2 Ocak 2011 Pazar

Fenerbahçe Acıbadem - Vgstt 2-3 (Salondan İzlenimler) (







Armanın Gururu Sarı Melekler diye her ortamda sevgiyle anılan takımımız, onların başarılarıyla böbürlenen kibirli taraftarlarının desteklemeye bile gelmediği bir günde, hem teknik ekip hem de kendilerinin kötü bir performans sergilediği akşamda, karşılarındaki maçı kendilerinden daha çok isteyen güçlü bir rakibi ciddiye almamanın cezasını tek maçlı eleminasyon sisteminde kazaya uğrayarak çekiverdi.

Geçen haftaiçi oynanan maçın erken saati yüzündendir diye bahanelerle salondaki taraftar azlığına yorum getirmiştim ama anlaşılan benim de kabullenmem gerekir ki Fenerbahçe taraftarı gittikçe yalan olmaya doğru gidiyor, biz de boşuna daha çok kişi gelsin diye uğraşıyoruz, tam tersine gittikçe azalmaktayız. Gerçi bu maç mesela yandaki 1400 kişilik ufak salonda oynansa tıklım tıklım dolu gözükür dışarıda kalanlar da olurdu, ama büyük salonların böyle de bir dezavantajı oluyor ne yazık ki.

Salonda geçen haftaki maçtan da az bir izleyici kitlesi vardı, hele taraftar tribünü tam bir faciaydı, karşılarındaki kiralık vakıfbank kolpacılarından bile az sayıdaydılar. Sevgi eylem gerektirir dedikten sonra böyle kritik bir maça gelmeyenlere de, salona bedava girme durumları olmayınca maç öncesi yokuştan ters yöne giden gençlere de yazıklar olsun. Belki de kurtlar vadisi ile çakışacak diye maça gelmek istemeyenler bile olmuştur ki, onlara da ne diyeyim.

Salona giderken hava buz gibiydi, maça yarım saat kadar bir süre vardı, salonun tersi istikamete yokuştan yukarı giden 30-40 kişilik bir Genç Fenerbahçeli grupla karşılaştım.

Salonun girişinde ise vakıfbankın kiralık taraftarları grup vegaslılar pankartlarını açıp spor büro polislerine kontrol ettiriyorlardı. Bu çakma grubun başındakilerden biri gişedeki görevlinin yanında durmuş, girecek olanları sayıyordu, görevli dikkatli sayıyor musun diye ona üsteliyordu, anlaşılan kaç kişi girdiyse onların parasını toplu verecekti.

Salona hızlı bir bakış atınca gözlerime inanamadım, yanlış mı oldu acaba erkek voleybol maçına mı geldim diye düşündüm ama sahada ısınan beyaz formalarıyla bizim bayan voleybolcularımızdı.

Büfenin orada birkaç kişi ayaküstü konuşurken günün benim açımdan tek güzel olayı gerçekleşiverdi. Bize doğru yaklaşan Chris ve Fofao hi guys diyerek selam verdiler, biz birdenbire onları karşımızda görünce şaşırıp hello,how are you diye ayaküstü selamlaştık. Fofao'ya dönüp oi,tudo bem diye hatırını sordum, önce anlamadı sanırım belki de yanlış telaffüz ettim, pardon diye kafasını öne yaklaştırdı, tekrar edince, gülümseyerek gracias,bueno,es claro gibi birşey söyleyip görüyorsun rahatız gibisinden ellerini açıp bir referans hareketi yaptı. Açıkçası düz serbest bırakılmış saçlarıyla, bize güleryüzlü yaklaşımıyla maç ortamında gözüktüğünden çok daha sıcak ve sempatik gözüktü, biz onların önünden çekilerek büfeye doğru yollarını açıverdik, Chris ile beraber see you again diyerek gittiler.

Tribün yapacak kimse olmadığından geçelim bizde bir yere oturalım dedim, zaten neden bu kadar az kişi varken hala gidip o üst katta duruyorlar anlayamamıştım. Bu arada Moskova'dan gelen Canarino'yu farkedince, ona hoşgeldin demeye yanına gittim. Sabah varıp ayağının tozuyla maça gelmiş ama hem burada hem Moskova'daki Dinamo maçına gidip iki mağlubiyet görmesi şanssızlık oldu.

Biz arkadaşla yerleştiğimiz yer konusunda kararsız kalıp etrafa bakınıyorduk, buradan sahaya bağırsak garip kaçar mı diye. Hakem arkasındaki maraton tribün üstlerine doğru, bizim taraftarların olduğu yere nazaran sağ yanımızdaki grup vegaslılara daha yakındık.

Maçın başlamasıyla vakıfbankın çakma taraftarları daha baskın tezahürat etmeye başladı. Bizim taraftar tribününde dağınık halde duran elli kişi kadar varken, diğer tarafı hızlıca sayınca elliden fazla olduklarını düşündüm. Farklı takımların tribün bestelerini vakıfbank uyarlamalarıyla söylemekten utanacakları yoktu. gücüne güç katmaya geldik, formanda ter olmaya geldik, vakıfbank senin için ölmeye geldik.. diye bağırıyorlardı, içlerinden bir tanesi bile vakıfbank takımı için değil ölmek bir saç tellerini bile feda edecek değillerdi, ağabeylerinin topladığı 15-20 yaş arası çocuklardı.

Bizim taraftarların tezahürat sesleri bize zor ulaşıyordu, Fenerbahçe sen çok yaşa... seslerine yerimizden kısa bir an katılıverdik ama daha onlara katılamadan zaten diğer tarafın sesleriyle boğulup gidiyordu, ilk aldıkları sayı ardından taraftarın her zamanki yerinde... diye giriş yaptılar. Sahaya yakın oturan ekipten zaman zaman servislerde alkış tempoları yapılıyordu, ona katılıyorduk ama açıkçası ortam tarihi bir rezalete doğru gidiyordu, ilk defa Fenerbahçe taraftarının sesi müessese takımından az çıkıyordu, maraton tribünündeki seyirci kitlesinin bunu pek umursamadığı belliydi, gene maçı izlemeye devam ediyorlardı, aralarındaki tezahürat etme potansiyeli olanlar da çevre koltuk baskısından kaçınıp sessizleşiyorlardı.

Bizim taraftarlar ilk başta bir araya toplandılar, baktılar olmuyor, setin ilerleyen zamanında bir baktım hepsi yerlerini terkedip, maraton tribünü üstünde duvarın oradaki balkon kısım ve etrafına yığıldılar, heh şöyle az kişiyken burada olmaları daha iyi olur diye tam benim düşündüğüm şekilde hareket ettiler. En azından burada belki tezahürat ederken önlerindeki seyircilerde katılabilirdi. Onların geldiği andan itibaren ortalıkta biraz kıpırdanma yaşandı. Bizim oturduğumuz yerin üç dört sıra yukarısında kalıyorlardı, onların tezahüratlarına daha kolay katılabiliyorduk. Hemde etraftaki en ufak gürültüden rahatsız olup dik dik bakan elit tabakanın verdiği sıkıntıdan kurtulmuş olduk.

(Düşünün ki bazı çok elit voleybolsever kişilerin, taraftarların maç boyu hiç susmadan takımlarını desteklemek için bağırmalarından rahatsız olduklarını farklı platformlarda dile getirdiklerini gördüm, neymiş gürültü kirliliği oluyormuş arada beş on dakika sussunlarmış)

İlk sette bir defa bizim servisimiz çok açık görülecek şekilde içeri düştü ama nasıl olduysa hakem dışarı işaret edince itiraz etmeye başladık, serdar hoca gözlüklerin mi buğulandı şaşırdın mı sen diye bağırıyorduk. Bir de maç boyu bazı pozisyonların tekrarlarını skorbord ekranından takip eden seyircilerin aynı stadtaki gibi tepkiyi ıslıklarla uğultuyla vermesi gerçekten güzel bir reaksiyon oluyor, büyük ihtimal yakında federasyon hakemler baskı altında kalıyor diye bu görüntü işini keser.

Rakibin aldığı bir sayıda gözde bizim sahaya doğru dönerek yumruklarını sıkarak sevinince hem tribünden bizim, hem de karşısındaki yılları tecrübesi Nati'nin tepkisini çekti, Nati hakeme dönüp şununla bir konuşun gibisinden eliyle hareket yaptı. Bunun ardından hakem gözde'yi çağırıp uyardı, gözde file önünde kendi karşısında duran Nati'ye dönerek özür dilerim der gibisinden iki elini kavuşturarak bir jest yaptı.

Hiç ummadığımız kadar iyi arka alan savunması yapıyorlardı, ama ikinci teknik mola sonrasında üstünlüğü aldık, özellikle Nati'nin dört numaradan sıkışık bir pozisyonda arka alandaki boşluğa müthiş bir zeka örneği plasesi ile ayağa fırlayıverdim. Set sonunda set tempoları eşliğinde geçilip, bitince her zaman her yerde en büyük Fener sesleri yükseldi.

İkinci set duvardibindeki koltuklarda zıplayarak españa cani-matador melodisini yapan gençlere alkışlarla katılarak geçiyordu. Rakip tribünde aralara güneş diye girerek kontra sokmaya çabalasa da bizimkiler daha bir coşkuyla devam ediyordu. Arada birkaç alakasız tezahürat falan dillerinden geçiverdi.

Bir ara servise gelen Kasia koçun seslenmesi üzerine ona dönüp talimatı aldı ve servisini liberoları gizem'e yönlendirdi, gizem bir tur öncesinde hata yapmıştı ama genel olarak bu takımda en verimli manşet madeni olan nikoliç diye biliyorum, gerçi bende gizem'in moralini bozmak için ona laf atıyordum.

Arada bir gene bazı pozisyonlara itirazlar falan olup birkaç oyuncuları iyice zihinsel olarak kopunca, giovanni kalabalık değişikliklere gidiverdi,sonraki sete bu oyuncular daha diri döndü.

Hakem iki tarafa da karşılıklı hatalı kararlar vermeye başladı, onların içeri düşen topuna dışarı vermeleri sonrası bizim Sokolova ile kazandığımız sayıyı vermeyince, tekrarını izleyip yuhlamaya başladık, onların da bir rakip sahaya ayak basma itirazında haklılık vardı, yani kısacası hakem iyice afallamıştı, neyi dengeleyeğini bilemiyor gibiydi.

Seti kazanan oyuncularımız alkışlarla saha değiştirdi. Üçüncü setin içinde tribünde ilginç bir gelişme oldu. Gene ispanyol melodisiyle hoplamaya başlayan bazı genç taraftarların bunu neden tekrar yaptıklarını arkama bakınca anlayıverdim, koltukların üstüne çıkanların bazısı oradan yaylana yaylana zıplayarak kendi keyiflerine göre davranıyorlardı. Biraz sonra oradan çaaat diye bir ses geldi, herhalde en arkadaki koltuklardan biri kırılmıştı. Biraz sağ tarafımızda oturan spor büronun genç polisleri oraya gidiverdi. Bu polislerle bir takım tartışmalar başlayınca tribünden destek uzun bir süre kesiliverdi. Başlarındaki amigo çocuklar polislere ya yapmayın, bir koltuk için böyle şey olur mu diye yakarıyorlardı ama anlaşılan polisler işi çok ciddiye almışlardı
Birkaç kişi çıkış kapısına doğru ayrıldı, sanırım polisler de kırılan koltuk için rapor ve tutanak tutmaya gittiler, sonra ellerinde bir kağıt ile döndüler. Bu meselenin yarattığı can sıkıntısıyla uzun bir süredir herkesin sesi kesilmişti, 25-30 tane GFB'li artık tezahürat etmeyi falan boşverip, o kısımdan ayrılıp sola doğru uzaklaştılar, bir kısmı o taraflarda oturarak maçı izlemeye başladı, bir kısmı da salondan ayrılıp gitti.

Sahadaki maç kritik bir hale gelmişti ama spor büro elemanları ortamın içine edip uzun bir süre ortamın bizim aleyhimize dönmesine yol açtılar. Evet oradaki bazı gençler sırf koltuk üstünde zıplamak hoşlarına gidiyor diye böyle davranıyordu ama bu meselenin bu kadar uzaması da garipti. Zaten az olan tezahüratçı kitle iyice azalmıştı, yerlerinden ayrılanların haricinde kalanlar da bir süredir soğumuştu.

Maçın bu seti rakibin iyi oyunu karşısında bir türlü istediğimiz seriyi yapamıyorduk, bir ara servisleriyle beni umutlandıran Naz olsa da devamını getiremedik, bizim taraftarın da takımın maçtan kopmaması için ateşleme yapması gereken anlarda yaşanan gelişmelerle oyundan kopmasıyla hamle yapmakta geç kaldık ve set böyle gidiverdi. Bu seti öyle yada böyle alan vakıfbank toparlanma fırsatı buldu. Bir defa aldığı sayı ile sahada tur atar gibi sevinen maja poljak'a bu ne ya gitsin yandaki atletizm pistinde de tur atsın gelsin diye kızmıştım.

Üçüncü setin sonuna doğru yukarıda kalan arkadaşların, zaten diğerleri gidince az kişi kaldık, gelin beraber destekleyelim birşeyler yapalım ricasıyla aşağılarında oturan birkaç kişi olarak yanlarına katıldık, çoğunluğu tanıdık olan salon müdavimleri olmak üzere yaklaşık 20-25 kişi vardı. Üçüncü set gittikten sonra, aramızda konuşup rakibi bozmaya çalışalım, top bizdeyken de kısa tezahüratlar girelim dedik, daha fazla elimizden birşey gelmezdi.

Dört sıra aşağıda otururken, en üste duvar dibindeki koltuklara geçip oturunca arkamdan gelen keskin bir soğuk hissettim, gerçekten ilginçti biraz aşağısı normal bir sıcaklıktayken burası buz gibiydi. Arkamızdaki duvarda çok önceden yazılıp kuruduğu belli olan, kırmızı boyayla mı yoksa eli kanayan biri mi duvara sürterek yazmış anlayamadığım, bir kırmızı karalama ile sanki parmakla yazılmış gibi "vak" yazılmış devamı yoktu, herhalde yazanın kanlı parmağı kurumuştu.

Neyse biz bir yandan onların servisini,hücumlarını yuhala,manşetleriniz bozmaya uğraş; sonra top bize geçince tezahürat edelim falan derken fazla yorulmaya başladık, en iyisi biz sayı aldıktan sonra hepbirlikte tezahürat yapalım dedim. Bu kadar az bir alanda durduğumuz halde bir iki kere söylenen tezahüratta yanlış senkronize olduğumuz durum oldu, zira ben en sağlarında biraz dıştaydım, böyle hatalarımız oldu. Bazen de amigo gibi birileri ön plana çıkıp tezahürat girmediğinden birkaç kişi farklı ses çıkarınca neyi söyleyeceğimizi şaşırıp ufak sessizlikler oluverdi. Aradığım büyük aşkı ben doğarken sende buldum... tezahüratını hızlanmadan söyleyelim, sayı aldıkça tempoyu yükseltelim dedik. İlerleyen süreçte bir defa sahaya yakın oturan ekipten tezahürat girildiğinden katıldığımız oldu. Sürekli aynı şeyi bağırmaktan gına gelince, yahu arada bir saldır saldır Kanarya diye de bağıralım dediğim oldu.

Rakip takım oyuncularının maça ortak olmak için verdikleri çaba bizi yoruyordu, öyle ki gidip gelen rallilerde kenardaki masörlerinden yardımcı antrenörlerine kadar hepsinin hoplaya zıplaya birbirlerine sarılarak alınan sayılara sevinmesi maçı ne kadar istediklerini gösteriyordu. Hakemin kararlarına olan tepkileriyle iyice hırslandılar, zaten bize karşı maçlarda bütün motivasyonu ortaya koyan çok cins oyunculara sahiplerdi, onların çığlıkları hareketleri bizi iyice delirtiyordu. İstatistikçilerin yanında oturan Seda sıkıntıyla tırnaklarını kemiriyordu,Seda'nın yokluğu yanısıra Chris ve Fofao'nun da eksikliğini hissediyorduk.

Hakemin ikinci teknik mola öncesi verdiği karar ve sarı karttan gelen sayıya rağmen avantajı kullanamadık. Banttan seken topu görünce biz hakeme dört dört diye bağırırken hakem de düdüğü çalmıştı zaten. Rakip oyuncular ve özellikle koçları çok sert itirazlarda bulununca, yuhalamaya başladık, giovanni molayı alırken biz hakeme hocam kart kart nerede kartın diye bağırarak sesleniyorduk. Mola dönüşü hakem bahar'ı çağırıp sarı kartını gösterince alkışlar yükseldi, işte böyle hakeme biraz oyunu takip edip yerinde bilinçli tepki verilince nasıl yanıt alınıyor diyordum (Ama bu pozisyonda aslında topun blok ve banta temas ettiğini evde tekrar izleyince gördüm, hatalı bir karar olmuş) Bu kartın ardından sayı bize gelip molanın üstüne bir de teknik mola gelince giovanni molan bitti diye gülerek makara yaptık.

İkinci teknik mola sonrası sayı farkının birer birer eridiğini gördük, haydi susmayalım diyerek, bizim için saldır Fenerbahçe, yeter artık saldır Fenerbahçe diye bağırsakta; onlar gerçekten hırsla maçı çevirmek için herşeylerini ortaya koyuyorlardı, pasların nereye gideceğini sezip blok yerleşimlerini iyi kurmaya başlamalarıyla tıkanıverdik, Ze Roberto Yağmur'u oyuna alıp tek hamlesini yaptı. Kasia'nın suratına gelen top gibi daha önce de Naz'ın yüzüne çarpan bir top olmuştu, anlaşılan bunlar bugün takımın güzel yüzlerini de çirkinleştirecekler dedim.

Rakip bizi yakalayıp öne geçince, aşağımızda oturup maç izleyenlere yönelip, haydi ıslık baskı yapın, izlemeyin biraz yuhalayın yahu diye sesleniyorduk. Böyle sakin karakterli olan ben dahi bu anlarda zıvanadan çıkıveriyorum, enayimiyiz biz burada uğraşıp duruyoruz, maça ortak oluyorlar hala izliyorsunuz, biraz sizde çaba gösterin be diye bağırınca, etrafta oturan kızlı erkekli gençlerden bazıları da yerlerinden kalkıp bize katıldılar. Aslında belki maçı izlemeye gelmiş insanları kışkırtarak bir reaksiyon göstermelerine uğraşmak haddimiz değildi, ama insan öyle kritik anlarda garip bir psikolojiye giriveriyor, herkes birşey çabalasın istiyor.
(Gerçi salonun ortasında oturan pasif seyircilere doğru kızıp tepki koyuyorsak ta, bizim bayan voleybol takımının sürekli takipçisi olan bazı çok meşhur taraftarımız dahi aramızda değildi, file arkasında vakıfbank pankartlarından birinin altında oturmuş maçı izliyorlardı, zaten maç sonrası onlara da, maç bu kadar sıkıntıya girmişken neden yardımcı olmaya gelmediler diye çıkıştım)

Mola sırasında yanımdakilere maç 2-2 olursa inelim aşağıya sahaya yakın bir yere geçelim, seyircinin bir fayda getireceği yok, biz biraz daha sahaya yakın olmalıyız dedim, birkaç kişi hak verdi ama "bu ne yahu dama taşı mıyız, zaten file arkasında biraraya geldik olmadı,buraya geldik, şimdi birde aşağıya mı gidelim, hem zaten orada oturan seyirciler yerlerinden ayrılır mı" diye itiraz eden de oldu.

Diğer yandan sonunda serilerini kırıp bizim için saldır Kanarya... diye bağıraraktan uğraşlarımıza devam ettik, kenarda oturan Nihan dahi ellerini açıp alkışlarla zıplayarak katılıyordu. Karşılıklı gidip gelen sayılarda özellikle glinka'yı durdurmakta zorlanırken, nilay'a bile kızdım, nilay kolaya kaçmasana hep glinka'ya oynuyorsun diye bağırıyordum. Böyle anda insan bir garip ruh haliyle herşeye kızan bir hale geliyor.

Setin sonuna gelirken bir yandan haydi kızlar bitirin maçı diyip,rakibe baskıları yoğunlaştırdık, seyircilere de haydi haydi ayaklanın artık, baskı yapın seslenmelerini bırakmadık, maç sayısı için servis atacak olmanın verdiği gaz anıyla bizim için saldır Kanarya diye bağırırken oturan seyirciler de alkış tutarak ayaklanmıştı.
Ama rakibin sayıyı alıp berabere yapmasıyla, ayaktaki seyirciler aynı anda nasıl oturdular hayret ettim, yok böyle birşey ya niye oturuyorsunuz, ıslık ıslık seslenmeleriyle tekrar beklentiye girdik.

Ne yazık ki eline çok güvendiğimiz Nati'nin ters plasesi çizginin dışına gidince maç uzatmaya gitti, bizim tersimize onların moral tavan yaptı. Onların taraftarının eller eller havaya, bütün salon ayağa gibi absürd seslenmelerine gülüp geçmek gerekiyordu.

Tie break öncesinde, koçun oyuncuların önünde çömelip hepsine birşeyler anlattığını görünce, haydi be koç sen ki olimpiyat şampiyonlukları olan tecrübeli adamsın, koy bütün becerini de al şu maçı diye sesli düşüncelerimi döküyordum. Sonra kendi tribün ekibimize döndük, manşet alacaklarken hepberaber aynı anda uğultu yapalım, hücum yaparlarken de gürültüye devam diye konuştuk, sayı alınca kısa tezahürat, kaybedilen sayıdan sonra moral verelim vs... Nedense soldan birileri ispanyol melodisini giriverince, set başlarken öyle giriverdik, onlar servise gelince herkes durup ıslığa yöneldi. Üstüste gelen sayılarla bizim için saldır Kanarya sesleri yükseliyordu, güzel bir seri kurup saha değişimine beş sayı farkla geldik. Bu dünya hep yalan dolan tezahüratını yapıyorduk ama ben bunu söylemeyelim çok uzun sürüyor, rallileri takip edemeyiz dedim, buna karşın biraz daha sürdürdüler,neyse bu tezahüratı ederken pek olumsuz bir durum olmadı, sayıları alan biz olduk. Oyuncular önümüzden saha değiştirecekken, bütün maraton tribünü ayaklanıp alkışladı.

Bu kadar gazı almış, avantajı yakalamışken maçın buradan nasıl gittiğini, oyunculara ve koça sormak lazım. Hırsla oynayan rakibine karşı bir anlık rehavete bile kapılmaması gereken takımımız yaptıkları hatalarla yakalanınca strese boğuldu. Haydi Fener haydi sesleriyle bir hamle bekledik, kaybettiğimiz sayılarla yerimde duramayıp, biraz sağa sola yürüyüp geri dönüyordum, haydi Fenerbahçe haydi kızlar bırakmayın diye alkışlarla onlara seslenip, sonra gene haydi ıslık diye herkesi hareketlendirmeye çalışıyorduk.

Öyle ralliler oluyordu ki, heyecan had safhadaydı, koçlar oyuna hamle yapıp duruyordu, maç sayısı çevirmek için hem takım hem biz bütün tecrübemizi iyimserliğimizi ortaya döküyorduk. Böyle stres dolu anları lehimize çevirdiğimiz çok durum yaşamıştık, ama öne geçmek için hücum fırsatını Nati biraz yumuşak yollayınca salondakiler hayalkırıklığı ile ahlar vahlar çekti, ardından glinka o hamilelik öncesini andırırcasına durduramadığımız kesitlerinden birini daha sununca gene stres omuzumuza biniverdi, orta oyuncularımızın blokları ise maç boyu çok zayıf kaldı. Aldıkları sayılarla kenardakiler öyle bir adrenalinle seviniyorlardı ki, o an gözüm korkmaya başladı, ben ki sürekli pes etmeyen yapıda olduğum halde onların bu inadını kıramayacağımız korkusunu hissettim.

Nati gene en kritik anda sorumluluk alıp bize bir soluk aldırdı, kalan son soluğumuzla tezahürat etmeye çalıştık. Ama devamında bugün şimdiye kadar gördüğüm en olağanüstü performansını koyan nikoliç'in sayısı, ardından Nati'nin hücumunu çevirmeleri ile glinka'nın vuruşu... O an öyle bir geçti ki, ağır çekim gibi, onların hücumunu yuhalarken bloktan seken topun arka alana gidişi, Kasia'nın zorlukla uzanarak hamlesi ile daha da uzaklaşan topa koşan Nihan'ın yere atlayışını izlemek, ama yetişemeyeceğini anlayınca hayııırr olamaz diye haykırırken, topun yer ile temasını görüp eller başımızda kaybedilen bir maçın üzüntüsünün kafaya dank etmesi... kupadan elenmiştik. Oyuncularımız şok geçirir gibi bembeyaz olmuşlardı.

Diğer tarafta ise doğal olarak bir adrenalin patlaması yaşanıyordu, çakma taraftarları şampiyon vakıfbank diye tezahürat yaparken Fener şakşakşak diye bağıralım istedim ama bir iki kişi katılırken ağızlarımız kilitlenip kaldı. Diğer yanda utanmazlar bizi iyice sinirlendirmek için tribün içinde kendi aralarında sarı-kırmızı diye tezahürat ta yapıyorlardı, sonra takımlarını çağırmaya başladılar.

Oyuncular birbirlerine koşuyor, tribündeki tanıdıklarına koşuyor, hopluyor zıplıyor, birbirlerinin üstüne atlıyor, nikoliç coşkuyla üstündeki formayı çıkarıp striptiz yapmaya bile başlıyordu. File önünde karşılıklı tebrikleşme seremonisini yaparken birşeyler bağırma hissiyatı döküldü, armanın gururu Sarı Melekler diye kısa bir an bağırıverdik, sonra diğerleri Fenerbahçe buraya diye sesleniyordu.

Oyuncular biraraya toplandıktan sonra tribüne dönüp mağlubiyet modunda hafif bir alkış tuttular, Fenerbahçe buraya diye seslenmelere karşılık gelmediler ama Nati gibi bir kez daha dönüp alkış tutanlar oldu. Bu arada vakıfbank oyuncuları giovanni'yi havaya kaldırmışlardı, oha lan giovanni kupa mı aldınız, ne bu sevinç diye sıcak kızgınlıkla bağırıyorduk. Sıkı motivasyonlarında böylesine büyük bir rakibi yenmeleri olduğu gibi, bizim taraftarın geçen senelerden beri kurduğu baskısına karşı bir cevap verme fırsatı bulmaları da yatıyordu. O birkaç oyuncunun alınan sayılardan sonraki tavırları,çığlıkları, set sonları yaşadıkları abartılı coşku, maçın sonundaki tribün önünde duygu patlamalarını gösterme çabaları bizlerin tepkisine neden oluyordu.

Kiralık taraftarları bunları tribüne çağırınca, hepsi el ele tutuşup onlara doğru yaklaşırken, biz yuhalarken, liberoları gizem bizim tribüne doğru dönüp ne var be, ne oluyor yani,kutlayamayacak mıyız diye elleri kolları havada gelince sinirler tavan yaptı. Ne oluyor, parayla kiralanan çapulcuların çağırıyor diye hava mı yapıyorsun, sonra giovanni'ye dönüp kupa mı kazandınız ne bu sevinç diye ters konuşmalarımız oldu. Onlar karşılıklı gelirken, biz her zaman her yerde en büyük Fener diye bağırdık.

Soğuma hareketlerine fazla duracak morali kalmayan oyuncular birer birer çıkış koridoruna yönelmeye başladılar. Nati ve Eda hemen omuzlarına buz takviyeleri almıştı. Hepsinin yüzü düşmüştü, bizde çıkış koridoruna doğru yönelip gidenlere seslenerek alkış tutmaya başladık, Natiii diye seslenmemle yüzünde bu sefer olmadı ifadesiyle bize bakıp alkışımıza karşılık vererek gitti. Kaptan Çiğdem'e boşverin canınız sağolsun diye uğurladık, her giden oyuncuyu alkışladıktan sonra gene uzakta sevinmeye devam eden vakıfbankın uyuzlarına laf atarak koridora döküldük. Kasia ise tanımadığım bir erkekle maç sonrası hala sıkıntılı ifadeyle elleri kollarıyla birşeyler anlatarak değerlendirme yapıyordu, belki de eşidir. Teknik ekipte moralsiz bir şekilde gitmişti.

Biz de çıkarken aramızda hem sert bir şekilde kendi tribün özeleştirilerimizi yaptık, hem de takımın oyunu, oyuncuların kötü performansı, hocanın giden maça müdahalelerinin istediğimiz gibi sonuç vermemesi üzerine bir sürü şey konuştuk, çok yoğun bir maç trafiği olacağını bilerek geniş bir kadro kurulmuştu ancak zayıf maçlarda da belli oyuncuları oynatıp, bu maçtada fazla bir oyuncu kullanmamamız bizi şaşırtmıştı.

Uzun bir aradan sonra kendi gözlerimiz önünde böyle bir elenme durumu yaşatan Sarı Meleklerimizin daha ayaklarının yere basması ve ciddiyetten uzaklaşmaması gerekir. Aynı şekilde kibirli taraftarlarında bir şekilde karşılarındaki herkesi küçümseyen rehavet içindeki tavırlardan hızla uzaklaşması gerekiyor. Federasyonun ve elit voleybol severlerin de istediği şeylerden biri oldu, iki kulüp takımı daha ilk turda elenince kendi kendilerine bir kupa oynarlar artık.
2010 senesini kötü bir maçla tamamlasakta, bu takımın bize koca bir sene boyunca yaşattığı güzellikleri unutmadık.

Spor büro polisleri tribün ortamını bozmadan önceki kalabalıktan bir görüntü



Maçın en kritik anlarında dahi maçı izleyerek, beni de delirten seyircilerimiz


Salona beleş giren, pankartları kulüpten aldıkları parayla yapılan kiralık grup vegaslılar

Hiç yorum yok: