8 Mayıs 2011 Pazar

Fenerbahçe Acıbadem - VGSTT 3-2 (Final Serisi 1.Maç Salondan İzlenimler)


Playoff finali ilk maçını çok zor bir geri dönüşe imza atarak aldığımız bu maç şampiyonluk yolundaki ilk adım olması yanısıra, hem taraftarı hem de takımı, final fourda moralimizi bozan zorlu rakip karşısında mental olarak biraz daha güçlendiriverdi.


Dışarda bir mekanda yemekten biraz geç kalkınca, maçın başlamasına 10 dakika kala salon önüne geldiğimizde yokuştan yukarıya doğru uzanan bir kuyrukla karşılaştık, daha önce burada hiç böyle kuyruk falan görmediğimizden şaşırtıcı oldu, acaba içerisi çok mu kalabalık diye merak edip salon önüne doğru içeri bakmaya gidiverdim.

Camdan bakınca, içeride hakem arkası kısımda seyircilerin oturur vaziyette erkenden doldurduğunu, ama salonun öyle tıklım tıklım kalabalık görünmediğini, taraftarların merdivenlere yığılarak beklediğini görünce şaşırmadım.

Her ne kadar geçen hafta idari sorumlu Çağrı beye bizim maçlarda sıkıntı olmaması için yer düzenlemesi ile mümkünse yer ayırmak için bantla çevirseniz iyi olur, yoksa maç günü erkenden yerleşen seyircilere de gelen taraftarlara da sıkıntı olacak diye anlatmıştım. O da bizim evsahibi olduğumuz maçlarda olur demişti, ama hiçbirşey yapmayacaklarını biliyordum, nasılsa final fourda da bizi dinlemediler. Sonuçta gene kimi ricayla kimi tartışmalarla ve güvenlik ile spor büro ekibinin gözetiminde daracık bir yere sıkışmaya çalışıldı.

Yani bu kulüp insanları bezdirme felsefesini başındaki başkanından yayılan mantalite ile her şubesine kadar yaymış durumda. Bankacısı eczacısı salona bedava taşınarak sokulur, biz Fenerliler 10 lira bilet parası verip üstüne bir de takımı desteklemek için çabalarken böyle sıkıntılarla uğraşmak zorunda kalırız.

Kulübün güvenlik sorumlularından birini görünce çağırıp, girişte uzun kuyruk olduğunu, içeride de yerleşimdeki sıkıntıların halledilmesi gerektiğini, koca salona girişlerde dahi bir kapıyı kullandırtıyorlar diye şikayet ediverince, "birşey yapamıyoruz, salon sorumlusu bize problem yaratıyor, önlemleri artırdığından girişler ağır oluyor, takım idarecilerinden de herhangi bir talimat gelmedi" diye konuştu.


Biz biraz daha yahu buradaki diğer kapı niye açılmıyor diye ısrarcı olunca salon güvenlik amiri aceleyle oraya da bir masa koydurtup bilet satışı ve güvenlik kontrolü için iki nokta yapmış oldular. Bu şekilde içeri girip, maraton tribüne yöneldiğimizde takımlar anons edilmiş maçabaşlamak üzere sahaya dizilmişlerdi.

Meğersem maç öncesi protokolün yan tarafındaki bench arkası tribünde belli bir kısımda vgstt talebiyle uzun bir süre boş tutulmuş. Anlaşılan serinin gelecek iki maçında onlar evsahibi gözüktüğünden bize yerleşimlerle ilgili bazı sıkıntılar yaşatarak gerginlik yaratabilirler.


Salonda yaklaşık 3000 kişi civarı bir kitle varken, bunların 250-300 kadarı deplasman tribünündeki rakip izleyicilerdi. Bunların 30-40 kişi kadar kiralık paralı taraftarları da, maçın ilk seti başladıktan sonra içeri sokulup, ejderha tshirtli banka çalışanı kitleden uzakta üst katta köşeye doğru geçiverdiler. Maç sırasında zaman zaman protokol solundaki Fenerbahçelilerin üst kattakilerle tartışmaları oldu, yaptıkları trabzon tezahüratlarına ve bazı şeylere tepkiler verdiler.

Bizim servislerde çıkan korna gürültüsünün büyük bir kısmı eminimki lig maçlarında kullanılması yasak olan elektronik kornadandı. Daha önce burada eczacı ile oynadıkları bir maçta gördüğüm mekanizmayı perde içine gizleyerek kullanan yaşlı bir adam vardı, eğer saklandığı yeri farkedebilsem gidip şikayet edecektim.


Çok sağlam bir katılımla olmasa da farklı taraftar gruplarından gelenlerin hakem arkası tribünde kümelenmesiyle oradaki sıkışıklık artıverdi, koltuk üstüne çıkanlar da oluverdi. Herşeye rağmen sizden önce buraya oturdum diyerek yerinden ayrılmamakta direten seyirciler vardı, bir tanesi dinamo moskova maçında siz yukarıda üst kattaydınız diyordu, yahu o maçtan bu yana kaç ay geçti taraftarlar hem erkeklerde hem bayanlar maçlarında bu tribünde yer alıyor diye tartışmalar dönüyordu. Bu gibi sebeplerden maça konsantre olmak ilk teknik molaya kadar pek mümkün olmadı.


Tribünde gene salona girdiği gibi ön tarafta sete yönelenler vardı, halbuki ön tarafta bir kişinin çıkması yeterdi, birileri daha demirlerin üstüne dikilince daralan görüş açısı yüzünden arkadakilerde koltuk üstüne çıkıverdi, onlar zaten tezahürat edenlerin önünde şakşaklayacağına pasif duran seyircileri katılıma yönlendirseler daha faydalı olurlar. Kulübün gayrıresmi amigosu GFB'li Yücel yoktu, üst kısımda toplananlar genelde tezahüratları giriyordu, ön tarafta FBD'li Büyük Alper duruyordu, zaman zaman çevresinde sete çıkanlara inmeleri için sesleniyordu.

Oyuncular oyuna hızlı bir şekilde girip farkı açtığından alınan sayılarla bizim için saldır Kanarya diye keyifle tezahürat yükseliyordu. Takımın iyi performansının verdiği gazla dişe diş kana kan intikam intikam sesleri yükseldi. Herkes şampiyonlar liginin rövanş hesabının kesilmesini talep ederken, rakipteki antipati çeken isimlere de en ufak itirazlarında öfke yağıyordu.


İkinci set sergilenen oyun herkesi hayalkırıklığına uğrattı, hele bu durum üçüncü sette de devam edince sinirler gerilip tepkiler yükselmeye başladı.

Skorda geriye düştüğümüz vakit "aradığım büyük aşkı ben doğarken sende buldum..." gibi uzun bir besteyi söylemenin gereği yoktu, daha uygun seviyedeki maçlarda ya da takımın aldığı seri sayılarla ritim tutunca bu tip tezahüratlar güzel oluyor.

Ancak sezon boyu her zaman maça gelmeyenlere bu zorluk seviyesindeki maçta, böyle tezahürat etmek yerine daha maçın içinde olmak rakibi bozmak gerektiğini anlatmak biraz zaman aldı.

Verilen sete rağmen gene yükselen ses her zaman her yerde en büyük Fener oldu. Bizler inandık sizde inanın... denilerek motive edilmeye çalışılan oyuncular Sarı Melekler ooo o , armanın gururu Sarı Melekler denilerek tekrar moral kazansın istendi.


Açıkçası ne takımın oyunu ne de salondaki Fenerbahçelilerin maça olan katkısı istenilen seviyede gitmiyordu, ilk setten itibaren herşey tersine gitmekteydi. Sürekli yapılan manşet hataları, bloklara takılmalar, rallilerde yapılan yumuşak plaseler sinirleri germekteydi, bu oyunla girilen tezahüratlarda bir gaz anı yakalanamadan sönüp gidiyordu. Seyirci kitlesi rakibin servislerini ıslıklamaya dahi üşenirken, her iki işi de üstlenmenin yoruculuğu hissedilmeye başlandı.

Zaten kötü hücumlarla oyundan düşen takımımızın da hiçbir tezahüratla teşviğe yanıt verdiğini göremedik, haydi Fener haydi..tam zamanı şimdi diye defalarca uyandırılmaya çalışılsa da, ne savunmada arka alanda çıkan top görüyorduk ne de hücumda sert şekilde öldürülebilen toplar.

Tam üç metre çizgisi hizasında olduğumdan, arka alandan hücum eden oyuncuların çizgiye basarak topu file hizası altından plaseledikleri çok fazla pozisyon farkettim. Herkes ateşleyici bir smaç beklerken böyle yumuşak hücumlar yapılması salondakilerin tepkisini çekiyordu.



Her açıdan bir boşluk bulmayı başaran glinka'nın performansı bizi çok zorlayıp, sıkıntıya soktu. Buna karşılık bizde hücum olarak direnen oyuncu Liuba gözüküyordu.

Maçta zaman zaman itirazlar ve oyuncuların reaksiyonlarına salondaki o adrenalin ortamında iyice sertleşen tepkiler geldi. Arada gerilimli anlarda bireysel şekilde atılan laflar yanısıra, toplu halde spastik ikizler şeklinde bağırışlar yükseldi. Her ne kadar katılmadıysam da, herhalde rakip oyuncular üzerinde küfür etmekten daha sinir bozucu etkisi olduğunu maç çıkışı ikizlerin surat ifadesinden anladım.


Bu seti verirsek maç gider haydi beyler diye etrafı canlandırmaya çalışan amigolara ve tezahürat çabalarına rağmen gene dağınık bir performansla sürekli geriden takiple giden üçüncü set moralleri iyice zayıflattı.

Molalarda müzik falanda çalmadığından sessizlikte fırsat bulan rakip taraftarın sesleri duyuluyordu, bakın onlar bile tezahürat ediyor ayıp gibisinden bir iç tahrikle ortam toparlanmaya çalışıldı.

Dördüncü set öncesi bu iş böyle laylay tezahüratla falan gitmez, maçı çevirmek için sadece rakip üstüne oynamak lazım, baskıyı artıralım diye yukarıdaki gençlerle konuşmalar oldu. Daha ilk hücumda uğultular eşliğinde glinka topu fileye takınca bir umut doğdu, fakat sonrasında oyuncular tutukluğu aşamayınca ilk teknik molaya dört farklı geride girdik.


Haydi kızlar bırakmayın maçı, haydi Fenerbahçe haykırışları ve takıma alkış diye etraftakileri canlandırma çabaları ardından, yeter artık saldır Fenerbahçe tezahüratı ile takım tekrar sahaya döndü. Buradan sonrasında artık takımın bir ışık vermesi yeterdi, birer birer gelen sayılar ile rakibi tedirginlikle mola almaya zorladık.

Saldır Fener saldır Fener, ölümüne ölümüne Fenerbahçe diyerek devam etti. Gene rakiple yaşanan elektiriklenmelerde agresiflik dozajı iyice artıverdi. İşte böyle anda sahaya yakın konumda maçı bırakmayıp takımı teşvik eden taraftarlarla, bench arkalarında yerinde agresiflik ve motivasyon çabaları sergileyenlerin bir maç ortamında ne kadar stratejik konumda olduklarını iyice hissettik.


Hem rakip oyuncu ve teknik ekiple uğraşılıyor hem kendi takımımız ateşleniyordu, oley oley haydi haydi koy bastır Fener bastır Fener vakıfa da koy sesleri ortalığı çınlatırken skor dengelenmişti. Bizim için saldır Kanarya diye iyice gaza gelip zıplarken portatif tribündeki koltuklar zemine değecek kadar büküldü. Fenerbahçe oley coşkusuyla bütün salon katılıyordu, ikinci teknik molaya önde girip, arkamıza aldığımız rüzgarla farkı biraz daha açıverdik.

Bu esnada karşı tribünle Fener vur vur vur şampiyonluk geliyor yapmak isteyenleri fark açılsın diye frenledik ama fark beşe çıktığında tamam şimdi olur rehaveti içinde bu tezahüratı yaptıktan sonra farkın bire inmesi de belki yanlış zamanlama hatamızdı. Neyse oradaki tıkanıklığı Seda'nın kritik hamlesiyle aşıverdik, seti almanın coşkusu yaşandı. Gene itirazla elektriklenen ortamda rakip oyuncularla karşılıklı ters tavırlaşmalar oldu, etraftakileri sakinleştirmek gerekti.

Ter içinde kaldıysakta, neyseki ben çantamla hazırlıklı gelmiştim, içeri soktuğum şişe suyu içip havluyu da kullanarak uzatmalara hazırlanıverdim.


Dördüncü set sonuna doğru pınarbaşı yapalım diyenleri zamanı değil diye durdururken, avaz avaz sesleri yükseldi. Takımlar sahaya dönmek üzereyken hadi oyun başlamadan girelim diye hızlı bir şekilde, şampiyonluk hırsını yaşadığımızı sahaya doğru avaz avaz haykırdık.

Bu arada tam tie break seti başlangıcında giriş kapısı koridorunun orada bir tartışma olduğu gözlendi, setin orada duran FBD'li amigolar ve tribünün bir kısmı bir anda oraya doğru koşturuverince, setin başlarında en kritik anda konsantrasyon kopukluğu yaşandı.

Etrafta kalanları haydi beyler maça bakın artık diye uyandırmak gerekiyordu, en kritik anlarda bir suskunluk çökmüştü. Bazısı da beşinci set sayı olarak gerideyken aşığım aşığım sana diye tezahürat girmek istiyordu, böyle zamanda saçmalamak olurdu.
Hele bir de en önde koltukların üzerinde durup bitime 5-6 sayı kala maçla alakasız vaziyette ellerinde fotoğraf makinesiyle birbirlerinin pozlarını çeken kızlar vardı ki iyice sinir oldum, onları kendilerine getirecek kısa bir tartışma oldu.

Neyse koridora taşanlar geri dönüverdi, salonun her noktasında gerilim had safhada olduğu gibi saha içinde de stres tavan yapmıştı, teknik molaya geride girdik, üst taraflara çıkarak haydi beyler tamam yorulduk ama son enerjinizi ortaya koyun, 15te bitiyor, dokuz sayı lazım diye son uyarılar yapılıyordu, zira aralarında abi şimdi 15te mi bitecek diye soran gençler vardı.

Öndeki amigolara da asıl yan taraftaki seyircileri falan ayaklandırın, ıslık falan birşey yapsınlar artık diye söylendik, üç farkla gerideyken rakibin fileye takılan servisi üstüne gelen sayı muazzam bir bizim için saldır Fenerbahçe ateşlemesine yol açtı.


Sahada defalarca anlaşmazlıkla doğan çakışmalar olmuştu, en sonunda birbirine çarpan oyuncularımızdan kaptan Nati kısa bir an nefessiz kalarak oyundan çıkmak zorunda kaldı.
Onun yere yığıldığını görünce bir an şoke olan salondan alkışlar ve Natiii Nati Nati tezahüratları yükseldi. Gözyaşları içindeki oyuncumuz kenardan kendisine tezahürat edenlere iyiyim mesajıyla selam verdi.


Yerine giren Yağmur'a haydi diye alkışlarla destek gösterildi, protokol sol tarafındaki ihtiyarlar Yağmur şakşakşak Yağmur diye bağırıyordu, haydi bırakmayın maçı devam kızlar derken Nati için saldır Fenerbahçe tezahüratı girildi.

Yağmur girdiği gibi ona ilk hücum pası atan Naz, bana Arslan-Soner dejavusu hissi verdi. Yağmur'da bloğa takılmadan karşıya yolladı topu, hele set sonunda arka alana kaçan bir topu zorla çevirdiği anda bizi tekrar hayata bağladı, maç sonu alkışlar ve tezahüratlarla bayağı ilgi topladı.



Top rakip sahaya düşer düşmez başlayan uğultular, onların kötü manşeti ile zor hücum edeceği hissedildiği gibi daha da artış gösteriyordu. Üstüste gelen bloklar, ölmeyen topların gidip gelişi yıpranan vakıfgüneş oyuncularının bloğa yada dışarıya vurduğu toplar derken skorda eşitliği gördük, bizim oyuncularda yorulmuştu ama o anlarda taraftarın verdiği sinerjinin farkıyla bir parça daha kendilerini zorladıkları hissedildi.

Salon bizim için saldır Fenerbahçe diye yıkılıyordu, maç boyu karşı tarafta göbeğini yayıp izleyenlerin bile katıldığını gördüm. Her ne kadar maç sayısı için servis atma fırsatı yakaladıysalarda, o taraftar baskısıyla yaratılan stres hatayı beraberinde getirdi.



Son pozisyonda topu karşı sahaya yollamayı tercih eden Chris gelecek olan topu karşılayabilmek için kendini öyle motive etmiş ki, maç boyu hocası tarafından sert şekilde azarlandıktan sonra kendi kalitesini yansıtabildiği bir pozisyon ile maç sayısını getiren blok ondan geliverdi. Oldukça hırslı bir şekilde adımlarla sevinç yaşayan arkadaşlarına katılıverdi.



Salondaki bu fiziksel ve zihinsel zorlu savaşın galibi olmanın verdiği adrenalin patlamasıyla hem tribündekiler hem sahadakiler coşkuyla kutluyordu. Bu esnada ben Eda'nın tribüne dönerek yaptığı koşuyu farkettim ama koçun attığı parendeyi haberlerde görünce şaşırıverdim. Böyle galibiyetlerin sevinç anlarıda ayrı bir coşkuya sahne oluyor, kimse o anları önceden kafasında kurgulayamaz.

O anda hoplayıp zıpladığımızı herkesin birbirinin üstünde olduğunu hatırlıyorum ama ne tezahürat ettik ne bağırdık hiç aklımda değil. File önünde afallamış kalmış olan rakip oyunculara geçirmelerden sonra Fenerbahçe buraya diye takım çağırılmaktaydı.

Protokol tribününde büyük bir galibiyet sevinci yaşayan Mehmet Ali Bey acaba final fourda yarattıkları suni atmosfer ile şu maçtaki ortam arasındaki farkı idrak edebilmiş midir.

Maç bitiminden dakikalar sonra salon boşalırken, görevliler kırılan koltukları sayıp kulübe hesabı kesmek için gelmişti. Bir hafta önce eczacılıların hoplayıp zıpladığı koltuklar zaten eğri büğrü vaziyetteydi, üstüne bu maçın aksiyonu dahil olunca görevliler için gene tamir edilmesi gereken bir sürü iş birikivermişti, bu yüzden de bizim taraftarları pek sevmiyorlar, neymiş diğerleri zıplayınca kırılmıyormuş.
Herneyse maçı kazandırmak için yırtınan taraftarına bir faydası olmayıp, iş sevinmeye geldi mi coşan idarecilere kızgınlıkla, fazla fazla rakam yazıp Allahın belası kulübe de Acıbadem'e de daha fazla fatura kesmeleri için edilen söylemleri ise ciddiye almadılar.


Tam takım halinde tribün önüne gelen takımla futbolculardaki gibi şampiyonluk geliyor tezahüratı mı yapılsa falan düşüncesi bir an ortalıkta dolandıysa da, gene klasik sarı-lacivert yapıldı. Şampiyon Fener haykırışlarıyla alkışlarla sonlandı. Rakip oyunculara yönelip Fenerle kimse başa çıkamaz, dişe diş kana kan intikam intikam sesleri tekrar yükseldi.


Saha içinde birbirlerini kutlayan oyuncuların çevresi fotoğraf ve röportaj için sarılmışken, biz de yorgunluktan koltuklara yığılıverdik. Kimi oyuncular alkışlarla salondan ayrılıyordu, tekrar Nati'ye tezahüratlar oldu, o da el sallayarak içeri yöneldi, oğlu Marcus hemen annesinin yanına koşup nasıl olduğunu sordu, sonra da saha içine bulduğu bir topla oynamaya yöneldi.

Yağmur maç sonundaki katkısıyla aldığı övgü dolu tezahüratları selamlayarak içeri gidiverdi. Naz bir başka köşede minik hayranlarıyla resimler çektirirken, Eda ise soyunma odasına en son giden oyuncu oldu. Köşeye birikenler ona tezahürat ederken, maja senin bloklarını yesin diye takılıverdik.

Lavaboya yönelip üstümü değiştirmek istiyordum ama maç bittiği gibi etrafımı saran tanıdık genç voleybolcu kızlar, pizza siparişi verir gibi saydıkları oyuncularla konuşup forma istemem için ısrar ediyorlardı, ben fırsat olursa sorarız ama söz veremem dedim.

Bu arada saha içinde oynayan Marcus'u çağırıverdim, yanıma gelince annen nasıl diye sordum, iyi bir şey yok dedi diye yanıtladı. Zaten salon çıkışında da gördük ki iyiydi, ciddi birşey olmamış.
Peki gelecek sene transfer var mı, yoksa burada kalacak mı biliyor musun diye sorunca, bir an duraksadı hem ingilizce hem Türkçe sordum ama ben bilmiyorum deyince peki sen git oyna hadi dedim.

Salon boşalmıştı, Seda malzeme çantasını alıp saha içinde yanındakilerle konuşan Kasia'nın yanına gitti, onlar kendi aralarında sohbetle maç değerlendirmesi yaparken, seslenip tebrikler diye selamlaştık.


Üstümü değiştirdikten sonra ayakta duracak halim olmamasına rağmen diğerleriyle beraber arka çıkışa gidiverdim. Bu arada kapıdan çıkan koç Ze Roberto oradaki taraftarları görünce otoparka yönelmeden önce onlara yöneldi, bravo koç diye alkışlarla tebrik ediliyordu.

Ben de yanına gidip parabens coach diye tebrik ederken, herkesin tek tek elini sıkıp hem ingilizce hem türkçe defalarca teşekkür ediverdi. Zaten maç bitimi de oyunculardan sonra tek başına tribüne gelerek orada da taraftarlara teşekkürle selam vermişti.

You are so much, you are so much... deyip takılıverdi, duygulanmış gibiydi ne söyleyeceğini bulamadı herhalde, bize sarılıp very big support, so much important for the team diye tekrar Türkçe teşekkür etti. Ben de biz bir takımız koç,biz kazanacağız deyip onu aşağıya yolladık.

Dünyanın en iyisi diye getirilen, takımı uçurması beklenen adam da, yeri geliyor bu zor durumlarda böyle bir taraftar desteğiyle ayakta durulabildiğini kavramış diye düşündüm. Anlaşılan ne yıldız oyuncusu ne Acıbadem'in parası, ne de kariyerli hocası her şartta başarının anahtarı olamayabiliyor, sadece taktikti teknikti analizdi istatistikti transferdi konuşmak bazen bana çok boş işler gibi geliyor, bu da öyle günlerden biriydi. Neyse taraftarında bir sürü eleştirilecek kusuru yok değil.


Daha önceki bir maçta doğumgünü kutladığı gün iyi bir ruh halinde olan maja'dan onun hayranı olan genç kızlardan biri için formasını istediğimizde sezon sonu olur tanıştırın benimle diye tamam demişti. Daha önce Naz hayranı olan bir diğeri için ise tribündeki arkadaşlardan biri ona sorduğunda kendi oyuncumuz bile böyle pozitif konuşmamıştı ki beni pek sevmeyen maja'nın negatif bir tavır takınmaması şaşırtmıştı.. Neyse çıkışta maja'yı gördüğümüzde bu genç hayranıyla tanıştırmaktan kaçındım, zira maja ağlaya ağlaya dışarı çıkıp direkt otoparka iniverdi, o esnada onunla diyalog kurmak imkansız olurdu, ama onu ağlar halde gördüğümde üzüldüğümü söyleyemem,dont cry for me argentina söyleyiverdim.


Bahar'da asık bir suratla dışarı çıkıverdi, tam biz dağılıp otopark içinden yola çıkarken o da arabasıyla önümüze çıkıverdi, durup bize yol verince şakayla hem yol veriyorsun hem galibiyeti veriyorsun helal olsun sana bahar toksoy diye tezahürat ettik, bu esnada genç kızlar onun camı açmasıyla gidip sarılıverdiler.


Rakip takımın yardımcı antrenörü alessandro ile son vgstt-eczacı maçını izlerken bir eğlencesine gerilimimiz olmuştu. Salondan çıkışta karşılaşınca ale naber nasılsın, geçen sefer sinirle oturduğun sandalyeyi tekmeliyordun, bugün yenilgi rahatlattı mı seni dedim. O da bu laf sokmaların üstüne doğal olarak ilk silah olarak kim avrupa şampiyonu oldu hatırlıyor musun diye sorup şakayla dil çıkardı. Demek öyle kim en son becerecek görürüz bakalım dedim.


Chris kapıda gözükünce önce tebrik edip, son blok harikaydı blokların kraliçesi deyiverdim. Evet belki ama aslında bugün pek o kadar süper değildim dedi. Sonra onunla aram iyi diye gençlerin zorlamasıyla bu voleybolcu hayranlarının ondan forma istediğini söyledim. Maçlar bitince olabilir ama herkese olmaz sadece bir tane ayarlayabilirim sanırım dedi.

Eda gözüktüğünde Nati ile olan pozisyonu sorduk, göğüs boşluğuna çarptığı için bir an nefessiz kaldığını onu öyle görünce çok korktuğunu ama şimdi iyi durumda dedi. Kızlar forma istediklerinde ise ama olmaz ki gidin Fenerium'dan alın getirin imzalayayım hem Fenerbahçeye katkınız olsun diye onlara takıldı.

Bu arada bazı diğer oyuncular gibi ikizlerden bir tanesi de makyajı falan dağılmış halde çıkıverdi, bu her iki takımdan oyunculara da hayranlık duyan genç voleybolcular dahi onları sevmiyorsa vardır gerçekten bir antipatileri. Hani nerede takım ruhu, yürek ,o muhteşem 700 seyirci gibi laf atmaları duymazlıktan gelip hemen aşağı kaçıverdi.

Nati ailesi ve oğluyla çıkarken bayağı morali bozuktu, sadece sorunca iyi olduğunu söyledi, daha fazla konuşmaya birşey istemeye uygun bir modda değildi, onu da rahat bırakıp, aşağıya yöneldik. Otopark içinde ayaküstü sohbet eden teknik ekip ve araçlarıyla çıkmak için kuyruk olan her iki takım oyuncuları vardı. Onlarla selamlaşarak çıkıp bizde arabanın park yerine doğru yol alıp ayrılıverdik.


"...O eli Fenerbahçe lavabosuna sokar sonra..."








Fotoğraf Kaynak; Fenerbahçe.org, Metin Timur, voleybask, antu.com

Hiç yorum yok: