24 Ocak 2010 Pazar

Eczacıbaşı - Fenerbahçe Acıbadem Kerem'in Gözüyle Salondan İzlenimler.


İstanbul'un uzun zamandır beklediği kar yağışı futbol maçlarını durdurabildiyse de, bizim Sarı Meleklerin Ayazağa'ya varıp ilaçcıları yenmesine engel olamadı. Çok olağandışı durumlar oluverse, maç ertelenseydi, belki ilerleyen zamanda Mirka iyileşip karşımıza çıkabilirdi ama ben gene de biraz daha zorlasalar da bu takım oyununu altedebileceklerini hiç sanmıyorum. Belki Mirka'yla oyundan hemen kopmayıp ikinci teknik molaya önde girmeyi başarabildikleri bir set görürdük. Zira yanılmıyorsam bugün hiçbir teknik molaya önde giremediler.

Aslında onun oynamasını neredeyse salonda konuştuğumuz herkes istiyordu, daha çekişmeli bir maçta taraftarlık yapmak daha güzel olurdu. Mirka ısınmalar zamanı salona girip takımdan farklı eşofmanlarıyla bir koltuğa oturunca oynamayacağını anladık, bizim de keyfimiz kaçtı.
En tehlikeli silahları, geçen sene benimde çekindiğim Mirkası olmayan ilaçcılar kafadan teslim oluvermiş, fazla uğraşmaya gerek kalmadan setler bitti. Eğer oynasaydı neredeyse dokunacak kadar önümüze gelen rakip oyuncuları biraz daha bozmak için çaba sarfedip daha fazla yorulabilirdik. Tersi durumu düşünsek, bizde Gamova oynamıyor olsa bile maçı alamayız diyen çıkmaz herhalde.
Gamova dedim de oyuncuların bir kısmı diğer taraftan atarken ,o ise hep tam sağ dipten önümden servis atıyordu, servis öncesi ona yakından tezahüratlarımıza rağmen müthiş bir konsantrasyona giriveriyor, etrafına bir mimik bile oynatmıyor.

Salonun çalışan tek ufak skorbordu bizim arkamızda kalıyordu. Saat falan yazmıyordu bile, arada bir ona kafa çevirip skora bakmak gerekiyordu ama aslında hiç bakmaya bile gerek olmayacak rahatlıkta bir oyun akıyordu önümüzde. Hele ikinci set taraftar coşup kopuverdi ki set sonunun geldiğini de takımın sevinmesinden anlayabildik.

Benim salona gidişim oldukça aktarmalı bir yolculuk oluverdi. Öğlen eve geldiğimde otobüs organizasyonu olacak mı diye kısa bir süreliğine bağlanıp netten kontrol edince göremedim, ayarlanamadığı söylenmişti, ama sonradan kesinleşmiş, benim gözümden kaçmış. Ben ise evden daha önce yola düştüğüm için biraz kendim kaşındım. Herneyse bu havada köprü üzerinden trafik yoğunluğu olur diye Beşiktaş'a geçeyim dedim. Oradan 4 Levent üzerinden Ayazağa garaja giden tek bir otobüs seferini kullanma planı yaptım.
Ama Beşiktaşta gördüm ki duraklar tıklım tıklım dolmuş. Minibüs kuyrukları upuzun, vapur seferleri iptal olmuştu zaten, minibüs-otobüs falan da gelmiyor. Yarım saatlik bekleme sonrası karşı yakaya geçen iki otobüs harici hiçbirşey gelmediği gibi önümdeki Barbaros Bulvarı trafiğide kilitlenmiş gibiydi.
Hemen en iyisi ters şerite gidip metroyu kullanıp 4 Levente varayım dedim. 4 Leventte maça gitmek için otobüs bekleyen birkaç taraftarla karşılaşınca onlarla beraber gelen 41 SM ile salona vardık. Otobüste eczacıbaşının vefalı birkaç taraftarı da vardı, onlarda maçtan pek ümitsiz olduklarını söylediler. Biz 4 Leventte otobüs beklerken acaba bu havada gelemezlerde erteleme falan olur mu, boşuna yollara düşmüş oluruz diye konuşuyorduk ki bizim takım otobüsü geçiverdi, otostop yapmaya da fırsat olmadı

Minibüs-motor (karşıya geçmek için)-otobüs-finiküler-metro-otobüs şeklinde bir kombinasyonla iki buçuk saat falan sonra salona vardığımda bizim Kadıköy'den otobüsle yola çıkan taraftarlarda yeni gelmişlerdi. Salonun kafe kısmında kalabalık halde dağılmışlardı. Oyunculardan bazısı ve koç sıcak birşeyler içmek için kuyruktaydı. Eda hem kek hem çay almıştı, ayak üstü ona takıldık, bize sordu "nasıl geldiniz,birinci köprüden" mi diye, onlar trafikte bayağı sıkılmışlar, dedim bizi hiç sorma anlatmayalım.

Ayazağa salonu; ana girişinde direkt lobi içinde soyunma odaları, kafe kısmı, tuvaletleri ile aynı yere çıktığı için oyuncuların hepsi ile içiçe olunan biryer. Onlar soyunma odalarına yerleşip hazırlanırken, salon içinde genç bayanlarda maçımızın sonları oynanıyordu. (3-0 yenilmişiz) Birdenbire Acıbadem ambulanslarından biri gelip sedyeyle içeri giriverdiler. Ben o sırada tuvalete gitmiştim, geri döndüğümde bizim soyunma odasından maçta sakatlanan Merve'yi götürdüklerini söylediler. Daracık tuvaletide teknik ekipler, hakemler, taraftarlar falan kullanınca kuyruk oluverdi.

Yerli oyuncular soyunma odasından lobiye gelip gidiyordu ama yabancı oyunculardan çıkan göremedim, bir çift laf edemedik. Yolda tanıştığım Kıbrıstan gelen bir taraftar Gamova'yla resim çektirme arzusundaydı ama başarılı olamadı galiba. Hakem Ümit Sokullu'yu görünce bu havada buraya maç izlemeye mi geldi diye düşünüyordum ki meğer maçın hakemiymiş, taraftarlarımız arasında sevilen biri değil zaten.

Lobi kısmından salon içine girilen kapıdaki görevliler Fenerbahçe taraftarları dışardan dolaşıp kendi taraftarlarına ayrılan yere girecek deyince tekrar salon bahçesinde karlara bata çıka ters köşeye gittik. Bu sefer yaşattıkları tek sıkıntı bu oldu, bunun haricinde üst araması falan bile yapmadılar. Biz birkaç kişi yerleştiğimizde henüz asılmış pankartlar vardı ama taraftarların çoğu kafe kısmında zaman geçiriyordu. Geçen seneki final serisine göre farklı olarak bu sefer komple file arkası tribünü rakip taraftar olarak bizlere verilmişti. Zamanla kalabalıklaşmıştık ki oyuncular tek tük ısınmaya çıktı. En ön sırada birkaç arkadaşla yanyana oturuyorduk, oyuncularla bol bol şakalaştık. Oyuncular eşofmanları çıkarınca çubuklu forma giyeceğimizi gördük, hoşumuza gitti. Nihan'a da yeni forman yakışmış diyenler oldu.

Seda ve Nihan benim hizamda manşet-smaç çalışan ikiliydi. Seda'nın smaçları sık sık sekip kafamıza gelmeye başlayınca "Vurdu mu öldürüyor,Terminatör Seda" diye bağırmaya başladık. Nihan'a manşetine kurban koru bizi falan deyip güldürüverdik. Önümüzde ki en ön sırayı boşalttırıp oturan polis amcalar kafalarına topları yiyince kaçıverdiler. En sonunda Seda Nhan'ı çağırdı daha fazla yaralı çıkarmayalım biz sahaya paralel çalışalım dedi. Oyuncular ısınırken Jan de Brandt'ın vurduğu topları çıkartanlara bir oley çekiyorduk. Diğer grupta ise Kamil hoca daha acımasız vuruyordu toplara. Artık salona iyice yerleşen taraftarlardan bir tezahürat yükselmeye başladı. Uzun süre kesmeden bunu söyleyiverdik.

Bu karda, bu kışta, bu kıyamette
Senin için burdayız biz Fenerbahçe
Soğuktan üşüsek, titresek bile
Sana olan aşkımız bitmez Fenerbahçe

Tezahürat kesilince, takımın karşı sahaya smaç-servis çalışmaları başlayacakken Fenerbahçe buraya diye bağıranlar oldu, onları boşverin çağırmayı, kızlar ısınmaya devam etsin, sonra çağırırız diye yumuşattık.

Neyseki eczacı oyuncuları pek doğru düzgün vurmadıklarından toplar bize sekmeden ısınmaları bitti. Tam oyuncular anons edildiği sıralarda veya öncesiydi, Mehmet Ali Aydınlar, Aziz Yıldırım ve Nihat Özdemir salona giriverdi. Artık hak mahrumiyeti cezası biten Hakan Dinçay,Cihan Kamer ve maçları kaçırmayan Mehmet Ali Aydınlar'ın kızı daha önceden salonda yerlerini almıştı. Bizim oyuncular anons edilirken Frauke'nin girdiğini görünce açıkçası bu salonda yıllarca oynayan Naz'ın eski takımına, kendisini istemeyen yabancı koça karşı oynamayacak olması kötü oldu diye düşündüm. Ama maçın genelinde Frauke'nin güzel oyunu ile bu fikir bir daha anımsanmadı. Başkanların geldiğini gören taraftar gene "Bu karda,bu kışta,bu kıyamette...." diye bağırmaya başladı.
Sessizlik anında tribünün solundaki bir grup "3 sette bitirin daha rakı içecez" diye bağırıverdi. Maçın sonlarına doğru gene "Bu sette bitirin daha rakı içecez" diye bağırıyorlardı.

Maç başlangıcında Fenerbahçe tribününde yaklaşık 60-70 kişiydik. Galiba biraz daha gecikip ikinci sette gelen bir 10 kişi daha oldu. Kendi sahasında oynayan eczacıbaşının Tigers pankartının orada 10 tane falan bağıran taraftarı vardı. Belki hava güzel olsa hep yaptıkları gibi servislerle çocukları getirip ellerinde bayraklarla salonu doldurabilirlerdi. Aslında o çocukların tiz sesleri hiç çekilmezdi, böylesi iyi oldu.
Maça "Sen bizim canımız,sen bizim kanımız..." bestesiyle giriverdik. Uzun bir süre bunu söylemeye devam ettik. Ne olduğunu anlamadan ilk teknik molaya geliverdik ki, rakip sadece bizim iki hatamızdan sayı alabilmişti, . Aramızda anlaşılan maçı rahat bitirecez, hiç bir hücum yapamıyorlar diye konuşmaya başladık. Güzel güzel tezahüratlarla oyun devam ederken Beppe zırt pırt mola almaya başladı. İki molasınıda erkenden kullandığında ya 11 ya 12. sayıyı almıştık bile. Oradan sonra ufak bir seri yaptılar ama maç boyu böyle zamanlarda gene iyi servislerle altın madeni Natalia'yı bulmaya başladık. Arada bir sessizlik anlarında bu eczacı taraftarları oradan buradan, bir kısmı bizim bestelerden olan birşeyler söylemeye çalışıyordu, kendi kendilerine 5'er li bölünüp karşılıklı tezahürat yaptıklarını görüyorduk. Birkaç kere yakınımızdaki çizgi hakemi saçmalayınca ona ayar verdik. Set sayısı zamanı "set set set" diye tempoyla bitiriverdik.

İkinci set karşılıklı sayılarla giderken 10lu sayılardan sonra takım gene bloklarla eczacı oyuncularını pes ettirdi. Bu esnada biz taraftarlarda "Saldır Kanarya,Coştur bizleri,Yıksın heryeri Fener sesleri" tezahüratıyla iyice kopmuştuk. Melodi kısımlarında tren şeklinde bir sağa bir sola portatif tribünün cıvatalarını sökecek gibi zıplıyorduk. Yetmedi son sayılara doğru arkamızı dönerek tezahürata devam ederken bir iki sayı daha almışız kaçırdım. Sahaya yüzümüzü dönünce setin son sayısını aldığımızı gördük. "Her zaman yer yerde en büyük Fener" sesleriyle ortalığı çınlattık. Takımlar yer değiştirirken alkışlarımıza alkışlarla cevap verdiler.

Üçüncü set takım ciddiyetini hiç bozmadan oynamaya devam edince bizde gene benzer bir rahatlık oluverdi. Bir süre "Kalbimden koskocaman bir sevda geçer...." bestesi geliverdi tribünün solundan ama bilenler az olduğundan çok sürmedi. "Avaz avaz sesimiz..." yükseldi tribünden, "Sisli bir geceyarısında..." söylendi, "...4 kupayı da getirin bize canımızı verelim size" derken artık maçın sonlarına gelmekteydik. Bazı taraftarlar ellerine konfeti kutularını alıp hazır beklemeye başladı. Maç sayısını almamızın ardından takımların tebrik faslını bitirmesini bekledik. Oyuncular rakiple tebrikleştikten sonra ortada toplanıp Fener çektiler, bunu bekleyen taraftardan yükselen büyük alkışla bize doğru yönelip taraftarı alkışladıkları sırada konfetiler patladı. Basın için pozları verdikten sonrada protokol tribünündeki başkanlar ve yöneticilerle tebrikleştiler ve röportajlara dağıldılar. Çiğdem kaptanın röportajı bittikten sonra bazı taraftarlar "Çiğdem, yeni beste" sizin yaptığınız beste diye onları çağırmak istedilerse de, bu sefer söylemeyelim dediler. Bunu üzerine taraftarlar montları giyip dışarı döküldü. İçerdeki sıcak ortamdan dışarıdaki soğuğun yüzümüze vurmasıyla kendimize geldik. Karlar içindeki bahçede toplu halde hatıra fotoğrafı çektirenler oldu.

Dönüş için salondaki ağabeyler taraftar otobüsünde yer var bizle gelin dediği için rahatlıkla yolculuk yaptık. Ama benim gibi binenler olunca bu sefer ayakta yolculuk edenler de oluverdi. Otobüs içinde laf atışmalarını dinleye dinleye, bir kısım taraftarı yollarda bıraka bıraka, köprüye varmıştık ki şoförde KGS olmadığı için gişeden geçemeden tam 10 dakika kadar beklemek zorunda kaldık. Diğer gişelerin başına giden birkaç kişi gelen araçlardan KGS ricasına başladı. Bu sıralarda takımın otobüsü yanımızdaki gişeden geçip ilerde duruverdi. Takım otobüsünden birileri inip yoldan sanırım taksi çevirmek için beklemeye başladı. Bizim otobüs sonunda gişeyi geçip onlara yaklaştık, içinde olan az sayıda oyuncu bize el sallıyordu. Sonra bizde o çevrede oturan 4-5 kişi Altunizade civarında inip, eve kadar olan uzun yolu yürüyerek tamamladık.

Kerem Gürsel (sensibleturk)

Hiç yorum yok: