5 Mayıs 2010 Çarşamba

VGSTT - Fenerbahçe Acıbadem 2-3 (Playoff Final 2.Maç) Salondan İzlenimler


Maçlarda ki uzun çekişmeli mücadeleler öyle bir hale geldi ki, artık tribünde bizim de sporcular kadar enerji ve kondisyon kazandığımızı hissetmeye başladık. Sonuçta takımla beraber bizler de iyi tecrübeler kazanarak, hep beraber maç kazanma hırsımızı yansıtarak, final serisinin son maçına şampiyonluk için çıkacağımız galibiyeti almasını bildik.

Güzel, aydınlık bir İstanbul gününde salona bir saat öncesinden seyirciler akmaya başlamıştı. Salon dışında biriken gençler yan taraftaki askeriye duvarının yanında toplanmış, tezahüratlarla zaman geçiriyorlardı, askerlik şubesinin olduğu taraftan ise askerlerin akşam eğitiminde "Her Türk asker doğar" diye bağırarak uygun adım yürüyüşler yaptıkları duyuluyordu. Salona maça bir saat kadar zaman varken girdiğimde gene belli bir yarım kalabalık etrafa yerleşmişti. Bu sefer ev sahibi olan rakip file arkasında ise fazla kimse yoktu, kiralık taraftarlar da henüz toplanmamıştı. Ben etraftakilerle konuşa konuşa vakit geçirmeye başladım. Kiminin gündemi Urfa'da ki kupa maçı, kimi ise gazetede haber olan Piccinini transferinden bahsediyordu. Yahu bu futboldaki kupanın bir kerameti yok, bir tek biz uzun zamandır alamadık diye gündem oluyor, geçen adamlar gelmiş voleybol maçında bile kupayı gören son Fenerli Fred Çakmaktaş falan diye sallıyorlardı, başka bir vuracak açıkları yok senelerdir buna sarılıyorlar diye konuşuyorduk.

Ana tribün sağ köşesinde bağıran taraftarların toplanacağı yere yer tutma amacıyla bir pankart serilmişti ama bu tribünde asılacak olan pankartlardan biri olduğundan çok ta yer kaplamıyordu. Zaman ilerledikçe etrafındaki boşluklara gelip, ne güzel boş yer bulduk diye oturmaya heveslenen seyircileri, çocuklu aileleri uyarmakla uğraşanlar vardı. Bende 6 kişi gelip oturan kadınlı erkekli bir topluluğu bu kısma ayağa kalkarak tezahüratlar edecek gençler falan toplanıyor, rahatsız olabilirsiniz diye uyarınca, hanımefendi ile bizde genç göstermiyor muyuz, ayağa kalkarız canım gibisinden şirin bir sohbet geçiverdi, nereye geçmemizi tavsiye edersiniz demesi üzerine file arkasında rahat olabilirsiniz dedim, oraya gidiverdiler. Yahu dışarıdaki çocuklara haber verin de, orada boş boş bekleşeceklerine içeri girsinler artık dedik, birazdan onlarda büyük ihtimal Yücel ağabeylerinin bilet tedarik ve dağıtımı sonrası girip üst kısımlara yığılıverdiler. Artık gelen seyircileri uyarmakla uğraşmaya gerek olmayacaktı ama bu seferde tribüne giren gençlerin maç öncesi absürd tezahüratlarını (...bursa şampiyon, şaka yaptık .bneler Fener şampiyon vb. gibi) dinlemek zorunda kaldık. Yahu bunların başı yok mu, söz dinletip idare edecek biri olmazsa çok saçmalarlar dedim ki, amigo Yücel dışarda birazdan girer dediler.

Hakemin parlayan kel kafasını görünce ilhami şenyurt olduğunu farkettik, ısınma sırasında kaptanları çağırıp yazı tura ardından Çiğdem kaptanın Kamil Hocaya doğru servis atar gibi el işareti yaptığını gördüm, anlaşılan maça servisle biz başlayacaktık, Kamil hocada hemen benche oturup, buna göre planlanan dizilişi kağıda yazmaya başladı. Ben salona girdiğimde oturarak bekleyen oyuncularımız haricindekiler gene her zamanki gibi file önünde üç metre içi oynuyorlardı, artık geçenkinin rövanşını mı yapıyorlardı bilmiyorum. Sonra toplanıp Fener çekerek ısınmalara başlamarıyla alkışlandılar.

Yavaştan tribün dolmaktaydı, ısınmaların ortasında herkes smaç düzenindeyken üst taraftaki gençler Fenerbahçe buraya, ..gelmeyen cimbomlu olsun gibi saçmalamalara başlayıp, ısrarları üzerine kaptan yanındakilere seslenip, hadi taraftara bir alkış tutalım deyiverdi, bu sahnenin bir benzeri tam maç başlamadan önce takımın çağırılmasıyla tekrar etti ki, takım sahaya belli bir düzende yerleşmişken voleybol maçlarında böyle yapmanın gereksiz olduğunu yukarıdakilere dönüp söylememiz gerekti.

Maç öncesi çalan müzikler evsahibi biz olmadığımız için farklı telden yerli yabancı parçalardı. Rakip tribündeki kiralıkların yerlerini aldığını görünce yanımdaki Üsküdarlı bir ağabey bunlara en centilmen taraftar ödülü verilecekmiş galiba deyince yahu ne taraftarlıkları var ki diye şaşırdım. Az sonra da rakip tribün amigosu kel yaşar'ı bizim önümüzde görüverdim, arkadaşlar başarılar, ben yarın umreye gidiyorum, kupayı alırsanız da tebrikler demesiyle sakın oralara gidip boşuna vakıfbank seneye kupa kazansın falan diye dua etme, bari Üsküdar Anadolu için dua ette birşeye yarasın dedim. Büyük ihtimal kiralık taraftarlıktan yaptığı gelirle umreye giden kel yaşar ile biraz Anadolunun yükselme grubundaki son durumu hakkında konuştuk, playoffa kalma şansının çok azaldığını söyledi. Diğerleri de doğru düzgün tezahürat edip bizi tahrik edecek şeyler yapmayın söylemeyin, bizim kızlara laf atılmasın diye onu uyardılar, yok biz problem çıkarmak istemeyiz zaten diyerek gitti.

Salona Mehmet Ali Aydınlar ve kızı geliverdi, rakip menajer nalan ural'ın bugün kendi bench arkalarında protokol tribününe oturduğunu gördüm, sahaya girmek bu sefer yemedi herhalde. Maç sonrası çıkış lobisinde Violet hanıma soruverdim, nalan hanım geçen maç sahaya girişler yapıyordu,bu yasak mıdır deyince, evet yasak olduğu halde böyle davranıyor, bizim de tepkilerimiz uyarılarımız oluyor dedi. Peki o eşofmanlarını giyip heyecanlandım falan bahaneleriyle sahaya girişler yapıyor, siz neden çekiniyorsunuz, onlar madem böyle alışmışlar böylesine büyük bir kulüp menajeri olarak siz de aynısını yapsanız kim ses çıkarabilir dedim. Şimdi onların yaptığı yanlıştır, kuralları bozacak şekilde davranıyorlar, anlaşılan derslerini aldılar ki bugün oturuyorlardı, gene sahaya girseler maç içinde işler değişirdi dedi. Voleybol siteleri dahi onunla ilgili haberler koyuyor, çok heyecanlıydı falan gibi savunuculuğunu yapıyorlar sanki dedim. Evet gördüm onu, ben kurallara uyan biriyimdir, ha onlar farklı davranırsa gözlemcilere uyarılarımızı yaparız, hem Mehmet Ali Beyinde bu konularda belli prensipleri var, herkesin bu kulüp için saygın bir imajı olmasını istiyor dedi.

Neyse maça dönersek artık ısınmalar bitmiş, biz de tribünde ayaklanmış yerleşme vaziyetlerindeydik, yukarılara doğru bakınca kalabalık vardı ama gene çok fazla bir taraftar grubu iştirakları gözükmüyordu, belki Urfa'ya gidenler de olmuştur. Zaten belli simalar önlerde aralardaydı, gençlerin çoğunluğu da üstlere doğru yığılmıştı. Hemen iki üç sıra solumdan itibaren oturarak izleyen seyircilerimizle ana tribünün geri kalanı gözüküyordu. Bizim file arkasıda oturarak takip edenlerle dolmuştu, bugün de geçen maç olduğu gibi tribün tek bir noktada bizim olduğumuz yerde toplanmış ve amigo Yücel'de maç başlamasına yakın girivermişti. Bizim tribün önünde onunla beraber iki üç kişi koridorda duruyordu. Her zamanki gibi en ön sıralar güvenlik görevlilerince boş tutulup, kendileri belli aralıklarla dizilmişti. Sanırım maç başladıktan sonra Fenerbahçelilerin giriş yaptığı kapı artık salonda yer kalmadı diyerek kapatılmış, birkaç arkadaş maç başladıktan sonra diğer giriş kapısından anca gelebildiler.

Çoğu kişinin merak ettiği şekilde takımda ilk altı kim olacak diye bakınıyorduk, acaba koç son maçı tamamladığı oyuncularla mı başlayacak diye soruyorlardı, ben herhalde öyle yapacağını kimden daha çok faydalanacağını düşünüyorsa onları oynatacağını tahmin ettiğimi söyledim. Dilimde şarkıların gündüz gece...diye bağırdıktan sonra oyuncularımız oley sesleri arasında anons edilirken gördük ki Naz ve Alice oyundaydı ama İpek yerine Çiğdem kaptan vardı ve maça da Alice'in servisiyle başlayacaktık. Gene sahaya yerleşmekte olan oyuncuları çağırmaya başladılar, arkalara dönüp yahu kesin diye sesleniyorduk, amigo Yücel'in bizler inandık sizde inanın bizim için bu maçı alın diye bağırtması ardından tribünlerde hep dillerde bu sevda bitmez gönüllerde... diyerekten maça girişi yaptık.

Karşılıklı sayılarla geçen setin başlarında diğer yarı sahada olan rakiple uğraşmaya henüz başlamamıştık, tezahüratlarla ilk teknik molaya kadar geldik. Ama file arkası duvardibi salon müdavimlerinin orjinal bir fikirle büyük jelatin paket kağıtlarını ellerinde tutarak rakip servis atarken dikkat dağıtma gibi bir çabaları olduğunu farkettim. Eskiden beri aklımda olan böyle göz yanıltıcı birşeyler işe yarar mı acaba gibisinden düşünceleri uyguluyorlardı. Ama ilerleyen setlerde rakip karşıda olduğunda artık onlarda pek bu jelatin kağıt işini devam ettirmediler, biz tribünde tezahüratlarla takımı ateşlemek için yorulurken, onlarda o muazzam doğal yetenek uğultu efektleriyle rakibe bozucu sataşmalarını sergilemeye koyuldular.

Üç alkış tempolu Fenerbahçe sen çok yaşa.. sesleri arasında ilk teknik molaya ve sonrasına devam ettik. Rakip tribünün molaya girerken oluşan sessizlikte saldır vakıfgüneş oley diye bağırdığını farkettim, maç boyu sık sık gslilerin ok lets go tezahüratını yaptıkları gibi bizim yaptığımız tezahürat ve melodileri de taklit ediyorlardı İyi oyunumuzla fark yavaştan açılmaya başlayacak gibi olunca hemen mola alıverdiler. Önümdekilerin sıkışıklığından sahayı göremediğim için bir koltuk üstüne çıkmam gerekti, neyseki +100 kilo ağırsıklet falan olmadığımdan koltuk kırılmayacaktı. Fark açıldıkça keyiflenmiştik, oyuncular bu sefer maçın başından itibaren konsantrasyonu sağlamış gözüküyordu. Yaptığımız iyi savunmalarla alkışlar kopuyordu, bravo diye sesleniyorduk. Fener-bahçe oley sesleriyle ikinci teknik molayı geçip ardından haydi kızlar aynen devam diyerekten rahat bir şekilde set sonuna vardık. Koç bir değişiklikle Seda'yı oyuna aldı ki blok yapmasıyla set set tempoları arasında oooo diyerek gazlama yapıverdik. Böyle zamanlarda çoğunlukla olduğu gibi sayı ilk hamlede gelmedi, ikinci seferde gelen sayıyla ilk seti almamız sonrası, her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırıverdik. Biz kızları alkışlamaktayken amigo Yücel de alkış diyerek kızlara alkış tutturuyordu.

İlk set oynadığımız güzel oyundan, kadrodakilerden hoşnuttuk, artık böyle devam edip bizi yormadan bitirseler istiyorduk, maçın devamında öyle olmadı ama ben gene de maçın güzelliğinden, karşılıklı hırs dolu mücadeleden keyif aldım. İkinci set rakip bizim önümüze geldiğinden yavaştan baskı yapmalarda başladı. Servisi dışarı atan ikizlerden biri olunca güzel oldu. Set başlarında Nati'yi yoklayıp hazırlıksız yakalamaları üzerine kötü manşetle bir sayı aldılar, bunun ardından gene onun üstüne yollayıp bir hataya daha zorladılar. Nati gibi çok güvendiğim bir oyuncunun hataları sonrası öne geçivermişlerdi. Haydi Fener haydi, tam zamanı şimdi diye bağırıyorduk. Teknik mola sonrası düzelemeyince hemen bir mola daha aldık. Bizim için saldır Fenerbahçe diye bağırıyorduk, rakip servislerine baskı yapmaya çalışıyorduk ama gidişat parlak değildi, fark biraz daha açıldıkça gene mola alıp daha ikinci teknik molaya varmadan haklarımızı tüketmiş olduk. Rakip oyuncular olağanüstü sevinçlerini sergilemeye başlamıştı, hatta köşedekiler yerlerini terkedercesine coşunca oralara doğru tepkiler geliyordu. Mola sonrası haydi kızlar bırakmayın diye sesleniyorduk, diğer yandan tezahüratın da kesilmemesi gerekiyordu, hiçbir sesin çıkmaması oyuncuların moraline de etki ettiğini biliyorduk, ölümüne...Fenerbahçe diye bağırıyorduk. Rakip oyuncuları damarları yerinden çıkacakmışcasına kasılarak yaptığı sevinçlere tepki verip hakeme görmüyor musun uyarsana diye bağıranlar oluyordu. Molada aşağıda ısınmak için koşu yapan güldeniz'e şimdi yüzün gülüyor değil mi diye laf atılıyordu. Saldır Fener saldır Fener sesleri arasında ikinci teknik mola sonrası farkı azaltmaya başladık, dörde inen farkla hemen molayı alıverdiler. Salonu ayağa davet eder gibi oldular, yahu bırakın şimdi kimse ayağa kalkmaz maça bakın diyordum, en azından ıslıklayın diye file arkasına doğru işaretler veriliyordu. İyice önümüzdeki rakibe yüklenmeye başladık, fark birer birer inecekti. Bu set ortasında değişiklikle oyuna giren Seda zor bir topu sayıya çevirdi, derin nefes aldık, bizim için saldır Kanarya lalay... diye bağırılmaktaydı, ama Naz'ın kritik bir servis hatası oldu. Koç gene bir takım değişikliklerle bu seti çevirmek için bazı çabalara giriverdi, bu aşamada karşımıza bir de hakem faktörü çıkıverdi. Setin kritik sonuna yaklaşırken, gözünün önündeki topu blok aut kararıyla onlara vermesiyle fark üç olacağına beşe çıktı. Benim tribünden gördüğüm temiz aut olduğuydu, hepimiz hakeme tepki vermekteydik, oyuncularımız da aynı şekilde tepki koyduğundan kararın yanlış olduğuna inanarak uğultular ıslıklar hakeme laf atmalar artıverdi. Hakem Katya'yı yanına çağırdı, rezalet sesleri ardından ilhami şaşırma sabrımızı taşırma sesleri yükselirken, oyuna yeni girmiş olan Çiğdem kaptanı yanına çağırınca uğultular gene arttı. Sanırım protokol tribünündekilerden verilen tepki için bir uyarı verdi, bravo hocam rakibi maça ortak etmenin yolunu iyi biliyorsun diye alkışlarla tepki veriyorduk. Sonrasında karşılıklı alınan verilen birkaç sayıda daha böyle hakeme doğru uğultulu tepkiler oldu. Ama set bir şekilde o noktada kırılıvermişti ve maçta 1-1 beraberlik oldu. Saha değiştirip bizim önümüzden geçen oyunculara haydi kızlar toparlanıp bunların hepsini yenelim diye alkış tuttuk.

Set arasında kızgınlıkla tribündekilerin hakem hakkındaki iyi! sözlerini dinlemeyi bırakıp, lavaboya gidiverdim, ter içinde kalmış üstündekileri çıkartan genç bir taraftar, biz bu kadar ter döküyoruz adamlar nasıl göz göre göre hırsızlık yapıyor diyordu. Tekrar tribüne döndükten sonra üçüncü set başlangıcı öncesi takım alkışlanıyordu. Henüz yerleşmeyip biraz durgunlaşmış tribünden saldırsana kanarya,bizim için vakıfbanka koysana diye bağırıyorduk. Birkaç hatalı pas, antene doğru uzatılan toplarda ayar bozuklukları oldu, diğer yanda ise poljak'ın iyi gününde olduğunu anlamıştık, bu maç her zamankinden daha dikkatli blok tutmak için yırtınıyordu.

Önümüzde bizim takımın olduğu sahada çizgiye düşen bir topa çizgi hakemi dışarda diye bayrak kaldırdı. Etraftakilerle sessiz sessiz gülüyorduk, bir set önce çocuğu, karşı sahaya düşen bir topa bizim aleyhimize içerde gösterdi diye uzun süre haşlamıştık, anlaşılan tepkiler bazen etki ediyor. Naz'ın birkaç kötü pasına etraftan tepkiler yükseliyordu, gene onları sakin tutmaya, tezahürat etmeye yöneltmek için çabalamak gerekti. Koçta taraftarın moral alkışları arasında pasör değişikliği yapıp, Naz'a birşeyler söyleyip köşeye yolladı. Bir süre sonra set uzadıkça tekrar dinlenmiş halde oyuna aldı.

Bu arada ikinci teknik molaya rakibi yakalayıp önde girivermemiz bizleri tekrar coşturmuştu. Üst taraftakilerin file arkasıyla Fener koy..şampiyonluk geliyor yapma arzusu vardı ama şimdi olmaz diye başka tezahüratlarla devam ettik. Fenerbahçe koy oley ooo derken buna karşın basit hatalar sonrası rakibin sayıları ile gene ıslık için yönlendirmeye başladık. Bir pozisyonda sayıyı kaybettiğimiz hücum sonrası Gamova sinirli halde Eda'ya birşeyler söyleniyordu, Eda'da biraz bozulup ne söyleniyor bu ya Allah Allah diyerek ondan uzaklaşıp file önüne geliverdi, bunu gören Nati hemen Eda'nın yanına gidip sorun yok gibisinden birşeyler söyledi, hatasını anlattı şefkatli haliyle takımı toparlama görevine büründü.

Setin son kısmında avantaj onlardaydı ve çok dikkatli defans blok yapmamız gerekiyordu, koç gene Naz'ı oyuna sürüverdi. Kritik yerde Gamova'nın üç metre hatasıyla üç sayı geriye düşmüşken son molamızı kullandık. Mola dönüşü gene alkışlarla haydi kızlar diye bağırıyorduk. Gelen sayı ardından coşkuyla bizim için saldır Fenerbahçe temposu tutulmaya başlandı, bir sayı daha geldi, bütün salonu ayaklandırmak isteğiyle yanlara file arkasına doğru ayağa işaretleri yapılıyordu. Çok yoğun uğultular arasında artık sakız çiğnemeyi bırakmış olan neslihan servisi fileye takıverdi. Blok yükseltme düşüncesiyle İpek'te giriverdi. Müthiş soluk kesen ralliler ile sayılar gidip gelmekteydi. Set sayısı için servis atacak olduysakta değerlendiremedik, hem onların hücumlarını yuhalıyor, bizim savunmadan çıkardığımız topları alkışlıyorduk, aldığımız sayıyla kısa süre servis atana kadar tezahürat ediyorduk. Katya bu set son aldığımız sayıda bütün gücüyle parkeye gömüverdi ama bunun sonrasında avantajı ele geçirip, iyi manşet alamadığımız bir topa vuruşunu rahat blokladılar ve seti alıp öne geçiverdiler.

Kazanacağımızı düşünüp bütün çabayı sarfettiğimiz böylesine uzun bir seti kaybetmek herkes için üzücü olmuştu, onların sevindiğini görmek sinirleri geriyordu, hepimiz koltuklara oturup dinlenmeye başladık. Nedir bizim bu halimiz yahu, sürekli 3-2 yapmaya uğraşa uğraşa tribünde telef olcaz, bu vakıfbanklılarda nasıl asılıyor maça, çok sağlam final serisi oluyor diye kendi aramızda konuşuyorduk. Mehmet Ali Beyde protokoldeki yerinden ayrılıp bir git gel yaptı, sigara içiyor mu bilmiyorum ama bu sebepten olabilir. Gene arkadaşlardan biri gidip büfeden on tane falan su almış olarak dönüverdi, etraftakilere dağıtırken bir tanesini bana vermesiyle maç ortası su içmiş olmanın verdiği boğaz rahatlığıyla, kaldığımız yerden dördüncü sete başlamıştık.

Dört sayı farka ulaşmamızla güzel bir giriş olmuştu, haydi be hani tezahürat, niye ses çıkmıyor diyerek tribünün üstündekilere doğru bakınıyorduk, aralarında gereksiz yere tartışıyorlarmış, bazı ağabeyler o aralara doğru gençlerin içine giriverdiler. Bu set bizim önümüzde olan rakip takımla uğraşmalar devam ediyordu, diğer yandan farkı açarak teknik molaya önde girdik. Bitmez tükenmez aşkımız...diyerekten devam ederken, bir iki sayı daha gelince spanish matador melodiyle coşma moduna bağlandık. Sağa sola doğru zıplayıp oooooo...uhh laylalay.... diye giderken, bizim yedeklerde uzak köşede alkış tutup birbirlerini sağa sola sallıyorlardı, salon genelide alkış temposuyla katılmaktaydı. Basılan smaç ve bloklarla majaa poljaak diye onun kolunu ona iade etmeye başladık. Bir pozisyon smacımızdan seken topu arka alana koşarak çevirmeye uğraşmalarıyla büyük bir uğultu kopardık, atlasalarda yetişemeyip yerlerde süründüler, bizim onlarla dalga geçmemize bozulup kötü kötü bakarak gözlerini deviriyorlardı.

Rahat durumda olan skor yavaştan erimeye başlayınca, tempo tutmaları bırakıp gene sahaya konsantre olmaya yöneldik, yanındakiler amigo Yücel'e seslenip sahaya ıslık diye gösteriyorlardı, yukarıdakilere yahu bırakın şimdi yan tarafı tezahürata çağırmayı, bir skorborda bakın önce diye kızıyordum, fark ikiye kadar inmişti, tekrar yap-boz tarzına dönmemiz gerekmişti. Sahaya baskı yaparaktan seti almak için uğraşlara girişmiştik ki, tam kritik anlara gelmişken, bugün ceketiyle gömleğiyle spor tarzda havalı havalı gezinen emniyet amiri bizim tribünün önüne geliverdi. Belli ki en ön koltuklarda duran bir iki kişiyi üst koltuklara çıkartmaya gelmiş. Arkasından damlayan polis görevlilerini çekiştirip, temizleyin etrafı koridoru dedikten sonra üste itilerek boşaltılan oradakilere, yaptığınız taraftarlık mı barbarlık mı belli değil diyerek gitmek üzereydi. Adama sezon boyu uyuz olduğumdan, geçen haftalarda dışarda kalan taraftarlara olan tavırlarını da bildiğimden, sizin yaptığınız da polislik mi oluyor yani diye seslendim. Giderken duyunca arkasını dönüp bakıverdi, "kim söyledi", ben demem üzerine, ne dediniz bir daha söyleyin diye üsteledi. Göreviniz bu mudur yani, ortada sıkıntı yokken tam maçın en kritik zamanında buraya gelip lüzumsuz yere gerginlik yaratıyorsunuz dedim. Emniyet amiri, "beyefendi ben burada kuralları uyguluyorum, koridordan kimse doğru düzgün geçemiyor" deyince, size şikayet eden mi oldu dedim, "alınan kararlara saygı duyacaksınız, o kadar" dedi, hı hı tamam tamam efendim hadi bir gidin de maçımıza bakalım dememle daha da sinirlendi, işaret parmağını bana sallaya sallaya sizinle görüşeceğiz, gözüm üzerinizde, bunu yazıyorum diyerek gitti. Etraftakiler de zaten adamlara ses çıkarmadıkça böyle stadlarda, salonlarda tepemize biner oldular diyordu. Şu sezon karakolluk olmadan biterse güzel olacak.

Bu esnalarda sanırım mola alınmıştı, onun için sayılarda fazla bir değişiklik gözükmüyordu, bu gerginlikleri savuşturup tekrar sahaya konsantre oluverdik, sayı krizine giren takım sonunda krizi atlatmıştı. Haydi Fener haydi, tam zamanı şimdi diyerekten gelen sayılarla tekrar rahatlamış şekilde tezahüratlarla set set tempolarıyla bitiriverdik. Sarı Melekler oooo diye bağırıyorduk ki, ilginç şekilde saha değişimi yapıldı, ben hala bu beşinci sete uzadığında neye göre saha değişimi yapıldığını çözemedim. Kimi zaman dördüncü seti bitirdikleri yerde başlıyorlar, bu sefer ise tekrar saha değiştirip bizim oyuncular önümüze geçiverdi, öndeki ağabeylerde neden saha değiştirildi ki diye kızıyorlardı. Ben oturmuş dinlenirken yan taraftan amigo Yücel'in taraftara motivasyon konuşmaları geliyordu.

Takımlar sahaya girerken gene alkışlıyoruz, arkadakiler haydi ayaklanın diye onlara seslenerekten, alkış tutmaya başladık. İnandık size bu sene... ardından şampiyon Fenerbahçem ne istersen iste benden.... gibi bana göre o an yapılabilecek en kötü yorucu tezahürat seçimleriyle sete girince fazla ses çıkmadı. Sayıyla başlangıç yapan biz olmuştuk, karşılıklı sayılar gelmeye tansiyon yükselmeye başladı. Yan taraf ile karşılıklı Fener koy koy koy şampiyonluk geliyor yapılırken saha değişimine bir sayı farkla girebildik. Karşı tarafın köşeden bir hücumuna tekli blokta yakalanan Naz'ın anteni hizalayarak sıçrayıp, rakibin topu nereye vuracağını hissederek elini yan tutarak yaptığı blok aklımda kalıverdi, güzel bir sezgiydi ama gerçi bu set miydi yoksa bir başka set mi unuttum. Artık iki tarafında sayı sevinçlerinden hırs akıyordu, Eda hoplaya zıplaya yumruklarını sıkarak sanki tribünden uzun boylu bir kızı oraya koymuşuz gibi seviniyordu, gerçi diğerleri de ondan farksızdı, Katya resmen coşuverdi. Doğal olarak biz de coştuk spanish matador arribaa diyerekten hoplamaya zıplamaya başladık. Rakip bizim önümüze geldiği için yolladığımız servisler düşerken baskı reaksiyonlarına da başlayıverdik, onlar topu kaldırabildiyse gene uğultularla blok defans diye bağıra bağıra takımla beraber savunmaya girişmiştik, tabi bu dediklerimi öyle bütün tribünün yaptığı falan yok, öyle olsa zaten inanılmaz olurdu anca belli bilinçteki kesim daha baskın uğraşıyor. Bir klasik olarak çirkefçe itirazlar sergilemeye başladılar, alışmıştık artık bu duruma, tepkiler vermeye başladık. Haydi artık Fenerbahçe aşkına herkes ayağa diye salon gaza getirilmekteydi, maçı almak için daha fazla enerji birleşimine gidildi. Gene file arkasıyla Fener koy koy koy şampiyonluk geliyor tezahüratı büyük bir hırsla karşılıklı bir süre yapıldı. 2-3 sayıda gezinen fark matador melodisi yapılırken erimişti, arkalara dönüp tamam durun artık fark bire indi diye uyarmak gerekti. Neslihan'ın servisini büyük uğultular arasında hatta onların yedek oyuncuları falan da kulaklarını kapatırken kırmamızla, ona doğru deşarj olduktan sonra spanish matador arribaaa diyerek gene alkış tutmaya başlamıştık,molaya ve müziğe rağmen artık susacak dinlenecek birşey yoktu, maç sayısına varmıştık, coşku katlanarak devam ediyordu.

Nasıl olduğunu çözemediğim bir fizyolojik kıvama girip filenin önünde bükülerekten top taşıma yapıverdiler, hakemin sayıyı işaretiyle maçı kazanmanın coşkusu salonu sardı. Birdenbire yukarlardakiler Arjantinlilerin gol sevinçleri gibi önlere doğru akın ediverdiler, tam komediydi. Her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırıyorduk, oyuncular tebrikleşirken, ...koyduk mu melodisini yaptık. Karşı yarı sahadaki oyuncularımız filenin altından geçip bizim önümüze geldiler, medyaya pozlar verilmişti, zafer pozları ardından, yerlere yığılmış vgstt oyuncularının bakışları arasında şampiyon diye tempo tutuldu, oyuncular da da aynı şekilde bağıranlar vardı. Sonra etraftakilerin bir sessizlik anı kollandı, Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener yapacaktık, ilk deneme taraftarların farkında olmaması üzerine güme gitti. Bir daha senkronize olduktan sonra oyuncuların da bu sefer her zamankinden daha gür sesle katılımıyla sağlam şekilde yapıldı, sonra file arkasındaki taraftarların alkışlarına karşılık verdiler.

Çoğu vgstt oyuncusu büyük moral bozukluğuyla çoktan sahadan gitmişti, birkaç tanesi önümüzdeki alanda soğuma hareketleri yapıyordu. Bizim oyuncular arasından gene ilk çağırılan Nihan oldu, sonra Çiğdem kaptan derken, Eda'nın gelmesiyle bu taraftar seninle gurur duyuyor diye bağırıldı. O da ağzını o geniş gülümsemeyle yayıp sessizliği bekledikten sonra bu takım sizinle gurur duyuyor diye bağırıp alkışla gitti. Uzak sahadaki Katya yerde fizyoterapistle soğuma hareketlerini yapıyordu, tezahüratlara yerden el sallayabildi. Nati çağırılınca, uzaktaki benchten kalktı geldi, Nati we love you sesleri sonrası, bende sizi diye kalp çizerek döndü. Seda'yı tam kapıdan çıkmak üzere görünce hemen ona seslenmeye başladık, el sallayarak gitti.

Minik taraftarlarımız ellerinde kağıtlar koştura koştura önümüzden geçtiler, merdivenlerden heyecanla inip aşağıda ablalarından imza almaya gidiyorlardı. Songül, Naz, Alice Blom, Frauke derken çoğuna tezahürat yapılmışken ,ortalık boşalınca hala yerde olan maja poljak'a da sataşıverdik, maç boyu bol bol gösterdiği kolunu iade etmemize sindire sindire bakıyordu. Ortalıktaki taraftarlar azalmıştı, ben lavaboya gitmişken, gelenler emniyet amiri geldi etrafa bakınıyor diyordu, beni mi arıyor yoksa diye bir dışarı bakıverdim, etrafa bakına bakına file arkasını geç boşaltan birileriyle tartışıyordu, sonra tekrar tuvalet kuyruğuna girip çıktığımda ise ortalıkta yoktu, pankartları toplayanlarla beraber oyuncu çıkış lobisine doğru yöneliverdik.

Aşağı inerken son futbol maçındaki Fenerbahçe çok pis koyar bestesini hem vakıfa hem güneşe diyerekten sansürlü söylerek keyifle iniyorduk. Gene dar alanda kalabalık göze çarpıyordu, birdenbire aaa Anjaa sesleri yükselince şaşkınlıkla Anja'nın maça gelmiş olduğunu yeni farkettik. Geçen sezon onu çağırdığımız şekliyle Anja Anja-Anja diye bağırmaya başladık. Ok ok hala aynısınız dedi sırayla hepimize sarılmaya başladı, özledik seni dememle, bende sizi özledim, onun için geldim işte dedi. Arkadan gelenlerle Sineji Anjaaa Sineji Anjaaa (gerçi nasıl yazıldığını tam bilmiyorum) diye tezahüratlarımıza etraftakilerde gülmeye başladı. O gözlerini kısan gülümsemesinin ardından Fener-bahçe oley diye karşılık verince alkışlar yükseldi. Anja şimdi nerede oynuyorsun, Rusya'dan ayrılmıştın galiba dememle, evet Rusya´dan ayrıldım‚ şimdi bir kontratım yok‚ sezonlar tamamlandı‚ artık gelecek sezonu bekliyorum dedi. Geçen sezon Anja sık sık erkek takımı maçlarına Grbiç'in eşiyle birlikte geldiğinden tribünde bizlerle zaman geçirdiği çok olurdu.

Sonra Violet Duca ardından İnessa Korkmaz görününce onlarla konuşmaya başladı‚ içerideki kısıma doğru kayboldu, büyük ihtimal koç ile görüşüyordu. Bizde diğer çıkış yapan oyuncularımızla konuşmalara daldık. Sonra acaba nerede diye bakmaya kapıya doğru birikmişlerken, elinde fotoğraf makinesi olan bir taraftarımız beni tebrik ediverdi. Ne için olduğunu anlayamadım, tribünden maç boyu takıma moral desteğimizi takdir ettiğini hem de mavi gömlekliye çok iyi posta koyduğumu söyledi. Sürekli maçlara geldiğimizden bunlara alışkın olduğumuzu söyledim.

Bir süre sonra ortaya çıkınca tekrar Anja´yı yanımıza çağırdım‚ fotoğraf makinesi olan arkadaşla hep beraber resim çektirelim istedik. Poz vermek için yanımdayken gene kendisini özlediğimizi söyledim‚ İstanbul´a dönsen güzel olurdu‚ bize olmasa bile hangi takıma olursa olsun‚ Türkiye'ye dön de farketmez, seni daha sık görmek‚ maçlarda desteklemek hoşumuza gider dedim. Ben de çok isterim İstanbul´a dönmeyi ama bilmiyorum bunun için önce bir teklif olması gerekiyor‚ Fenerbahçeyi taraftarları özlediğimden destek olmaya geldim dedi. Umarım gene görüşürüz dedim‚ diğer arkadaşlarda tercüman olmamı isteyip ona birşeyler söylediler‚ Türkçeyi iyi öğrenmiştin diye takılmamız üzerine (Türkçe) yok be‚az birşey demesiyle güldük. Katya koridordan çıkmıştı onun yanına gidip sohbet etmeye başladılar.

İnessa da yanda olunca, henüz Katya çıkmamışken ona Türkçe sorayım dedim, Katya kalacak mı, istiyor mu kalmayı deyince, cevaplamada biraz bocaladı, gülüp kırık Türkçesiyle ee hep böyle sorularla bana geliyorsunuz ama bende bilmiyorum dedi. Tamam o zaman baskı kurmadan şunu sorayım, mutlu mu burada, hep ülkesini özlediği için mutsuz olduğunu söyleyip duranlar var dememle. "ee yani sizde her maç görüyorsunuz zaten, İstanbul'da çok mutlu,takımı seviyor,taraftarı seviyor, beraber restaurant bile satın aldık yani, mutlu olmasa olur mu" dedi (Bozcaada'da bir restaurant almışlar ki yazın fırsat olursa ziyaret edeceğimizi söyledim, bekleriz tabii dedi)

Diğer yandan Violet Hanımla daha önce yazdığım şeyleri konuştum, sonra Abdullah Paşaoğlu'nu görünce Abdullah Bey voleybolun Messi'si ni aldığımız haberleri çıktı, doğru mu diye sordum."Palavra bunlar, hepsi palavra" deyince ama resmi dergide Hakan Dinçay böyle söylemiş dememle, "kesinleşen birşey yok ama çok kaliteli oyuncularla ciddi görüşmelerimiz var" dedi. Babası başkalarıyla birşey konuşmaya dalınca yanındaki oğlu Adnan hadi baba gidelim artık demeye başladı. Ona da kendi yayınlarını Fenerbahçe tv'ye verdiklerinde bir ses kesilmesi mi oluyor, çünkü dspor ile FB tv arasında ciddi ses farkı oluyor, taraftar sesleri falan fazla duyulmuyor dedim. Teknik konuları çok bilmiyorum ama bizdeki yayının aynısı onlara da aktarılıyor, belki üste konulan yorumlar nedeniyle ses tekniğinde birşeyler yapılıyor olabilir dedi.

Neyse onların yanından diğer tarafa döndüm, bizim oyuncuların bir kısmı çıkıyor, bizim taraftarlarla bol bol makara dönüyordu, resimler çektiren,imzalar alanlar da vardı. Seda çıkınca ellerimizi çaktık, hadi az kaldı artık dedim. Kamerayı benim elime tutuşturdular, taraftarların hepsini birlikte çekiverdim. Alice ve Frauke ile toplu resimlerini de çektim. Taraftarlardan biri girişteki sıranın üzerine bir forma koymuştu, maçlara gelemeyen engelli bir taraftarımıza hediye için imzalatılıyormuş. Onlardan da imza atmalarını rica ettik, Alice perşembe kupayı alıyoruz değil mi deyince, umarım öyle olur güzel bir maç ile sezonu bitiririz dedi,formayı imzaladıktan sonra bye bye diyerek gittiler.

Koç çıktığında da herkesle çak yapmaya başladı. Koç hani 3-0 ne oldu,söz verdin diye takılıyorlardı, gülüyordu ama güzel maçtı dedi. Maç güzel ama biz de bayıldık bittik gibi komik jestlerle durumu anlatıyorlardı. Sizin performansta çok iyi diye taraftarlara teşekkür etti, ama koç yüksek performans tamam da çok yorulduk, bizi öldürmek istemiyorsanız artık seriyi uzatmadan bitirelim deyince tamam perşembe görüşürüz iyi akşamlar diyerek gitti.

Biz onunla şakalaşırken aradan sıyrılmakta olan Nihan'ı yakaladık, bugünkü oyunu için tebrik edip formaya imza attırdıktan sonra Nihan şampiyon olunca üçlü de çektirirsin artık diye takılmamla, tabii yaparız dedi. Songül'de onun gibi sıyrılmıştı, şakalarımızdan kurtuldu bu sefer. Gerçi dışarda da bekleyen az sayıda taraftarlar vardı, onlar da çıkanlarla resim çektirmek için bekliyorlardı. Naz çıkınca onunla da toplu resimlerini ben çektim, Naz durdun durdun sezonun sonunda coştun dedik, biraz öyle oldu diye veda etti yanındakilerle gitti.

Kaptan çıkınca yok dedim bu sefer resmi ben çekmem, ben de pozun içinde olcam diye adaşım olan başka bir arkadaşa kamerayı verdim. Perşembe bitiriyoruz artık sezonu değil mi, her maç uzatmalarla çok yorulduk kaptan, siz de yoruldunuz biz de dememize, "inşallah,biz de mümkün olduğunca çabuk bitirmek istiyoruz, sizi de daha fazla yormadan kutlayalım kupayı" deyince yorulmak değil sizin için ölürüz diyenler oldu, sağolun diyerek ayrıldı.

Katya çıkmıştı, ayaküstü Anja ve İnessa ile sohbet ediyordu, gitmek üzerelerken yanına gittim, Katya biliyorum fazla poz vermeyi sevmezsin ama hadi bizim için bir poz lütfen dedim, bir tane toplu olacak deyince, yaa hepberaber mi ok diye parmaklarını sakın kandırmayın gibisinden salladı. Bunun üzerine herkes toplanıp diziliverdi, ortaya mı alsak dedim, yok yahu onun yanında cüce gibi kalırız, sol tarafta dursun dediler, o şekilde resim çekildi, iyi akşamlar dedikten sonra gittiler.

Biz de gene etrafta diğerleri ile makaraya devam ediyorduk. güldeniz çıkmıştı, onunla iyi sohbeti olanlar, güldeniz ne oldu hani gülüyordun maçta diye takıldık. Annesi miydi bilmiyorum bir hanımefendi sevmiyor musunuz kızımızı deyince, olur mu öyle şey biz güldeniz'i seviyoruz, maja poljak'ı sevmiyoruz dediler. Bunun üzerine hanımefendi dönüp onlara birşeyler anlatmaya başladı. Rakip koçta keyifsiz halde çıkıyordu, ciao gio diyerek el çaktık.

Hakem ilhami şenyurt ve yardımcı hakem çıkmaktaydı, etraflarını sardık, hocam hatalarınız oldu, niye blok aut verdiniz orada diyerek sıkıştırıyorlardı, gülerek yok canım dedi. El sıkıştık, tebrikler hocam , gelecek maçı size vermezler değil mi, sırayla oluyor herhalde dedim. "Yok tabii ki artık maç vermezler bana" ohh iyi öyleyse perşembe seriyi bitirirsek sezonu kapattık yani, sizden bir süreliğine kurtulduk diye şakalaştık. Gülerek 3-5 aylığına kurtulursunuz diyerek iyi akşamlar arkadaşlar dedi gittiler.

Eda çıkmıştı, dizinde kocaman bir buz torbasıyla ağır ağır yürüyordu. Ne oldu Ediş iyi misin dedik, uff çok ağrıyor diyordu. Eda tam taraftar gibisin falan takılmalarına e zaten taraftarım diyordu, formaya imza aldıktan sonra resimler çekildi, erkek arkadaşı ile çıkacakken maja ile konuşmakta olan Anja'ya seslendi, haydi gidiyoruz diye, herhalde birlikte gideceklerdi. Anja bizlere çak yaparaktan geçiyorken, Eda bize döndü, alkış tutarak sineji Anja diye bağırmaya başladı, hepberaber ona katılıverdik. Turnikenin üstüne vura vura tezahürat edince görevliler aman arkadaşlar diye yanımıza geldi. Anja dönüp teşekkürler hepinizi seviyorum diyerek giderken, i love you Eda diye bağırıyorduk. Turnike metali üstüne vurup ses yapanlara aman kamu malına zarardan başa bela almayın dedim.

Eda ile resim çekilirken maja'ya bakış atıyorduk, çağıralım onunla da resim çektirelim mi diye, onun maçtaki hallerini taklit ederek kolunu sıyırıp poz vererek maja'ya takılmaya başlayanlar oldu. Kıza o hareketleri yüzünden saldıracak değildik ama böyle bol bol sataşıp moral bozmak keyifli oldu, giderken de ipod kulaklıklarını geçirdi çıktı.

Hadi artık gidelim diyorduk ama Nati çıkmadı yahu dediler, tam o sırada lafın üstüne kapıdan gözüktü. Natii Nati Nati diye seslenmeye başladık, bize gülüp şşşt diye takılmaları bastırmaya başladı. Sonra haydi Nati fotoğraf çektirelim diyerek aramıza davet ettik, Marcus nerede dememle, evde, okul var dedi. Ama perşembe kupa törenine gelsin dedim, fotoğrafı çektirelim dedik ama herkes poz için yer tuttuğu halde makinede bir tutukluk vardı, çekecek olan arkadaş defalarca deneyip olmayınca, makinenin sahibi bir ayarlama yaptı. O esnada yanımdaki Nati'ye kusura bakma biliyoruz yorgunsun, şimdi seni böyle bekletiyoruz dedim. Yoo ben iyiyim, hiç problem değil, siz de benim kadar yorgunsunuz dedi.

En sonunda fotoğraf çekildi, ardından formaya imza atmasını rica ettim. Ardından Nati sen yıllarca İtalya'da oynadın, bir sürü ülkede maçlar yaptın, taraftarları kıyaslarsan, İtalyanlarla bizim taraftar... dememe kalmadan "yoo yapamazsı
, karşılaştırma bile yapılamaz, olmaz, italyanlar out (baş parmaklarıyla aşağı doğru gösteriyordu) Buradaki çılgın taraftar coşkusu,sevgisi gibi hiçbiryerde görmedim" dedi. Şimdi biz soruyoruz diye böyle abartıyorsun diye güldüm, "yoo hayır, gerçekten maçlarda ekstra güçle uçuyoruz sanki"
Peki geçenlerde stada geldiniz,futbol maçı öncesi tur attınız, orası nasıldı, beğendin mi diye sorunca "(dudağını ısırarak) bayıldım, muhteşemdi, böyle bir atmosfer kutlama görmedim, Katya ile şaşkınlıkla birbirimize bakıyorduk (kollarını gösterip) tüylerimiz diken diken olmuştu" dedi. Teşekkürler Nati, seni çok seviyoruz dedim.

İzmir'den final maçlarına gelen avukat Murat ağabeyimizin formasına da imza atacaktı, ama o çantasında kalemini ararken, Nati kendi bir kalem çıkardı, sonra diğer formayı imza için kullandıkları tahta kalemini kullandılar. Böylece onu da fizyoterapist eşiyle uğurlayıp, bizde salondan çıkalım dedik.

Çıkış kapısı kapatılmıştır zannederken, öyle olmadığını gördük, bu şekilde dışarıya döküldükten sonra artık perşembe günü kupayı kazanmak üzere salonda görüşürüz diyerekten evlerimizin yoluna düştük.

2 yorum:

Güray Gürsoy dedi ki...

Kerem helal olsun abicim bu kadar
doyurucu bir anlatım olamazdı.
Baştan sonra her şeyi en ince
ayrıntılarına kadar anlatmışsın.
Ayrıca enerjine bravo yani.
Dediğim gibi en az oyuncular kadar
efor sarfediyorsun(uz).
Bir kere daha helal olsun.
Aman diyeyim abicim Amire dikkat :))
Başın derde girmeden bitsin şu lig hayırlısıyla bugün.

mustafa halıcı dedi ki...

Sakıncası yoksa resimleride paylaşabilirmisin?