18 Ocak 2011 Salı

Fenerbahçe Acıbadem - Eczacıbaşı Vitra 1-3 (Salondan İzlenimler)









Voleybol camiasının ve taraftarların uzun zamandır beklediği maçta; salona her zamankinden farklı bir yerleşim sonrası, büyük coşku ile tezahüratlar ortalığı çınlattıysa da, açılmakta olan farkı gözardı eden tribündekiler oyunu yaşamaktan uzaklaşırken, sahadakilerin de rakibin etkili servislerine kötü reaksiyon vermesiyle bozulan oyunumuz bizi mağlubiyete sürükledi.

Maç günü İstanbul'da hava 10 derece civarı ve güneşliydi, sadece yurtiçinde değil yurtdışındaki voleybol takipçilerinin dahi büyük ilgiyle ve merakla sonucunu bekledikleri maça doğal olarak taraftarların da ilgisi büyük olacağını tahmin ediyorduk. Salona erkenden gelip hem genç bayanlar kategorisindeki maçı da izleyerek hem de oradaki salon müdavimi ağabeylerle sohbet ederek zaman geçirdik.

Salona erken gelen seyirciler etrafa dağılmış halde maça bakıyordu, ben girdiğimde iki yüz kişi falan vardı, sakin bir ortamda zaman zaman sayıların alkışlandığı oluyordu. Genç kızlar ilk iki seti çoğunlukla önde götürdükleri halde son sayılara doğru bütün avantajları yitirip kaybettiler. Onlar son seti oynarken salona giren taraftar gruplarının tezahüratları yükselmeye başlamıştı, bu tezahüratlı ortama rağmen daha farklı bir şekilde kaybederek son seti de tamamladılar. Maçı kaybeden gençlerimiz tribündekilerce yoğun bir tezahüratla çağırılarak alkışlandılar.

Taraftar gruplarının bu maç günü özel bir birliktelik organizasyonu ile Karacaahmet mezarlığı oradan yürüyüş yaparak geleceğini salondayken öğrenince, herhalde bu kalabalık halde maç saatine doğru içeri girip file arkası üst tribüne yerleşirler diye düşünmüştüm. Ama saat dördü çeyrek geçe falan, ilk gelen öncü kuvvetler bir anda bizim oturarak zaman geçirdiğimiz teleskobik tribün kısma dalıverdiler, ellerindeki uzun pankartı nereye asacaklarını tartışıyorlardı. Üzerinde adımız çıksa da asiye.... falan yazan pankartı önce teleskobik tribün arkasına asacaklarken sonra fikir değiştirip gözükmesi için güvenlik için boş bırakılan en ön sıranın oraya asmaya koyuldular, böyle destursuz tavırları etraftakileri biraz rahatsız etti.

Onların arkasından diğer aktif-pasif görünümlü tüm tribün grupları da hızlı bir şekilde içeri giriş yapıverdi, anlaşılan dışarda önceden konuşmuşlardı ki, henüz seyirciler bütün maraton tribünü işgal etmemişken direkt maraton tribünü üstlerine doğru yayılıverdiler. Her giren grup kendi topluluğuyla birlikte yerleşince üst tarafta soldan sağa büyük bir alan kaplanmış oldu ama aralarda garip boşluklar kalıverdi.

İçeri girenlerin bazısı zok split maçındaki maratonun sağına doğru yerleştiğimiz yeri aşağıdan yukarı dolduralım diye işaret ediyorken, bazıları taraftarların hepsi maratonun ortasında olacak diye konuşuldu diyorlardı, ben de o aralarda kalacak seyirciler yüzünden sıkıntı olur dedim, onları rahatsız etmeyelim diye herkes yukarıya yerleşirse sahaya baskı için uzak kalınırdı. Kimilerinin agresif tavırlarla ne yapalım bugün kalksınlar yerlerinden, rahatsız olan yerini değiştirir, yer mi yok koca salonda demesi muhtemel tartışmaların sinyalini veriyordu.

Taraftarların maraton tribününe yerleşeceğini anlayan kimi seyirciler,aileler daha rahat etmek için yer değiştiriverdiler, kimisi ise yerinden kıpırdamıyordu. Hakemin arkasında kalan bölümde sahaya biraz daha yakın olarak konuşlananlar oraya sıkışarak doluşmaya başlayınca, kimileriyle nazikçe diyaloglar kurularak bugünlük rahatsız olabilirsiniz isterseniz yan bloklardaki boşluklara geçin diyorlardı. Ama herhalde tartıştıkları da olmuştur ki mesela kim demişse bilmiyorum ama antu forumunda bir diyalogtan aktarılanı okudum, "bizden önce bu takım dünya şampiyonu olabiliyor muydu" gibisinden başarıyı sahiplenen bir zihniyet de olmamalı.

Tribünün yerleşimi bence daha düzgün olmalıydı, yukarısı taraftar gruplarıyla kalın bir çizgiydi, aşağıda ortada sahaya daha yakın gene ayakta duran bir oval kalabalık olundu ama bu iki hat arası incelerek birleşiyordu.İlk yerleşenlerin ardından gelen taraftar gruplarının biraz daha ortalarıda dolduralım diye düşüncesi olmadı(direkt samimi olduklarının dibine yerleşiverdiler, elbette bir de üstlerde de set gibi kullanacakları merdiven giriş üstleri olunca tribüncülük keyiflerini gözardı edemezlerdi).
Gerçi ortalarda ki yerlerinden feragat etmek istemeyen seyirciler de buna fırsat vermedi, maç saatinden önce şöyle güzel yer tutayım diye giren seyirciler yüzünden aralarda bir sürü tek tük boşluklar vardı.

Diğer yandan salona girdiklerinde boş olan blok kısmı es geçip, ortadan tribüne hükmetme hevesiyle, bu seyircilere rağmen aşağıya ortaya toplananlar etrafta biraz daha boş yer tutarak sonradan gelenleri de buraya toplayalım diye düşünüyorlardı. İlerleyen sürede orada set gibi kısımdan tribünü de idare edeyim düşüncesindeki amigolar ve diğer amigo kılıklılar frikikte baraj kuruyormuşcasına bir sıkılıkta oraları dolduruverdiler.

Sahayı normal şekilde görebiliyorken, bu kalabalık arttıkça millet koltuk üstlerine çıkmaya başladı. Geç gelen herkes aralara girmek için birbirinin üstüne sıkışmaya başladı. Düşünün ki an geliyor herkes coşuyor zıplıyor, bizim için saldır Kanarya diye bağırıyor, arada tek tük kalmış birileri hiç istiflerini bozmamakta, sağımızda solumuzda böyle birileri olunca insanın şevki de konsantrasyonu da azalıyor. Üsttekiler ile aşağıdakilerin arasında kalan seyirciler nedeniyle orta blok kısımda tam bir yerleşim ve görüntü hakimiyeti oluşmaması da rahatsız ediciydi.

He gerçi bunca tezahüratçı kalabalığa rağmen istediğin kadar coşulsa da ne yazar tarzında bir destek verildiği için, ya da daha doğrusu destek vermeyi sadece bağırmak tezahürat etmek diye algıladıkları için herşey kusursuz olsa da ne farkederdi. Voleybolda oyunu biraz daha yaşayan, reaksiyon veren, rakibi bozan bir tarzı bu kalabalık tribün mantalitesinde yerleştirmemiz konusunda pek bir ümidim yok.

Özel güvenlikçiler gençler maçı oynanırken, toplanmış, yoklamaları yapılmış, yelekleri dağıtılarak görev yerlerine dizilmeye başlamışlardı, gene her zaman olduğu gibi en ön sırayı boş tutup belli aralıklarla birer eleman dikiverdiler. Bir gün sonra Haldun Alagaş'ta erkekler maçında gördük ki orada deplasmanda olduğumuz halde böyle bir uygulama yok!

Maçtan bir saat önce sahaya teker teker çıkmaya başlayan oyuncular görüldükçe tribünlerden alkışlanıyorlardı. Zaten bir saat öncesinden çok güzel tezahüratlarla ortam renklenmeye başlanmıştı, file arkası üstlere pankartlar da asılıyordu. İlaç fabrikasının maaşlı personeli eczacı taraftarları tigers pankartını asmışlardı ama henüz fazla kimse yoktu. Yerleşen tribün grupları kendi içlerinde ve aralarında karşılıklı amigolarına ağabeylerine tezahüratlar yapmaya başladılar. Hadi bir iki kişi ile sınırlı kalsa neyse, hızlarını alamayan gençler baş amigolarının haricindekilere de tezahüratlar diziyorlardı. Büyük Alper'i yukarı çağıranlar milyonlarca tezahüratı yaptırdılar. Bir kaç defa da sporda şiddet yasa tasarısına karşı protestolar duyuldu, deplasman yasağı istemiyoruz haykırışları da buna dahildi

Müzik yayını başlamamışken taraftar kendi halinde en güzel müziği icra ediyordu. Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi... bestesi bitti, diğer taraftan haklıyız kazanacağız şarkısı yükseliyordu, siyah çoraplılardan doğan bu sevda büyüyor omuzlarımızda... diye katılıyorduk. Bir tek sana tutuldu bu kalpler... falan diye repartuarda ne kadar ince güzel çalışma varsa birer birer dökülüyordu, güzel dakikalardı. Takım tribüne çağırıldı, hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada... sesleri yükseldi. Bir ara oturmalı kalkmalı aşağısı yukarısı karşılıklı atraksiyonlu bir üç alkış tempolu Fenerbahçem sen çok yaşa yapıldı.

Bir süre sonra ne gerek varsa salon görevlisi dj kabinine girip müziği açtı, Fenerbahçe yüzüncü yıl marşı yükselmeye başladı. Uzun bir süre müziğin kesilmesi için ısrarlı tezahüratlar oldu, müzik kes işaretlerine yanıt bulamayanlar dj noluyor .ötün başın oynuyor diye bağırıyordu, bunca uzun süren tepkiye rağmen birşey yapılmıyordu, dj nerede diye bakıyordum ama göremedim, acaba cd yi koyup gitti mi yoksa orada saklanıyor muydu. Uzun bir zaman sonra görünüp müzik yayınını kesiverdi.

