumgünüydü değil mi diye aramızda konuşuyorduk, kaç yaşında oldu acaba falan derken, yahu ona da sorulmaz şimdi neyse dedik. Meğersem içerde pasta ile kutlama hazırlığı yapılıyormuş. Naz'da koridordaydı,aslında onla resim çektirme niyetim yoktu, gözlerim Nati'yi arıyordu ama Naz'a tam resim çekmekten bahsederken içerden bütün kızları çağırdılar, Violeta'yı kızdırmayalım sonra çıkışta çekeriz dedi içeri gitti, Alice ise sohbete dalmıştı onu da çağırdılar. İçerde tüm teknik ekip,oyuncular İpek'in pasta kesmesini bekliyordu.

Koridorda Fb tv ekibi Kıvanç falan da vardı, bizde çok rahatsız etmemek için fazla sokulmadan dışarda bekliyorduk. Ama küçük Doğa içerdeydi sanırım, sonra pasta dilimlenip dağıtılmaya başlanınca, bizleri de içeri çağırdılar, pasta kola ikram etmek istediler. İçerde tüm oyuncular keyifle çikolatalı pastayı yemekteydi, Seda gelsenize dedi ama benim pasta yeme isteğim yoktu, benim hakkımı da Doğa'ya verin dedim, bugün iki dilim haketti diye, Doğa ise babasıyla beraber plastik tabak çatalla pastayı bir koltuğa oturup yemekteydi. İçerdeyken arkadaşa bırak pastayı da koçla bir resmimizi çekelim dedim, koç hemen tamam dedi, tam resim çekilecekken asistanlardan biri aradan kafayı soktu, sonra Kamil hoca'da kulak yapıyordu falan en sonunda onları altettik, koçu final four için tebrik ettim, başarılar diledim, teşekkürler dedi aslında ayak üstü birşeyler konuşabilirdik ama etrafta o kadar çok oyuncu vardı ki, Nati nerede diye gözüm onu arıyordu, Nati ise oğluyla beraber dışarı gidiyordu. Bu sefer bende çıktım arkasından seslenip Nati deyince döndü,resim çektirebilirmiyiz dedim ama kim çekecekti ortalıkta oğlu Marcustan başka kimse yoktu, Nati ise oğlunu eşinin yanına yollayıp dışarı doğru çıkınca orada duranlardan birine rica ettim, salonun güvenlik amiri bedavaya resim çektirmem money money diye takılmaya başladı, Nati ile başka bir sefer daha fazla konuşmak isteğiyle teşekkür ettim.

Ben onun yanındayken o sıralarda Gamova da dışarı çıkıp ters yöndeki araçlarına doğru gitmişti, onu da başka bir sefere bırakıverdim, içerdeyken pasta güzel diye bize elleriyle jest yapıyordu. Oyuncuların bir kısmı daha çantalarını sırtlayıp çıkmışlardı. Liberolarımız da Kaptan gibi pasta tabakları ellerinde gidiyorlardı. İyigünler hepinize deyip gittiler, Eda elinde tabak odaya girip bıraktıktan sonra doydun mu daha var pasta deyince, yok teşekkürler, size afiyet olsun dedi gitti. Ben tekrar koridordan girerken Seda çıkıyordu, elle çak yapıp görüşmek üzere dedi gitti.

Violeta Duca zaman zaman odaya giriyordu, genç oyunculardan Cemre ise etrafı toplamaya yardımcı oluyordu. Bizde onlara siz bırakın biz ortalığı temizleriz dedik, masanın üstünde mumlar,plastik tabak bardak çatallar falan dağılmıştı. Violeta'ya yardım etmeye başladık, Cemre'de git gel yapıyordu, bir ara Violeta ona biraz kızıverdi, açıkçası pek önümüzde azarlamasaydı daha iyi olurdu. Herneyse Fenerbahçeliler odayı pisletip bırakıp gittiler denmesin mantığı içinde olan menajerimizle ve genç oyuncularla birlikte ortalığı toparlamaktaydık, bende kutu içinde topladığımız çöpleri alıp dışardaki kutuya atıverdim. Sonra onlar takımın diğerlerinin de gittiği yöne doğru ya otobüse ya da araçlarına gidiverdiler, biz de biraz dışarıda hava aldıktan sonra gene salon içinden diğer çıkış kapısından günün yıldızı Doğa ile beraber caddeye çıktık, ve bir takım-taraftar gününü daha böyle sonlandırmış olduk.

Kerem GÜRSEL (Sensibleturk)  

2 yorum:

Güray Gürsoy dedi ki...

Teşekkürler Kerem'cim.
Ellerine,yüreğine,gırtlağına sağlık.

Özgür dedi ki...

Kerem yine güzel olmuş. Ben o kızcağızın tezahüratı önceki gece evde falan çalıştığını sanmıştım. Önceden hazırlanmış diye düşünüyordum. Demek ki spontanmış. Valla tüylerim ürpermişti... Yazını okuyunca yine öyle oldu...