Fofao bize yakın olan kısımdan bir sandalye alırken farkedince ona seslenip alkış tutulmaya başlandı, dönüp el salladı, reklam panoları arkasında Chris ile beraber oturacağı yerine gitti.
Oyunculara ısınmaktayken bireysel tezahüratlar yapılmaya başlandı, futbol stadına göre tek eksik yumruk şovlardı. Natasa Osmokrovic diye başlayan tezahüratlarda, en yoğun ve ısrarcı tezahüratları Skowronska Skowronska oley oley oley diye yapıyorlardı, anlaşılan bütün gelenlerin ona özel bir ilgisi vardı ama bir türlü selam gelmiyordu. Ewaaa Ewa Ewa diye tempolarda boşaydı, Kasiaaa Kasiaaa diye bağırışlar sonrası bir ara uzaktan el salladı ama ısrarcı tavırları durduramadı. Çiğdem Kasia'yı buraya getir diye defalarca bağırarak ısınmalarda üçlü manşet çalışan kaptana haber yollamaya başladılar, kaptan arka tarafındaki Kasia'ya dönüp seslendi ama duyuramadı, en sonunda yanına gidip söyledikten sonra Kasia tribüne doğru yaklaşıverdi, el sallayarak teşekkür etti, alkışlar yükseldi.

Ben gelecek olan arkadaşları da beklerken, salondaki kalabalığın iyice arttığını görüyordum, yer tutmak gerekiyordu. Bu arada burcu hakyemez'in oturduğu yere gelen eczacıbaşı menajeri nalan ural ile aralarında sohbet dönüyordu, burcu'nun maraton tribünü işaret edip taraftarların kalabalığı ve oraya yerleşimi ile ilgili birşeyler söylediğini tahmin ettim, nalan ural'da bakarak elleriyle yorumlarda bulunuyordu, karşı file üstü işaret etti, sonra bu tarafı gösterdi, baskı manasına gelebilecek el jestleri yapıyordu ama büyük ihtimal böyle maç öncesindeki gibi şarkı türküler söylerlerse daha rahat oluruz falan demiştir. Sonra canlı yayın bağlantıları ve röportajları için Violet Duca ile beraber hakem masasının oraya geldiler.

Protokol tribün sağ solunda az boşluklar vardı, file arkasında ise geniş boşluklar kalmıştı, nedense voleybol bütün hücum setleriyle oradan daha güzel izlenmesine rağmen sadece maç izlemeye gelen seyirciler oraya hiç ilgi göstermiyor, bir gidip denemelerini tavsiye ederim, salonun stratejik yerlerine gelip işgal etmelerinden daha faydalı olurlar.

Taraftar grupları formanın hakkını verenleri desteklediklerini göstermek ve belki de maç öncesi yürüyüşle yönetim protestosu gibi farklı niyetleri de içererek, uzun zaman sonra organize bir şekilde toplanıverdiler. Öyle veya böyle daha önce hiç görülmemiş bir şekilde voleybol maçına bir saatten fazla süre önce girerek salonun iki tarafına da hakim olacak şekilde maraton tribüne yayılmışlardı. Bu günleri de gördük şaşkınlığıyla, bakalım sahaya yakın olanlar baskı, yukardakiler de tezahürat şeklinde destek yapabilecek miyiz diye konuşuyorduk, bu mantıklı görünen yoldu ancak yukarıdakilerin aşağıdakilerden kat kat fazla olması garip kaçıyordu. Rakip tarafla araya tampon olması için bir grup çevik kuvvet polisi de üst köşelere oturdular.

Hakem anonsları, rakip oyuncular falan derken, tezahürat ediliyordu, bizim oyuncuların anonsları alkış tempoları biraz güme gitti, yavan oldu. Zaten ısınmalara çıktıklarında hangi yabancıların kadroda olduğu ve aşağı yukarı beklenen oyuncularla iki koçun da taktiklerini düzenlediğini görmüştük. Bu sezon ilk defa karşılaşacağımızdan bu kadrolarla nasıl bir avantaj-dezavantaj dengesi kuracağımızı anca şimdi görebilecektik. Bizler inandık sizde inanın...tezahüratı ardından kasap havası yapıldı.

Bu salonda nadir duyulabilecek yoğun bir destek eşliğinde bizim için saldır Kanarya sesleri ortalığı inletirken, maça hızlı bir giriş yaptık. (Zaten taraftarla ilgili bu maçta sadece maçın başı bir de sonunda çok iyi olduğumuzu yazabilirim, aradaki süreç koca bir kayıp)

Neyse biraz maçtan bahsedersek; üç sayılık serimizi keserek, servise geldikleri gibi ıslıklar uğultular yükselmeye başladı. Ama daha ilk kullandıkları servis Nihan'ın hatasıyla sayı olunca,haydi Nihan diye alkışlar tutuldu. Ancak bu maçın genelinde yaşayacağımız servise karşı manşet problemimizin ilk adımı oluverdi, verim aldıkça servise yüklenip bu yönde özellikle çalıştıklarını gösterdiler.

Biz sayı alınca gene yükselen tempoda tezahürata dönülüyordu, ilk anlarda herkes bu işi kıvıracağız galiba diye düşünürken, oyunun gidişatında işler aleyhimize dönmeye başladı. En iyi komple smaçörler diye rahatlık duyduğumuz Nati ve Sokolova manşetlerde hata yapıyordu, Nihan zaten bu konuda sıkıntılıydı. Yıllarca birlikte oynayan Naz-Eda ikilisi bile ortadan tek ayak hücum yapamaz oldu. Bana göre hangi kadrolarla hangi zorluk derecesi içeren maçlarda oynarsa oynasın, Naz'ın en iyi besleyebildiği düşünülen Eda'ya yolladığı bazı pasları fileyi bile aşmayınca, topu zorla karşı alana dürtmek zorunda kalıyordu. Bu kimi kısa pasların kötü olduğunu görmek için yıllarca voleybol izlemeye de gerek olmuyor.

Salondan reaksiyonlar gelmeye başlamıştı, diğer yandan haydi Naz haydi diye yada diğer bir hata yapana falan alkış tutuyorsakta iyice cılız kaldık; bu manşet ve pas sıkıntıları artık maç boyu sık yaşanınca, son setlerde bu kadar yumuşak toleranslı tepkiler görmüyordu, manşeti alamayana da pası veremeyene de topu öldüremeyene de veryansınlar edilirken, milleti sakinleştirmek de gerekiyordu, bunları yenemiyoruz, en güçlü rakibi yenemezsek böyle şampiyon olamayız diyenler karaları bağlamıştı.

Geride girdiğimiz ilk teknik mola sonrası Fe-ner-bah-çe tempoları dönerken, oyun kontrolünü almakta zorlanıyorduk. Koç her zamankinden erken bir şekilde daha yirmili sayıları görmeden ikili değişiklikler yaptı, Zülfiye'yi ve Çiğdem Kaptanı oyuna aldı. Ufak bir sayı farkı vardı ama bunu kapatacak blok kurgusunu da oturtamadık. Naz'ın tekrar servis pozisyonundayken oyuna alınmasıyla, onları bir servis hatasına sürüklesek diye beklentiye girdik, herkes mola ardından birbirine aynı anda bağırıyoruz diye koordine ediverdi, top düşerken bıraaakk uğultusu falan fayda etmeden rakip libero gülden topu pasörüne yollayabildi. Bizim yapamadığımızı ise onlarda servise gelen neslihan yapıyordu, her ne kadar setin sonu ve kritik an diye bütün salon ıslık uğultu yapmaya uğraştıysa da yolladığı servisler manşet hatalarıyla seti bitirmemize yol açtı. Hele set sonunda rakip tribünün set set temposunu duymak, sarı meleklerin bizi alıştırmadığı bir durumdu. Bu set set diye tempo tutmanın rakip oyuncular üzerinde de bir moral bozucu etkisi olduğunu düşünüyorum.

Ben daha ilk setten büyük bir yorgunluk hissetmeye başlamıştım, enerjik bir yemek yemediğim için kendime kızdım, maçı da zor tamamladım. Tribündeki sıkışıklıktan çıkmak zordu, gidip gelebilen arkadaşların getirdiği suları stoklayıp maç boyu içiverdik ama bu bardakların şişe gibi kapaklı olmaması yüzünden ambalajını kapatıp koltuk altına dikkatli yerleştirmek gerekiyordu. (Haldun Alagaş'ta ne güzel kapaklı şişe su satıyorlar)

İkinci set saldır Fenerbahçe ooley sesleri eşliğinde ilk teknik molaya önde giriverdik, ilk set blok kurmakta başarısız olan Ergül'ün yerine kaptan oynuyordu, nihayet rakibinde hataları görülüyordu, bu set boyu uğultular eşliğinde sık sık servis hatası yaptılar. Saldır Kanarya sensin şampiyon... ne beşikta ne cimbom ne de trabzon, her zaman her yerde bütün bu alemde en büyüksün Fenerbahçe.. gibi futbolda söylenen bir beste dönmeye başladı.

Skorda öndeydik, işler biraz daha olumlu gidiyordu, üstümüzdeki stres azalmaktayken, kaptanın sakatlık pozisyonu yaşandı. Pasörlerinin kötü pası fileye yakın gelince, o zor pozisyona neslihan gene de zorlayarak vuruş yapmaya yeltenince dengesiz bir düşüş oluverdi, bacağı karşı sahaya geçti, orayı blokla kapatmak için hamle yapan ikiliden kaptan Çiğdem ile dizi çarpıştı, hem de kaptan yere inerken neslihan'ın karşı sahaya geçen ayağına bastığından dolayı dizi dönüverdi ve büyük bir acıyla yere yığılıverdi.

Yerde kalan Çiğdem kaptan ilk tedavi girişimlerinde dizini kıpırdatamadığı anlaşılınca, tekerlekli sandalyenin gelmesi beklendi, kaptan ise üzüntü ve acı karışımı bir tepkiyle elini yere vuruyordu. Bu esnada salonda neler oluyordu? Taraftar tribünü hala oley oley diye tezahürat ediyor, rakip oyuncular ve neslihan yardımcı hakeme fileye temas vardı itirazlarına girişiyordu. Tribündekiler sakatlığın ciddiyetini kavrayana kadar belli bir süre geçti, bizim oyuncular kaptanın etrafını sarmışken, rakip oyuncular ilk başta hakemlere olan itirazlarını sonlandırıp Çiğdem kaptana ne olduğunu anlamak için bakmaya başladılar. Kaptanın acı içinde göz yaşlarını silerek tekerlekli sandalyeye yerleştirilişi sırasında neslihan'a doğru aralardan tek tük ayı neslihan diye bağıranlar duyuluyordu. Yani kasıtlı birşey yaptığını iddia ediyor değiliz ama onun o anki tavırlarını gördük, önce hakemlere itiraza yöneldi, bir süre sonra kaptana yaklaşıp pardon diyerek döndü, arkadaşlarına ben birşey yapmadım diyerek pozisyonu anlatıyordu, ona tepki uğultuları başladı. Yukardan yükselen neslihan dışarı seslerine salondan yoğun bir katılım oldu, hakemin neslihan'ı çağırdığı sırada ellerini açarak hocam ben ne yaptım ki ya dediğini ellerini şaşkınlıkla yüzüne götürdüğünü gördük, tepkilerin şiddeti artıyordu, kısa süre allah belanı versin diye bağırışlar yükseldi, tekrar neslihan dışarı haykırışlarına dönüşüverdi. Bu tepkiler sırasında kendi hayranları ise onun lehine tezahürat yapıyordu, neslihan diye alkış tempoları, neslihan sen bizim herşeyimizsin tezahüratları, neslihan dışarı uğultusunun yinelenmesiyle boğulmuştu. Sen orada eller kollar havada ben bir şey yapmadım tavırları takınacağına, ellerinle özür dilerim jestleri yapsan anlarız.

Çiğdem kaptan giderken, en azından bütün taraftarlardan ona tezahürat ve alkış yapılmasını beklerdim ama neslihan'a olan tepkilerle kaptan giderken yapılan alkışlar birbirine karıştı. Böyle bir anda taraftarların oradan hepbirlikte Çiğdem Can Rasna, yada büyük kaptan tezahüratı yükseleceğine, ne cimbomu ne kartalı sen olmasan yok bu hayatın anlamı... tezahüratı yükselmeye başlamıştı bile.

Bu moral bozukluğunu aşıp tekrar maça dönmek gerekti, servislerde hatalar yaptıklarını hissederek haydi baskı kuralım diyorduk, ama üst taraf ile alt taraf sen sahada ben tribünde ölümüne Fenerbahçe diye karşılıklı yaparak oyundan bir süreliğine koptular. Böyle kritik anlara gelmişiz, ortada bir ralli dönerken, tribündeki herkesin onların tarafında dolaşan topa uğultu ile baskıyı kurması gerekir, ama tribünün çoğunluğu böyle tezahürat yapınca az sayıda kişi aşağıda bunu yapmaya uğraşsa ne fayda eder. Neyse bu tezahürat fazla uzamadan başabaş giden maça aldığımız sayı ile coşkulu bir Saldır Fener saldır Fener temposu ile dönüverdik.

İkinci setin sonları karşılıklı çekişme iyice tansiyonu yükseltti, neslihan'ın servisini kırıp rahatladık ama koç molayı almak zorunda kaldı. Bu arada tribündekiler mola sırasında herkesin ayağa kalkması için çağrıyı yaptı, ayaklananların da katılımıyla haydi Fener haydi tam zamanı şimdi sesleri ortalığı sararken üstüste sayıları aldık, bu sefer molayı alan onlar oldu. Darağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe tezahüratı eşliğinde moladan dönen takımımızın alacağı set sayısının beklentisine girdik. Top gitti geldi, hele ki ellerden seke seke arkaya giden topu neslihan çevirerek bu maçı ne kadar hırsla istediğini gösterdi, bizim de ağzımız açık kaldı, o çevirilen topu nihayet Liuba bitirebildi ve salonda büyük bir sevinç dalgası yaşandı. Fenerbahçe sen çok yaşa canım feda olsun sana... diye ortalık yıkılıyordu, o anki gazla kendimi bir koltuğun üstünde de değil, tepesinde buluverdim, önümüzden geçip saha değiştiren oyuncularımıza alkışla tezahürat ediyorduk.

Set bitimi gelen beraberlik bizi keyiflendirmişti, yan tarafımızdaki ufak formalı bebek ilgimizi çekmişti, biraz onla oyalandık, ben çöktüğüm yerden su takviyesine devam ettim. Oooo Fenerbahçe koy hey Fenerbahçe koy hey haydi şimdi koy eczacıya koy diyerekten üçüncü sete girilmişti. Sıkışıklıktan dolayı daha fazla yoruluyorduk ama şu maç artık iyi gitse oldukça eğlenceli bir ortam olacaktı, olmadı bir türlü oyuncular manşetleri düzeltmeyip aynı hataları sıralamaya devam ettiler, oyunun temeli manşet-pas-smaç kombinasyonumuz rakibin servisleriyle sarsılıyordu. Haydi kızlar haydi artık seslenmelerimiz boğulup gidiyordu.

Onlar çevirdikleri topları neslihan üzerinden öldürmeye devam devam ederken, bir ara rakip tribünden ses duyuldu. Bizim tribün bir ritim tutturmak için sürekli tezahürat değiştirmeye koyuldu, ama sahadakiler bir seri yapamadıkça bu tezahüratlar boşa gidiyordu. Fenerbahçe koy haydi bastır bizim için ecazıya koy derken bir blok bir arkadan top çıkarma ile sayı falan kazansak ortamın coşkusu tavan yapacaktı, ama hiç iyi zamanlamalı blok yerleştiremiyorduk, ya bir top çıkarın nolur be diye serzenişler duyuluyordu.

Bu aşamadan sonra tribündekiler iyice kopuverdi, uzun bir süre aynı tezahürat sürdürüldü. Doğduğun günden beri gönül verdik biz sana, adınla tarihinle efsanesin sen kanarya, ne beşiktaş ne cimbom ne de hamsi trabzon, yemin ettik bu sene Fenerbahçem şampiyon şampiyon!

Bizim gibi bir azınlık ise sette duranlara ya abi set gidiyor, böyle nasıl çeviririz maçı diye dert yanıyorduk, zira tezahüratın keyfine katılıp aşağıda duranların çoğuda yukarıya katılıyordu. Bende bu tezahüratı ilk yaptığımız zamanı hatırladım, 2007de grup ck telsim tribünde unifebin yanına geldiğinde onlarla beraber bir devre boyu hatta devre arası koridorlarda bile hoplaya zıplaya keyifle söylemiştik ama burası o günkü ortamla aynı değildi. Kritik bir maçta ikinci teknik molaya geride giriyoruz, tribündekilerin artık maça girmesi lazım ama hepsi trans olmuş vaziyette tezahürat ediyorlar, fark yavaştan açılıverdi, o andaki vurdumduymazlığa üzülüverdim.

Sonra mola sırasında orada duran Alper ağabeye, amigo Yücel'e falan seslendik, baskı yapmalıyız diyoruz, evet diyor çevresini gösteriyor bu aşağıdakiler ıslık yapıyor, yukarısı tezahürat etsin diyor. Ya bakıyorum aşağısı kaç kişi yukarısı kaç kişi, etraftaki seyirciler hiçbirşey yapmıyor, sen bu kadar kalabalık maraton tribüne gelmişsin, insiyatifi almaları lazımdı. O kalabalık onların manşetini sarsmaya uğraşsa, top pasörlerine gelirken bir uğultu koparsa o pasör zaten zayıf, elleri titreyecek, uğultuyla şevke gelen oyuncun blok yapabilmek için bir adım atıyorsa iki adım atacak yetişmek için yırtınacak, zira bütün salonun ne istediğini hissedecek.

Ama nerede bu bahsettiğim ortam, şampiyonluk şarkılarıyla dalgalansın bayrağım burda, herkes kolkola,durmadan zıpla,aşkımızın adı kanarya bestesini olabilecek en kötü zamanlamayla girip, sayı alsakta versekte aynı tempoda söylemeye devam ettiler. Ben ki bu besteyi böyle bir ortamda söyleyebilmek için can atıyordum, bu anda hiç katılacak hevesim kalmamıştı, ne zamanki rakip tribünden set set set tempoları duyuldu, o zaman akıllar başa geldi herhalde. Saldır saldır Kanarya, bizim için saldır Kanarya sesleri ve onların servisine yoğun uğultular geldi ama artık geç kalınmıştı. Fazla yaklaşmamıza fırsat vermediler seti alıp öne geçtiler. Diğer taraftakiler ellerinde bayrakları ayağa fırlayıp eczacıbaşı laylalaylalay.. diye tezahürat edince sinirlenenler onlara tepkiyle eczacıbaşı aldı mı başı cevabını veriyordu.

Set arasında takımın kötü olduğunu ama taraftarında üçüncü set hiç maçın içine girmemesinden dolayı kaybettiğimizi konuşuyorduk. Sarı Melekler ooo o tezahüratlarıyla üçüncü setin başlayacağının uyanışı verildi. Bu set başından oyun kontrolünü kaybettik, tekli bloklarla yakalayıp bizim moralimizi düşürdüler, fark açıldı.

Teknik mola sonrası Zülfiye oyundaydı, koç farklı hamleler deniyordu, belki yapar diye düşündüğümüz ama tek başvurmadığı yol Songül'ü de manşet için oyuna sokmamak oldu. Fark açıldıkça açılıyor, tezahüratlar ise susmuyor, sanki önde olan bizmişiz gibi bir tempoda devam ediyordu. Gerçekten böyle morallerin düştüğü bir anda bu yoğunlukta tezahürat yapılabilmesi beceridir ama becerinin yanında umursamazlıktır da. Zira oraya gelenler sanki maçın skoru ne olursa olsun biz tezahüratlarımızı yapalım diye gelmişlerdi, voleybolda, özellikle duygusal dalgalanmanın yoğun yaşandığı kızların maçlarında bir oyunu çevirecek reaksiyon bütünlüğü sergilenmiyordu.

Molada bakıyoruz amigolara, ya nolur değiştirin bu besteyi, baskı yapın falan diyoruz. Amigo Yücel transa girmiş kafayı sallıyor, elleriyle sağa sola gidiyor, Alper ağabey etrafında birileriyle çember olmuş, bu dünya hep yalan dolan diye dönüyor. O zaman anladım ki onların olmadığı maçlarda gelen diğerlerinin mantalitesine kızmama gerek yokmuş, başlarındaki amigoları böyle yaparsa elbette onlardan böyle görenler de o şekilde salonda tribün idare eder. Biraz orada sete çıkan Şadan ağabey halden anlıyordu etraftakilere ıslık için işaret yapıyordu. Şimdi bu kadar eleştiriyi yapmamın bir nedeni, bir gün sonra Haldun Alagaş'ta hiçte bu kadar kalabalık olunmadığı halde maçı oyuncularla beraber yaşayarak nasıl bir galibiyet sevinci yaşadığımızdandır.

Fark çook açılınca yenilsen bile maçın sonunda sırılsıklam olsun o forma tezahüratları duyulmaya başlandı. Yahu setin ortasında pes edeceklerine, başından baskı-tezahüratlarla işi sıkıya alsaydılar. Ne oyuncular ne taraftarlar bugün maçı koparıp alacak havasında değildi. Yağmur'da oyuna girmişti, biz gene de pes etmeyip manşete düşen topa uğultuyu koparalım dedik, birkaç sayı üstüste alsak rakibe bir tedirginlik hissettirsek iyi olacak diye son çabaları koyuverdik.

Üst tribünden saldırsana Kanarya,bizim için eczacıya koysana tezahüratı yükselmeye başladı, nihayet düşündüğümüz gibi farkı biraz eritip onlara bir mola daha aldırdık. Haydi kızlar devam bırakmayın maçı diye seslenerek tezahüratlara dönüverdik, uzun bir ralliyi öldürsek çok iyi moral fırlaması yapabilirdik. Ama o ralliyi biz değil onlar aldı, ardından bir manşet hatası yaparak gene kırıldık. Onlar çok fazla top çıkarıyorlar, moralimizi bozuyorlardı, bizim silahlarımız sanki enerjileri yokmuş gibi topları bitiremiyordu. Rakip tribünden galibiyete yaklaştıkları için tezahüratlar duyulmaya başlandı.

Son ümidimiz Eda'nın servis serisi yapabilmesiydi, o da fileye takınca mağlubiyetin acısı iyice yaklaştı. Karşı tribün kutlamak için kasap havası yapmaya başlarken, bizim tribünlerin kötü oyuna rağmen yoğun tezahüratları kesmeden moralleri dik tuttuğu bu son anlar, taraftarın bugünkü en pozitif işiydi. Çünkü o salonun ortasına erken gelip yerleşen, sonrada yerlerinden kıpırdamayan seyirciler, montlarını giyinip daha setin ortasında salondan ayrılmaya başlamışlardı bile. Bu seyirciler maç kaybedildi diye son setin ortasında,sonlarında salondan ayrılırken, neden oraya girdiler ki, onların yeri file arkası değil mi diye düşündükleri insanlar; sanki maçı kazanan taraf kendi takımlarıymışcasına büyük bir coşkuyla Sarı Melekler ooo o diye bağırmaya başladı.

Karşı tarafın sevinçlerini seslerini bastırırcasına Sarı Melekler tezahüratları dönüyordu, ardından Armanın Gururu Sarı Melekler sesleri ile onlara yenilselerde hakettikleri değeri veriyorlardı. Maçın son toplarında kolayca pes etmeyen toplara atlayan oyuncuları gören taraftarlar, rakip tribünün maç maç temposu tutmasına da fırsat bırakmadı.

Maçı kaybeden takımımız tribüne çağırılmaya başlandı, taraftarlar maçın sonunda gerçekten olağanüstüydü, maç boyunca bana göre hiçte faydası olmayan tezahürat bütünlüğü, maçın sonundaki o moral bozucu ortamı dağıtmak adına bir ilaç gibi olmuştu. Oyuncular kaybeden değil de kazanan tarafmışcasına alkışlarla Armanın Gururu oldukları hatırlatılıyordu, onlarda taraftara mahçup bir şekilde alkış tutarak geri döndüler. Onlar arkalarına dönerken,eczacı tribünüde oyuncularını çağırıyordu ama salondan aşkınla olduk derbeder, bu sevgi bir ömre bedel, Fenerbahçeli olmanın gururu bizlere yeter... tezahüratı yükseliyordu, karşılıklı rahat rahat sevinmeleri için biraz daha uğraşmaları gerekti. Kendisine özel sevgi duygularını dile getiren Fenerbahçelilere el sallayan Neslihan röportaj vermek için muhabirin yanına gitti.

Karşı tarafın sevinmesine sinirlenip eczacıbaşı .ikimin başı diye tezahürat edenler olunca, yapmayın falan demeye kalmadan, sivil giyimli emniyet amirlerinden biri bizim olduğumuz yere doğru geliverdi. Haydi dışarı, boşaltın artık vb. kaba tavırlarla taraftarları biran önce dışarı boşaltmak için çabalamaya başladılar. Bu emniyet amiri ile zaten geçen seneden tartıştığım için sevmezdim, bu sefer üst taraftaki taraftarlarla da laf atışmaları yapmaya başladı, burada kötü tezahürat yapılmayacak, boşaltacaksınız derken, ona heryerde sizin dediğiniz mi olacak, ne sanıyorsunuz kendinizi diye tepkiler oluyordu, diğer güvenlik ve polisler de oraya yığılıvermeye başladı, gerginlik biraz artacakken araya girenler sakinleştirmeye uğraşıyordu.

Yanımdaki arkadaşla ana caddeye kadar yürüyüp onu yolcu etmişken, salonda olan birkaç arkadaş arayıp oyuncuların çıkış yeri neresiydi diye soruyordu, oraya gelmemi istediler. Ayakta duracak halim yoktu ama havuzun içinden geçip eski salon arkasındaki avluya çıkıverdim.

Orada Seda'yı görünce yanından geçerken Seda nasılsın, ne zaman dönebileceksin, görüyorsun sana ihtiyacımız var dedim. Kendisine sorunca herhalde herkeste bunu sorduğundan, yanındaki özel fizyoterapistine bakıp bunu o cevaplasın dedi, biraz daha ayaktaki anatomik yapının rahatlatılıp kemiklerdeki baskıyı azaltmakla uğraştıklarını anlattı, tam randımanlı olarak ne zaman dönebileceğine dair net bir şey söyleyemediler.
Takım yabancılar içinde rotasyon yapmakta sıkıntıya girdi, sana ihtiyaç var dedim, merak etmeyin biraz daha zaman geçsin ben iyileşeceğim, takım olarakta daha iyi oluruz dedi.

Az ilerde eczacı'dan Büşra birileriyle konuşuyordu, onun yanından geçip bekleyen diğerlerinin yanına gidiverdim, Eda'nın nişanlısı da dışarda bekliyordu, biraz onunla da sakatlık pozisyonu hakkında konuştuk, acaba ne durumda diye merak ediyorduk. Birkaç genç taraftar daha resim çektirmek ve imza almak için oradaydı.

İlk çıkan oyuncular yabancılardı, Fofao ve Chris çıktı, buenas tardes diyerek onunla selamlaştım, gerçi daha önce de biraz diyalog kurmuştum ama bu sefer direkt ingilizce olarak, Helia keşke oynayabilseydin ama şartlar uymuyor dediğimde verdiği yanıttan ingilizce anlayabiliyormuş diye farkettim, biraz sohbet ediverdik. Yaa bende çok isterdim bu atmosferde oynamayı, çok önemli bir maçtı dedi. Gençler ile fotoğraf çektirdikten sonra tekrar bana döndü, ingilizce ispanyolca karışık cümleler kurarak konuştuk, İstanbul'da nasıl gidiyor, güzel ama biraz ev özlemi oluyor dedi, condensed milk özlemişsin galiba diye takıldım (bu ispanya'da ve latin amerika'da bayağı tüketilen yoğun karışımlı tatlımsı bir süt, boza benzeri akışkanlıkta sahlep benzeri bir tatta ama daha değişik), gülüverdi oo bayağı takip ediliyoruz dedi. Eşin nerede göremedim soruma şimdi Brezilya'da diye yanıtladı, adı Joao Marcio değil mi senden önce tanıştık onunla dememe oww diye gülüverdi, görüyorsun herşey kontrol altında dedim, evet o da arkadaş canlısıdır dedi. Martta Brezilya'dan gelecek hayranlarından bahsedecektim ama sürpriz olsun diye söylemedim.

Kasia'nın eşi de oradaydı, Chris ile konuşuyordu, ben Fofao ile konuşurken Kasia çıkınca oradakilerin bütün ilgisi ona yöneldi, gerçi etrafta on taraftar falan vardı, büyük bir kalabalık değildi, fotoğraf ve imza aşamalarını geçtikten sonra maç için üzgünüm iyi oynayamadık dedi, tamam gelecek sefer diyerek onu eşinin yanına uğurladılar. Fofao ile görüşürüz diyerek vedalaştım, onlar pistin oradaki otoparka yürürken bir tek Chris geride kalmıştı, fotoğraf çektirmek için ısrar edenleri kıramıyordu, tam adım atacakken bir diğer genç fotoğraf çektirmek istiyordu. Maçta oynamadın ama gençler burada yordular seni dememle, hayır hayır hiç sorun değil,keşke oynayarak yorulsaydım, ama kızlarla beraber yemeğe gidecektim, otoparkta kaybolmayayım diye acele ediyorum deyip bize iyi akşamlar dedikten sonra karanlıkta onları yakalamaya koştu.

Onlarla olan bu sohbetlerin üstüne salondan çıkan yerli oyunculardan Çiğdem kaptan ile ilgili öğrendiğimiz haberler gölge düşürdü. Songül ön çapraz bağları kopmuş galiba, maç oynanırken hastaneye kaldırıldı dedi, hangi hastanede olduğunu bilmiyorlardı. O pozisyonla ilgili konuşunca neslihan'a kızdığımızdan, neslihan bilerek yapmadı ki diye onu savundu, tamam bilerek yapmadı ama orada bir özür dileme jesti gösterseydi bari diyorduk. Sonra çıkan Eda oldu, kafasında kapşonuyla çok moralim bozuk diyordu, bir dahakine daha iyi oynarız dert etme falan diyerek nişanlısıyla beraber uğurlandı.

Kapıdan çıkan Naz, hemen yandaki merdivende salon altındaki otoparka inmek istiyordu, bizi görünce desteğimize teşekkür etti, sorulunca Çiğdem abla altı ay oynamayabilir, ciddi bir sakatlık oldu dedi. Etraftaki gençler onunla fotoğraf çektirmek için sabırsızlanıyordu, bir iki fotoğraf çektirildikten sonra gitmek için merdivenlere yöneldi ama gençlerden biri o gitmekteyken kolundan çekiştirip lütfen bir resim daha deyince ehh tamam rahat bırakın artık dedik.

Sonra hastaneye gidip kaptanı ziyaret etsek mi diye düşünüp, hızlı bir kararla hareket ediverdik, her ne kadar takım menajeri Violet hanım bizi net bilgilendirmese de, biz kaptanın hangi Acıbadem hastanesinde olduğunu bir şekilde öğrenip orada geçmiş olsun dileklerimizi sunduk.


Bu maç günü tatsız bir sonuçla geçse de, bizi bir daha servislerle bu kadar rahat yıpratacaklarını zannetmiyorum, Ayazağa'daki rövanşa da inşallah kısmet olur da giderim diye iple çekiyorum.

Resim kaynakları ; Metin Timur & voleybolunsesi.com

Hiç yorum yok: